Pazar“Resim yapmaktan kendimi alamıyorum”

“Resim yapmaktan kendimi alamıyorum”

06.03.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Sergi açan oyuncu Civan Canova: “Resim yapmaktan tuhaf bir biçimde kendimi alamıyorum. Aklım kalıyor yarım bırakınca. Hayata bağlayan bir şey, yaşantıma anlam katıyor”

“Resim yapmaktan kendimi alamıyorum”

Son bir yıldır hayatımızda bazen kızdığımız, sinir olduğumuz bazen de üzülüp acıdığımız bir karakter var: “Paramparça” dizisinin Rahmi beyi. Bu karaktere hayat veren ise oyunculuğa 19 yaşında Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filmiyle başlayan, sonrasında birçok filmde, dizide ve tiyatroda oynayan, hatta birçok oyunu da yazan Civan Canova. Canova ile bir araya gelişimizin sebebi ise bu kez oyunculuğu değil, yaptığı resimler ve dün açtığı sergisiydi.

Haberin Devamı

- Ne zaman merak saldınız resim yapmaya?

Çok eskiden beri aslında ama hep heves olarak kalmıştı, ilerletme fırsatı bulamamıştım. Konservatuvara girmeseydim güzel sanatlara girmeyi düşünüyordum zaten. Aralarda da hep yaptım ama bir cesaretsizlik vardı tabii. “Bir stüdyom bile yok, ne cesaret resim yaparım” diye kendi kendimi engelliyordum. Arada gizli gizli yapsam da göstermeye çekiniyordum.

- Çocukluktan ilgilisiniz yani.

Çocukken seramikten heykeller yapıyordum. 13 yaşında babam beni Londra’ya, Madame Tussauds Müzesi’ne götürmüştü, uçmuştum. “Ne kadar güzel, ben de büyüyünce bizim ülkemizde böyle bir şey açsam” diye kendimi doldura doldura evde Einstein, tiyatro tipleri yapıyordum. Ama böyle sakallarına, dişlerine kadar... Sonra tiyatro ve oyunculuk yoğun olarak hayatıma girince bunlar hep ikinci planda kaldı.

Haberin Devamı

“Oyun formatını resme aktardım”

- Ne tarz şeyler çiziyorsunuz?

Ben 13 tane oyun yazdım, bunları kurarken de bayağı bir zaman harcadım. Şimdi çeşitli nedenlerle oyun yazmaktan soğudum ve kafamdaki o oyun formatını resme aktardım. Bunların çoğu hayatımdan kesitler oldu. Yani hepsine kronolojik olarak baktığınız zaman otobiyografim gibi bir şey oldu. İşte özlediklerim, kaybettiklerim, bir daha ulaşamayacaklarım ya da hayal ettiklerim, ütopyalarım... Daha önce nonfigüratif çalışıyordum, figür yoktu, kafamda uçuşan hayaller gibiydi resimler. Daha sonra belli konularla haşır neşir olan resimler yapmaya başlayınca figürler de kendi kendine bir üslup birliği içinde belirmeye başladı.

“Eleştirilerden sonra cesaretlendim”

- Nasıl tepkiler geldi?

Çok olumlu eleştiriler geldi. Çoğu arkadaşımın çok hoşuna gitti, bu da beni çok mutlu etti, cesaretlenmeye başladım. “Ben resim yapıyorum ama aman sus, kimse duymasın” psikolojisinden kurtulup, “Aaa valla yapıyorum” diye çıkıp ortalarda dolaşmaya başladım.

- Kaç tane resim var sergide?

Sanıyorum 66-67 adet. Evde de 30 kadar var ayrıca. Bu 100 küsur resmin 87 tanesini de geçen sene bu zamanlar itibariyle başlayıp yaptım. Çok yoğun yaptım yani sabahlara kadar... Resim yapmaktan tuhaf bir biçimde kendimi alamıyorum. Aklım kalıyor yarım bıraktığım zaman. Bir yerde beni dinlendiriyor da. Hayata da bağlayan bir şey, yaşantıma anlam katıyor.

Haberin Devamı

- Bir tanesini ortalama ne kadar sürede yapıyorsunuz?

Değişiyor. Bir tanesi mesela 40-45 dakika sürdü. Babamın olduğunu iki gecede yaptım. Başka birini bir günde yaptım.

- Bir de gerçek anlar diyorsunuz. Biz resimleri görüyoruz ama kim bilir siz yaparken neler düşünüyorsunuz...

Tabii tüm yaşadıklarım film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. Mesela birinde Ankara’daki gökdelen var. Arkaya da tanıdıklarımı koydum, Semih Sergen, eski Ankaralılar Serpil Tamur, Dündar Müftüoğlu var. Sanki Ankara’da bir turneye gelmişler gibi. Ya da davetiyenin üstündekiler mesela Türkan Şoray, Kadir İnanır, Hıncal Uluç, Adile Naşit, İlber Ortaylı, Huysuz Virjin, Fikret Otyam, Aşık Veysel, daha arkadakiler Cahide Sonku, figüranlar, Moğollar, Cüneyt Arkın, Erdal Tosun...

"İnsanlarımız kötüyü çok seviyor"

- “Paramparça”daki karakteriniz çok beğeniliyor. Sizce biraz kötü bir karakter olmasının da etkisi var mı?

Haberin Devamı

Olabilir. Bizim insanlarımız kötüyü çok seviyor. Hem nefret ediyor hem günah keçisi olarak görüyor ve kötülükleri ona yansıtıyorlar. Nefret kusması bile ilgisini gösteriyor. Geçen Instagram’a yazmış Azeri bir kız, “Allah senin belanı versin! Ne biçim adamsın sen!” diye. Başka biri de “Senin yatacak yerin yok” yazmış mesela. Şu tuhaf, tiyatroda böyle bir şey olmaz, kimse seni karakterinle bütünleştirmez. Ama bunun dışında severek de yaklaşıyorlar tabii o da var.

- Genel olarak çekimler nasıl geçiyor? Son zamanlar biraz olaylı geçti sanıyorum...

Ben sette sahnem kadar bulunduğum için o kısmı pek bilmiyorum açıkçası, ilgilenmiyorum da. Ama genel olarak çok seviyorum setteki arkadaşlarımı. Erkan (Petekkaya) olsun, Nurgül (Yeşilçay) olsun ki şimdi olmadığı halde. Barış’ı (Falay), gençleri çok seviyorum Leyla’yı (Tanlar), Alina’yı (Boz), Burak’ı (Tozkoparan). Çok yetenekliler ve gerçekten çok temiz çocuklar, inşallah bozulmazlar.

Haberin Devamı

- Aslında çok gençken başlamışsınız oyunculuğa...

Evet “Arkadaş” filmini 19 yaşındayken çektim. O zaman da herkes tanıyordu mesela çünkü filmler sinemada bir hafta oynardı, bu 12 hafta oynamıştı. O zaman da alışık değilim, utanırdım insanlar bakınca. Dolmuşa binmezdim tanırlar diye, yürürdüm. Bir de yapı itibariyle benim en son tercihim aslında insanların tanıması. Tanımaları, beğenmeleri çok gurur verici bir şey tabii ama
ben yabani olduğum için
“Hangi ara sokağa sapsam”
diye düşünüyorum. -

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler