Pazar‘Pazarlamacıyım desem hiçbir apartmana giremem’

‘Pazarlamacıyım desem hiçbir apartmana giremem’

29.07.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Mesleğini “ukalaca olsa da” ‘marketing’ olarak tanımlayan Levent Erden televizyon programı “İstanbul Kafası”nda şehrin ilginç hikayelerine yer veriyor

‘Pazarlamacıyım desem hiçbir apartmana giremem’

Kafa” kelimesi önüne çeşit çeşit kelimeler alarak kullanılan yaygın bir tabir haline geldi. İnsanlar sıklıkla içinde bulundukları durumu anlatmak için “tatil kafası”, “pazartesi kafası”, “yolculuk kafası” gibi ifadeler kullanıyor. Levent Erden de buradan hareketle isimlendirmiş programını; “İstanbul Kafası”. Ünlü reklamcı, Ntv’de salı günleri 22.00’de yayımlanan programında bir hazine avcısı gibi iz sürüyor, heyecan verici bir ipucu yakaladığında da başlıyor kazmaya... Şehrin baktığımız ama görmediğimiz, duyduğumuz ama işitmediğimiz hikayelerini farklı yönleriyle ve uzmanların görüşlerine yer vererek anlatıyor. Bazen Çiftevav sokağın adının anlamını bazen Hidiv Kasrı’nın gizli geçitlerini eğlenceli bir üslupla konu ediyor. Programın anonslarını ortamda bulunan küvetin içinden ya da yatağın üzerinden vermekten çekinmiyor. Erden’le İstanbul’u ve İstanbul Kafası’nı konuşmak üzere Pera Palace Oteli’nde buluşuyoruz. Konunun anlam ve önemine uygun şekilde ifade etmek gerekirse; “Levent Erden’le röportaj kafası”.

Haberin Devamı

Nasıl tepkiler alıyor programınız?

Bazı insanlar çok fazla beğeniyor. Tartışmasız olarak herkes jenerik müziğine bayılıyor. Benim kılığımla, saçımla uğraşanlar var. Herkes kendi ilgi alanına göre bir şey bulabiliyor. Bir omurga hikaye var, yanında da küçük, tatlı atıflar var. Çiftevav’ın anlamını anlatırken yeniçeri ocağının kaldırılmasını anlattık ama ebced hesabına da biraz girdik ya da Mısır’daki kedilerden bahsederken Instagram’daki kedileri andık mesela. Çünkü ilginç şeyler bunlar. Erkeklerin çok iyi bildiği, rakamla ifade ettikleri şey ebced hesabına göre “el çekmek” demektir. Eskiden “Hanımefendinin 41’i gevşek” derlerdi. Orada da anlatılmak isteneni de ebced hesabını bilirseniz anlarsınız. Bunları bilsek fena mı? Hürriyet heykelinin İskenderiye Feneri’nin yerine teklif edilmiş olması ya da Mısır pamuğunun çok büyük para getirmesinin Amerikan iç savaşıyla ilintili olması ilginçtir. Bu program İstanbul’da ne var, ne yok onun programı.

Programdan önce bu bilgileri ne yapıyordunuz?

Ukala dümbeleği olmamak için her zaman paylaşamıyorsun tabii. Boğaz’da bir teknede, insanlar keyifle içkilerini yudumlarken “İşte burası da Hidiv Kasrı” diye anlatmaya başlarsan seni denize atarlar! Paylaşabileceğin az sayıda insanla paylaşıyorsun, bulmaca çözerken iyi oluyor... Ama bu bir hayat tarzı. Ben de bilmek ve hayatımda olan şeyleri mümkün olduğunca çok anlamlandırmak istiyorum.

Haberin Devamı

İlk bölümü “Hepimize aynı hayaller dayatılıyor, evin olsun, araban olsun...

Ama bazen ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz...” diye açtınız. Bir reklamcının bunu söylemesini yadırgayanlar olmuş...
Kasap da hayvan sevenler derneğine üye olabilir. Ayrıca reklamcı kimseye bir şey dayatmıyor. Orada anlatmak istediğim şey şuydu; tatmin çok fazla maddi yerlere dayatıldı. Dili dışarıda vaziyette bir şeylerin peşinde koşuyor herkes, görülecek çok film, gidilecek çok yer, okunacak çok kitap var.
O yüzden insanlar çok fazla tatminsiz. Oysa yaşadığın yerle etkileşime geçersen hayatın daha doyurucu olabilir. 20 yıllık bir akademisyen olarak söyleyebilirim ki gençlerde gördüğüm en ciddi eksiklik; merak. Medya bizi sürekli günlük olanı tartışmaya itiyor. Geçen hafta olan hiçbir şey bu hafta yok. Bu hafta olanlar haftaya olmayacak. Halbuki bir tortu kalması lazım ki insanların beslenecek bir şeyleri olsun. Herkesin yaşadığı şehirle biraz daha fazla haşır neşir olması lazım. Özellikle İstanbul’da yaşayanlara sağlam bir miras kalmış. Onu yemek lazım. Yiyince de eksilmiyor çünkü.

Haberin Devamı

Bünyesinde üç ayrı şirket bulunan bir grubun başındasınız. Üniversitede ders veriyorsunuz. Program yapıyorsunuz.
GQ dergisinde yazılar yazıyorsunuz. Pek çok konferans veriyorsunuz. Üç çocuğunuz var. Televizyonda da bir kariyer hedeflediğiniz için mi bunca işinizin arasında bir de program yapıyorsunuz?


Benim işim başka alanda. Bir tanınmışlığım olacaksa o alanda tanınmış olmayı tercih ederim. Onun dışında popüler olmak gibi bir derdim yok. Hele bu yaştan sonra... Sadece birinin elini taşın altına koyması lazım diye düşünüyorum. Üniversitede de bu yüzden ders veriyorum. Ama tabii o duyguyu birilerine geçiriyor olmanın vermiş olduğu ego hazzı da var. Aynaya bakarken “Bunun da altından kalktım koçum” diyorsun, işe yaradığını, kapladığın yerin bir halta yaradığını hissediyorsun.

Haberin Devamı

“Hayatta sadece not yok, öyle olsa yataktan çıkınca da herkesin karısına, kocasına not vermesi lazım”

Nerelisiniz?

Bir yerliyim demekten çok hoşlanmıyorum. İzmir doğumluyum.
10 yaşından beri de İstanbul’dayım.

Ne iş yapıyorsunuz diye sorduklarında nasıl cevaplıyorsunuz?

Ukalaca olsa da ‘marketing’ demeyi tercih ediyorum çünkü kapılarında “Pazarlamacı ve anketör giremez” yazan bir ülkede “Pazarlamacıyım” dersem hiçbir apartmana giremem.

Okulda nasıl bir hocasınız?

Derslerde de söylediklerimin söylediğim şekilde bana geri getirilmesini istemiyorum. Öğrencilerin sadece iyi not alma peşinde koşmaları salakça geliyor. “Nasıl geçeriz?” diyene “A vereyim ama bir daha derse gelme” diyorum. Hayatta sadece not yok, yataktan çıkınca da herkesin karısına, kocasına not vermesi lazım o zaman.

Haberin Devamı

Okan Bayülgen’in programlarına çıkıyorsunuz. İyi anlaşıyor musunuz?

İkimiz de Galatasaray mezunuyuz. İyi anlaşıyoruz. Bir de deli deliyi görünce çomağını saklarmış durumu var. Arkadaş kıyağı olarak söylemiyorum ama gerçekten çok iyi bir televizyoncu.

“Tabii ki de’ diyeni vurmak istiyorum”

“İstanbul kafası” ifadesi gençler arasında çok yaygın. Ama böyle dönem dönem popüler olan “dermişim, kal geldi” gibi ifadeleri itici bulanlar da var...

Çok kullanıldığı için bu ismi koydum. Özellikle internette sabahtan akşama bir kafadır gidiyor. Gençlerin ilgi göstermesi önemli benim için. Bu ‘kafa’ lafı da hoş bir şehir argosu. “Var ya” diye başlayan cümleler ya da “ki” ekinin ölüye pamuk tıkar gibi her cümlenin sonuna konması beni öldürüyor. “Tabii ki de” diyeni vurmak istiyorum. Ama tabii dil her zaman püriten kurallarla götürülmek zorunda değil. Kendi içinde hoşlukları olabilir. ‘Kafa’yı o hoşluklardan bir tanesi olarak gördüğüm için kabullendim.

“Şöyle bir uzandım ne var?”

Programda yatağa yatıyorsunuz, küvete giriyorsunuz. Daha önce de bir ayakkabıcıda yatarken çekilen fotoğraflarınız çıkmıştı. Başkası yapsa çok normal bulunmayacak şeyleri siz yapınca yadırgamıyor mu seyirci?

Maymunluk olsun diye yapmıyorum ki... Benim normlarıma göre normal. Canım istediği için yapıyorum. Dükkanda da birisi fotoğrafımı çeksin diye yatmadım. Arkalığı olan bir koltuk olsaydı ona dayanacaktım. Yoktu, uzandım. Uyumuyordum ama uyuyadabilirdim. Ayıp değil çünkü. Yaşlı, göbekli bir adamım ve belim ağrıyor. Şöyle bir uzandım. Bunun sıra dışı olarak görülmesi de bana sıra dışı geliyor.

“Bu şehre yeşil alan lazım, otoyol kenarında piknik utanç verici”

Gündemdeki İstanbul projelerini tek tek sorayım; kanal projesi?

Ütopyalar her zaman güzeldir.

Çamlıca’ya cami?

Bu şehirdeki ibadethaneler yapıldıkları dönemlere göre o kadar muhteşem ki... Bugünkü teknolojiyle onlar seviyesinde bir şey yapmayı onların değerlerinin bir tür tehtidi olarak görüyorum. Bugün Mısır’da piramit inşa etmekten bir farkı yok.

Atatürk Kültür Merkezi (AKM)?

Bizdeki her şey “kongre merkezi”. Halbuki biz konser salonu istiyoruz. Şehrin kültüre yatırımı korkutucu boyutta az. İnsanları ekranlara mahkum ediyorsunuz. Toplu halde bir şeyler yapacakları etkinlikleri azalttığınızda bu sosyal dezentegrasyona gider.

Üçüncü köprü?

Deniz inanılmaz derecede az kullanılıyor. Hobi olarak da bu böyle. Tekne sahibi olmak para ister ama İstanbul’da bir tekneden çok daha pahalı üç tane arabası olan aileler var.

Olası İstanbul depremi?

Belki de şehri yeniden yapmanın fırsatı olur. Bazen bazı şeyleri parça parça değiştirmek o kadar zordur ki tabula rasa’lar daha iyidir.

Şehrin başına gelen en fena şey?

Göç. Yılda yüzde 30 hiçbir şeyi büyütemezsiniz. Ne bir şirketi ne de çocuğunuzu...

Peki bu şehre ne lazım?

Mümkün olduğu kadar yeşil alan lazım. İnsanların otoyol kenarlarında piknik yapmasını utanç verici buluyorum.