Pazar"Param olsa Kapıyı kimseye bırakmazdım"

"Param olsa Kapıyı kimseye bırakmazdım"

17.10.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Geçen hafta yapılan müzayedede 1992 yılında ölen ünlü ressam Burhan Uygur imzalı "Kapı" el değiştirdi. Sanatçının karısı Vesile Uygur "Kapıyı tekrar görebilmek için müzayedenin sergisine gittim. Çok ağladım. Kıymet bilen biri alsın diye dua ettim. Param olsa kimseye bırakmazdım" diyor

Param olsa Kapıyı kimseye bırakmazdım

axpaz011.jpg Şöyle içermiş: Oğlu Tuna üç fotoğraf getirdi, "Sırasıyla bak" dedi. İlk fotoğrafta Can Yücel ile Burhan Uygur gayet normal, bir masada oturuyor, iki sıradan arkadaş gibi sohbet ediyorlar. İkinci fotoğrafta belli ki birazcık içilmiş, kafalar iyi olmuş, gözler azıcık kaymış, bakışlar dumanlı falan, sohbet devam ediyor. Üçüncü fotoğrafta artık kaç "büyük" bitirmişlerse, ikisi de masanın altına girmiş, kahkahalar atıyor. Belli ki gülerken öylece yere kapaklanmışlar. Nasıl eğleniyorlar...Burhan Uygur, özellikle son yıllarında sık sık da Fikret Muallanın mezarına gidermiş, orada hem içer hem Fikret Muallayla sohbet edermiş.Peki nasıl çalışırmış? "Bohem yaşardı, dağınıktı falan ama iş çalışmaya geldi mi çok disiplinliydi. Bir hafta kapanırdı eve, hiç çıkmadan çalışırdı. Bazen kafasını bir şeye takardı, bir resim istediği gibi olmazdı falan, işte o zaman şu koridorda aşağı-yukarı bir yürümeye başlardı, biz Tunayla nereye kaçacağımızı bilemezdik" diye anlatıyor Vesile Uygur. Ve ekliyor: "O kapılarla da bir yıl uğraştı. Milim milim çalıştı. Bazen kapıları duvara yaslayıp geçti karşısına, günlerce baktı. Hakikaten çok uğraştı." Geçen hafta el değiştiren "Kapı" adlı eseriyle tekrar gündeme gelen ressam Burhan Uygurun evindeyim. (Erol Aksoya ait ünlü kapı 10 Ekimde Maçkadaki Antik Palaceda düzenlenen müzayedede 125 milyar liraya satılmıştı.) Karısı Vesile Uygur ve oğlu Tuna Uygur bana onu anlatıyorlar. Böyle çalışırdı, şöyle içerdi diye. "Burhan kendi resimlerini alanların kapısını çalar Resmimi görmeye geldim der, içeri girerdi" Burhan bey yaşasaydı, ki kendisi sanıyorum çok renkli, sözünü sakınmayan biriymiş, ne derdi bu müzayedeye, el değiştirmeye, bu kapının neredeyse tüm gazetelerin ilk sayfasında haber olmasına, fiyatına vesaire... Vesile Uygur: Sadece bu kapı değil, tabii bu kapıdaki emeği çok büyük ama Burhan için tüm resimlerinin değer bilen kişilere gitmesi önemliydi. Burhan mesela gece yarısı, bizden resim alanların kapısını çalar "Ben resmimi görmeye geldim" derdi. Resimlerini gidip görürdü yani. İnsan nasıl çocuklarını özler, o da öyle resimlerini özlerdi. Nerede duruyor, asılmış mı, asıldığı yer iyi mi; bakardı. Durduğu yeri beğenmezse, onu değiştirtirdi. "Bu burada asılacak" diye. Biz büyük bir aşkla evlendik. Ben Geliboluluyum. Burhan oraya yedek subay olarak geldi. Öyle sokakta gidip gelirken karşılaştık. O beni gördü, ben onu gördüm, uzaktan uzağa bir şey oldu aramızda. Platonik tabii, küçük yerde ne olabilir ki zaten? Ben bakkala gidiyorum, bakıyorum Burhan yanımda; kasaba gidiyorum, Burhan arkamda. Sonra ablasını ve eniştesini aldı, istemeye geldi. Siz nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz? Babam vermedi vallahi. Ailem karşı çıktı. Benim ailem sanatçı-ressam hiç tanımamış, görmemiş, bilmiyor. Ressam denince tabelacı zannediliyor. Ben de ressamı nerden biliyordum? Bir İtalyan filmi izlemiştim, orada bir ressam vardı, ressam diye bildiğim o filmdeki kadardı. Bir de Burhan çok içiyor, küçük yer olduğu için babam da biliyor onun bu tarafını. Seni üzer dedi, istemedi. Ama ben isteyince, verdi sonunda. Ressama kız verilir mi? E tabii. Çok zordu benim için. Şimdi küçük bir yerden öyle bir ortama geliyorsunuz ki... Akademiye gidip geliyoruz, orada hep sanatçılar var ve biliyorsunuz sanatçılar fazla rahat. Ben onlara bakıp bakıp "Alllah Allah nasıl insanlar bunlar?" diyordum. Değişik insanlar. İçki içerler, bir bakarsınız sarmaş dolaş neşeli neşeli sohbet ederler, iki saniye sonra kavga ederler. Ve İstanbula geldiniz? Zaman zaman keşke bir memurla evlenseydim dediğiniz olmadı mı? Nerde? İmkan var mı? Nerede akşam orada sabah. Geziyoruz. Tuna da yok o zaman. Bazen Burhan çıkardı iki gün yok olurdu. Bazen bir hafta ortaya çıkmazdı. Bir hafta ben uyku uyumuyorum, düştü mü kaldı mı... Kocamla oturalım, TV seyredelim durumu yok. Tabii tabii. Talebeyken bile Burhan bayağı resim satan, bayağı gözde bir sanatçıydı. Ama o zaman bu kadar çok galeri yok, resim satın alan çok yok. Bir de çok bonkördü Burhan. Biri çok beğenirdi diyelim bir resmi, ona hediye ederdi. Sonra akademi çevresini bilirsiniz, kimde para varsa, o gün onun parası harcanır, biter. Burhandan biri para isterdi, cebindeki tüm parayı ona verirdi. Sonra o akşam ekmek almaya paramız olmazdı. Bir de tabii parasızlık var. Ki aslında Burhan Uygur kıymeti ölümünden sonra anlaşılan ressamlardan değil, o dönemde de resimleri gayet yüksek fiyatlara alıcı bulan bir ressammış. "Erol Simavi 300 bin liraya Burhanın defterini satın aldı, biz de o parayla Üsküdardaki evimizi alabildik" Hiç unutmuyorum, Tunaya hamileyim, Üsküdarda Sultantepede, böyle Boğaza hakim ama çok yüksekte, 100 basamakla çıkılan bir evde oturuyoruz o zaman. İki odalı bir ev, teneke bir sobamız var, yere bir yatak, kilimler atmışız. Ve beş kuruş paramız yok. Açız. Bir sergiye gittik. Sergide Hayrünisa diye bir hanım "Burhancığım sana gelmek, resim almak istiyoruz" dedi, adresimizi aldılar. Eve dönecek paramız yok, arkadaşlardan yol parası aldık, ertesi gün resim alacaklar diye bir umut o akşamı geçirdik. Sabah bir uyandık ki tipi, kar, göz gözü görmüyor. Ama sonra bir resim satılır, para gelir... Mümkün değil. Ama bir baktık, bir araba geldi, son model. Sene 1970, herhalde Cadillac falan. Şoför kapıyı açtı, kürklü iki hanım indi. O karda, tipide merdiveni çıktılar. O zamanın parasıyla 500 mü, 600 lira mı neydi, verdiler. Hiç unutmuyorum. Hayrünisa hanım gelemez... Komet zaten kardeşimiz gibiydi. "Üvey oğlumuz" derdik ona. Biz nereye gitsek, Komet de bizimle gelirdi. Burhanla çok yakın arkadaştı. Onun dışında da, evet, Üsküdardaki eve çok kişi geliyordu. Arkadaşlar, koleksiyonerler, sinemacılar, tiyatrocular... Sabahlara kadar içkiler, sohbetler... Bir bakarsınız neşeli neşeli konuşulur, bir bakarsınız kavga çıkar, sonra yine iyi olurlar. Üsküdardaki o eve gelen giden de çok olurmuş galiba. Komet, Mehmet Güleryüz... Burhan taslak çalışmazdı. Yanında hep defter gezdirirdi, nerede olursa, meyhanede içki içerken, deniz kenarında otururken çıkarır defterini, resim yapardı. Öyle ne çok defterini kaybetti, hatta bazıları da çalındı. Resim satarak geçinen biri Burhan Uygur ama bir yandan da resimlerini meyhanede falan unuturmuş. Evet... Erol Simavi öyle bir defter aldı. Büyük bir para ödedi. 300 bin lira. İşte o zaman rahat ettik. Üsküdardaki evi böyle satın aldık. Büyük bölümünü ondan aldığımız bu parayla ödedik. Bu defterlerden birini de Erol Simavi satın almış... Can Yücelle çok anısı vardır. Bir gün birlikte Ankaraya gidecekler. Can abi sarhoş. Burhan son anda geldi gara, o da sarhoş. Film gibi; tren hareket etmiş, Can abi yarı beline kadar camdan sarkmış bağırıyor, Burhan koşuyor, biz Gülerle birlikte Burhanı arkadan itiyoruz. Neyse Burhan da bindi trene. Tuna küçük o zaman, ben gidemedim o yüzden onlarla. Gülere dedim ki "Keşke sen gitseydin başlarında, bunlar şimdi talan ederler Ankarayı." O da "Vallahi Vesile iki-üç gün kafamı dinleyeceğim" dedi. "Hiç uğraşamam. Ne halleri varsa görsünler." Daha trende ortalık birbirine girmiş tabii. Bir kadın fenalaşmış, Can abi "Açılın ben doktorum, hayat öpücüğü vereceğim" diye gitmiş. Kadının kocası bizimkileri dövmeye kalkmış. Zaten her saniyeleri ayrı bir olaydı. Marangoz Osman anlatmıştı. Bir gün Burhan sokakta ölü bir yavru kedi buluyor. İpek fularına sarıyor kediyi, Can Yücele götürüyor. Kafası acayip iyi, elinde bir büyük rakı, Can Yücelin kafası zaten bir dünya. Sonra beraber cenaze töreni yapıyorlar kediye, Can Yücelin evinin bahçesine gömüyorlar.Tuna doğduğunda Burhan yurtdışındaydı. Ben Trabzonda onun annesinin yanındaydım. Tuna iki aylıkken geldi. Tunayı gördü. "Bu benim oğlum mu? Bu benim oğlum mu?" diye başladı kendini yerden yere atmaya, yuvarlanmaya... Tepiniyor, "Olamaz, inanamam, benim oğlum" diyor.. Ama anlatamam size, ne yapacağını şaşırdı. Çok komikti. Alamıyor, tutamıyor, inciteceğim diye. O halini tarif etmem mümkün değil. Neyse ki doğumda yoktu. Çıldırırdı. "Sarhoş olur, Fikret Muallanın mezarına giderdi, onunla sohbet ederdi" "Burhan çok emek verdi bu kapıya, bir sene uğraştı" Vesile Uygur: 80li yıllardı ama... Tuna? Tuna Uygur: 80li yılların sonlarına doğru... Vesile U.: Evet, bir sene çalıştı o kapıyı. Uzun süre aramıştı öyle bir kapı bulabilmek için. Sonunda bitpazarında bu kapıyı buldu. Eski bir köşk kapısıdır aslında. Tuna U.: Kapının yapım tarihi de 1901di galiba. Hıristo diye Yeşilköylü bir usta yapmış. Babam İlyas amcadan öğrenmişti bunu herhalde. Ben de oradan hatırlıyorum. Bu kapıyı ne zaman yapmıştı Burhan Uygur, hatırlıyor musunuz? Vesile U.: Evet, evet... Evde tabii macera başladı. Bayağı büyük bir kapıydı. Dört kanatlı; iki büyük kanat, iki yanda da iki daha dar kanat... O zaman Üsküdarda küçük bir evde oturuyorduk. 85 metrekare bir evdi, çalışma odası da şu salonun yarısı kadar. Bu kapı, düşünebiliyor musunuz, antreyi ve odayı olduğu gibi kaplamıştı. Böyle yatıyordu. Burhan da üzerine çıkıp, hatta -nasıl denir- tüneyip böyle minik minik boyuyordu. Tuna U.: Hatta seslenirdi "Tuna, Vesile... Gelin kapıları kaldıracağım" derdi. Biz giderdik, üçümüz bir ucundan tutup kapıları kaldırır, duvara yaslardık. Burhan Uygur evde çalışırmış. Bu kapıyı da eve mi getirdi. Vesile U.: Olmaz mı? Kapılar kaldırılır, duvara yaslanır, o birkaç gün geçer karşısına seyreder. Sonra yine bizi çağırır, "Kapılar yatacak" diye. Yine birlikte yatırırdık. Koca bir sene uğraştı. Bir sene boyunca gerçekten çok emek verdi. Haddinden fazla. Yatır-kaldır, sizin de bayağı emeğiniz var o zaman bu kapıda? "Satılmasın diye çok uğraştım ama o kadar itiraz etmeme rağmen yine de gitti kapılar" Vesile U.: Kapılar bitince bir sanat galerisinde sadece bu kapılar için bir sergi yapıldı. Hatta ilk gece, Sheratondaydı galiba, kokteyl verildi. İkinci gece galeride tekrar bir açılış kokteyli yapıldı. Sonra Yahşi Baraz geldi. Tutturdu ben bu kapıları alacağım diye. Sabah gidiyor akşam geliyor falan. Ben Burhana satma dedim. Verme verme verme! Tabii Baraz tuttuğunu kopartan bir arkadaştır. Ne yaptı etti, o kapıları satın aldı. Ve benim o kadar itiraz etmeme rağmen, gitti kapılar... Satışı nasıl oldu? Vesile U.: Geçen gün şu müzayedenin sergisine gittim, ağladım o kapılara bakarken. Üzüldüm hakikaten. Siz sadece fotoğrafını gördünüz, değil mi? Çok isterdim sizin de görmenizi. Ben özellikle gittim, o kapıları bir kez daha göreceğim dedim ve ağladım karşısında. Kendime gelemedim. Çünkü o yapılışı yaşadığımız için, nasıl yapıldı, Burhan nasıl uğraştı bildiğimiz için... Ve çok dua ettim; "Allahım, kıymet bilen, seven biri alsın" dedim. Param olsa ben kimseye bırakmazdım o kapıları ama... O günden sonra sizin tekrar görme fırsatınız oldu mu bu kapıyı? "O esere paha biçemem ben; ona verilen emeğin, o güzelliğin asla maddi bir değeri olamaz" Tuna U.: Aynı müzayedede Hoca Ali Rızanın "İstanbul" tablosu 200 milyara satıldı. Onunla kıyaslanınca bence 125 milyar kötü değil, iyi hatta. Vesile U.: Tuna iyi diyor ama ben... Bilemiyorum... Ben 150, hatta 200 milyar olabilirdi diye düşünüyordum. Daha doğrusu ben o kapılara değer biçemiyorum. Maddi bir karşılığı yok ona verilen o emeğin, o güzelliğin... Sizce değerine satıldı mı? Vesile U.: Biliyordum. Yahşi bey, Erol beye satmış. Hatta bir dekorasyon dergisinde Erol Aksoyun evi tanıtılmıştı bir ay, fotoğraflarla... O zaman da fotoğrafta görmüştüm. Yemek odasında duruyordu. Daha önce Erol Aksoyda olduğunu biliyordunuz herhalde.

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler