PazarRumlarla iyi geçiniyorduk

Rumlarla iyi geçiniyorduk

04.05.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Rumlarla iyi geçiniyorduk

Çocukluğumda ayakkabı yüzü görmedim. Nalınlan giderdik ilkohula, o vakıt babamın ayakkabıya parası yoğudu. Beş kuruş vermedi ohul parası olarak. Ben kendim aşık oynardım biliyon mu, köyün hepsini üterdim. Onlan kalem-defter paramı temin ederdim. Elim yatkındı marangözlüğe, topaç yapar onu satarıdım, kızah yaparıdım, onlan idare ederidim." 1913 yılında Kayserinin Zincidere Köyünde doğar M. Turan Aksu. Çiftçilikle uğraşan Ahmet bey ve Elmas hanımın oğlu olarak dünyaya gelir, köydeki okula gider: "12 yaşında getmişim ohula, evelden nesiller böyük gidiyordu okula, şimdi güççüldü nesil. 17 yaşında diploma almışım. Diplomam daha durur da." 1923-1925 mübadelesinden (Türk-Yunan nüfus mübadelesi) önce Amerikan Koleji olan okul binası, daha sonra cezaevi olur: "Ben ilkohulu orda ohudum. Ohulu kuran gadının, Zionnun resmi varıdı. Amarikanın golej mehtebiymiş ora. Sonra Rumlar burdan gettikten sonra Türkler yetiştirme yurdu yaptılar orayı. 62den bu yana da cezaevi oldu." Varmadı elimiz, değiştiremedik; Mehmet Turan Aksunun renkli anlatımını, Kayseriye özgü şivesini… Madem ki Tarih Vakfı olarak sözlü tarih görüşmelerini ilk kez gazete sayfalarına taşıyorduk; sözlü tarihin prensiplerine uymamız, yaşam hikayelerindeki anlatım biçimi ve yöresel dilin renklerini de aslına uygun olararak kaydetmemiz ve aktarmamız gerekiyordu. Duran emminin (M. Turan Aksu) kendine özgü şive ve anlatımını koruduk. Kayseri Zinciderede geçen 91 yıllık yaşamın izlerinde 1923-1925 mübadelesini, Rumların köyü terk edişlerini, Kayseri, Adana, Zincidere üçgeninde geçen bir hayatın tanıklığını kaydettik bu kez. Çiftçilik, marangozluk, balyacılık ve muhtarlık yapan Duran emminin yaşam öyküsüne konuk olduk. Yoktu siyah-beyaz fotoğrafları, görüşme anında çekilen fotoğraflarla hazırladık söyleşiyi. Köydeki evinde yaptığımız görüşmede Duran emminin gözlerinde, sözlerinde dağlardaki Cehriyi, yıkılan kiliseleri ve köyden göçen Mariayı gördük. Köy odalarındaki sohbetlere kulak misafiri olduk. "Tapu virmedi dövlet" Zincidere Köyünde mübadele öncesinde 650-700 hane Rum, 50 hane kadar Türk yaşamaktadır: "Aklım yettiğinde Rumlar varıdı burada. İyi geçiniyorduk. Rumlar paralıydılar. Bizim Türkler de onlara hizmet görürlerimiş boyna, zaten sayıları da azmış. Yalınız bizim geçimlerimiz eyiymiş. Ben 10-11 yaşına varınca, Rumları burdan Atatürk, mübadelede gönderdi. Yunanistandan göçmen getirdi burıya, 80 hane göçmen geldi. Tapu virmedi dövlet, 10 sene. (Sonradan) Tapuyu alanlar peyderpey sattı, heç bi hane kalmadan Egeye yerleştiler. Dediler ki Biz burda daşın içinde ne yapacağız ve gettiler. Zengin olmuş çoğu. Heç bi Rum hane galmadı. Yalınız Rumlardan üç dane gadın alan oldu burdan. Hepsinin çocukları oldu. Bir denesinin çocuğu Harb Okulunu gazandı, dövlet soyuğu araştırınca, anası Rum olunca almadılar. Müslüman oldular, namaz neyin gılardı o gadınlar… Böyle eyilerdi Rumlar." "Giderken çok üzüldüler" Lozan Antlaşması ile ortaya çıkan mübadele kararı ile Rumların gidişine tanıklık ettiğinde 10-11 yaşındadır M. Turan Aksu: "Arabalar geldi, yüklendi. Hele bir gavur garısı vardı, Sevül derleridi adına, eline bir def aldı, mahalle mahalle gezdi ağlayarah. Çoh üzüntülü gettiler, çoh. Hala gelip yohluyolar köyü… Eğer yıhılmış evler varsa ağlıyolar, ev faaliyetteyse onun foturafını çekiyolar, bahçesi varısa bi de bir poşete toprağından alıp gediyorlar. Çohları geliyor." Yıllar sonra bir ziyaret sonucunda çocukluk arkadaşı Marianın izini bulur: "Şu bizim garajın olduğu yerde, bir ev vardı yühsek, üç gatlı, oranın sahibiydi anaları. İki gızı vardı. Birini Amarikaya verdiydi, bir de güçcük gız varıdı, çocuhluğumuzda oynardık. Onlar da burdan mübadele ile getti. Ordan bir adam geldi bir sene, meğer Marianın komşusuymuş. Duran ağanın selamı var de dedim. Sonra gız (Maria) bana foturafını ve mehtup göndermişti." Cehri ağacı Köyde yaşamı paylaştıkları Rumlar ziraat ve bağcılıkla uğraşırlar. O günlerde dağlarda yetişen ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de yoğun olarak ticareti yapılan bir bitkiyi, cehriyi (rhamnus petiolaris) anlatıyor Duran emmi: "Çohları ziraatle geçinirlermiş, burda cehri diye bi ağaç varıdı. Dağ daş o cehridenimiş. Ufacık bir ağaç, şu nohut tanesinden ufah, siyah bir tohumu var, ondan boya yaparlarımış, gönderilerimiş. Onlan uğraşırlarımış ekseri. Kumaş boyası için kullanılırmış zaar. Rumlar gedince öldü, muhacirler söhtü attılar. Rumların arazisini, evlerini muhacirlere verdiler, onlar da ne varsa söhtü, yahtı." Muhacirler Mübadelenin ardından boşalan evler, araziler yeni sahiplerini beklemektedir. Yunanistandan zorunlu göçe tabi tutulan insanlar (muhacirler) için yeni bir dönem başlamaktadır, yeni komşulara ve yeni topraklara alışmak, uyum sağlamak… Her iki taraf için de kolay geçmez bu yıllar: "Göçmenler biraz ahsiydi. Şimdi birine Selamınaleyküm, kolay gelsin dedin miydi, onlar garılarına familya diyolarıdı, vay sen familyamın yanında bana laf attın deyin, çapayı çekip kopuyolardı o selam gönderen adama. Goçmenlerilen eyi geçinemedik. Bizim koy halhı dediler ki, Gavur bunlardan eyiymiş... Camimiz gine aynı varıdı. Dört kilise varıdı. İkisi duruyor, ötekini belediye başkanı yıhtı. Goçmenlerin mallarını ekseriyetle Reşadiye köylüsü aldı, onlar zenginidi biliyon mu. Bizim burdan alan olmadı, zaten burda halk yoğudu ki. Şimdi camiye gidiyom, bahıyom 20-30 kişi cemaat var, hesap ediyom, dört kişi yerli ya var ya yoh içinde, hep şordan şurdan gelme. Eski binaların çohları yıhıldı. Muhacirler gittikten sonra tapusuz kalan binalar Milli Emlaka kaldı, onlar satış yaptılar." "Dağ daş ekilmedi, galdı" Mübadeleden sonra ekonomisi bozulan köyün erkekleri Adanaya, Kayseriye çalışmaya giderler: "Rumlar gidince, ondan sonra Adanaya ticarete getmeye başladılar çohları. Kimisi faprikada çalıştı, kimi sanat öğrendi. Dağ daş ekilmedi galdı, Rumlar kalsaydı oralar hep imar olurmuşudu, şimdi hiç bi bahan yoh. Bağlar bozuldu. Çünkü herkes sanatkar olunca bağa bahmaz oldular. Rakı üretiyolardı evelden, bağcılık ölünce rakı da öldü." Duran emmi de bu yıllarda Kayseriye çalışmaya gider. Kayseriye gidiş Daha sonra çocukluğundan beri elinin yatkın olduğu marangozluğa heves eder M. Turan Aksu: "Ondan sonra marangözlüğü yörüttüm artıh. Çiftçilik yapamadım. Çirah dutardım. O çifti yörüdürdü, ben yine marangözlükte çalışırdım. Orda (Kayseride) bi marangöze gettim, 50 guruş haftalığılan çalıştım orda. Geldikten sonra köydeki Gedikli Erbaş Okuluna (şimdi askeriyenin içinde kalan bu okul ilk zamanlar Rum Manastırı olarak inşa edilmiş) girdim kadrolu olarah, 60 lira mayışlan çalıştım. Sonra dükkan açtım, marangözlük yaptım burda. Bir-iki dene de çirah yetiştirdim, Alamanyaya gettiler çocuhlar, orda mobilya işleriyle uğraştılar. Ondan sonra çatı yapmaya başladım, kolaylıh olsun diye. Epeyice çatı eserim var köyde." "Kayseriye ben de gettim, Sümer Faprikası vardı. Orayı Ruslar yapıyordu. Tercüman ile anlaşılıyordu. Gencim, dört arkadaş gışın yayan ta faprikaya gittik. Üç saat sürüyordu yol. Saat beşte galkmalıyık ki, sekizde işbaşı yapah orda. Beşte paydos ediyoh, buraya sekizde anca eriyoh... Kayseri o zaman harabıdı. Saathaneden bu yana Talas Caddesinde kötü daşlardan yapılmış binalarla doluydu, bağ evleri varıdı. Şimdi tüm apartman. Geçen gine bir Kayseriye gettimdi, Ağa burlar nereydi? diye sordum. Öyle büyük mağazalar yoğudu, kapalı çarşı bile külüstürleşmişti, sonradan tamir ettiler, faliyete geçirdiler çarşıyı." "İstanbulu yıhtı" Askerliğini İstanbul Selimiye Kışlasında yapar M. Turan Aksu: 38de askeridim. Altı ay kursa gettim, Selimiye Kışlasında. Çavuş olunca Maltepede inzibat çavuşu yaptılar beni. Atatürkün cenazesine vazifeli gönderdiler. O gün Galata Köprüsüylen, Eminönü Camisini bağa (bana) verdileridi, halk tepkiye düşmesin diye. Her dövletten bir tahım asker geldi cenazeye. Galata Köprüsünden süvarisi, motorlusu, piyadesi geçti. Piyade Unkapanından, Karaköyden böyle dolandılar. Rumlar demişler ki o sırada, Yahu Türkler 18 milyon diyolar, sırf burdan geçen asker 20 milyon vardı. Böyük bi tören oldu. Çoh galabalığıdı. Hamidiye Vapuru vardı, o yanaştı, Atatürkü oğa bindirdiler, ondan sonra Yavuza gotürdüler. Yavuzun her tarafında top var biliyon mu, İstanbulu yıhtı bu toplar. Topu ata ata, aldılar gotürdüler." Bir süre sonra ikinci kez askerliğe çağrılır M. Turan Aksu. Bu sırada Mensure hanım ile evlenir. Bir yıl sonra 1941 yılında ilk çocukları Mustafa Aksu doğar. O günlerde İkinci Dünya Savaşının ülkeyi derinden etkileyen ekonomik zorlukları yaşanmaktadır: "Para yoğudu o sıralarda, herkes darıdı. Arpa ekmeği yidim gıtlıkta… Caddeler fıstık kabuğundan geçilmez oldu, millet fıstık yiye yiye, gıçı dutmaz oldu vallah…" Milli Mensucat Fabrikası Bir yandan çiftçilikle uğraşıp evinin geçimini sağlayan Duran emmi Adanaya, dayısının yanına çalışmaya gider: "Dayım hammal başıydı, birkaç faprikanın balyasını alıyordu. Balya basardım ben de. Çıhan pamıhları bi haşa (çuval) olur böyle böyük, haşaya basılır, arabalara yühlenirler, gotürürlerdi. Ben dayımgilde galıyor, orda yatıyordum. Balya yaparkende faprikada yatardım. Milli Mensucat Faprikasında 200 kişiye yakın işçi vardı, koza toplıyanı, koza getireni… Çoh adam varıdı, yalınız biz balyacılar olarak dört kişiydik. İki-üç sene sürdü bu iş. Çalışıyoduh, faprikalar paydos oldumu gezerdik. Adana yıkıkıdı o zaman." 22 senelik muhtar 1960 yılında doğup büyüdüğü köye muhtar seçilir M. Turan Aksu : "82ye kadar, 22 sene mıhtarlık yaptım. Köy 180 haneydi. Belki 250 olmuştur şimdiye. Belde olup belediye olduğu sene mıhtar oldum. 82de istifa ettim. Möhürü Özel İdarede teslim ettim, hicaza gittim. İki kez hicaza gettim. Suriye ve Bağdat üzerinden gettim. Biz karayolundan gettiğimizden ziyaretlerin hepsini gezdik. Şimdi tayyareylen gedenler cit diye iniyolar, bir Mekkeyi, Medineyi görüyolar. Hacca gittikten sonra gaveye daha adımımı atmadım. Haram da yemedim hiç. Ama ondan evel içiliyordu da, gidiliyordu. Hacca gidince hepsi bağlandı." M. Turan Aksu halen Zincidere beldesinde, küçük oğlu Ahmet Aksu, gelini ve torunlarıyla yaşıyor. 2000 yılında eşi Mensure hanımı kaybeder. Oğlu Mustafa Aksu son yerel seçimlerde Zincidere Beldesinde Belediye Başkanı olur: "Mustafadan sonra iki dene gız oldu, sonra Ahmet doğdu. Mustafa Kayseride Çırah Okulunda ohudu. Gızları Ermeni gızının yanına terziye godum, terzi oldular. Ahmet de Sanat Okulunu bitirdi Kayseride. Gızları da işte, zaten o sırada gocaya verdik. Gocaları terzilik yaptırmıyor ama. Şimdi çocuhların birazı Adanada, birazı Ankarada. Her sene gelirler. Hörmet ederler. Beni istiyorlar, gedemedim bu sene." "Havada gartal gibi uçuyor" "Köy odalarında eski savaşlardan, askerlik anılarından bahsedilirdi, onları dinlerdik. Ben askerden dönmeye köy odaları kalmadı. Eshiden gahveye gitmezlerimiş yaşlılar, köy odalarında birikirleridi, sonra da gahveler açıldı, gahveye gider oldular… Yemene üç kişi getmişler, benim biraderim de var idi içlerinde. Yedi sene askerlik yapmışlar, onlar gelmiş, anladıyolar. Bi danesi anladıyor ki, Yahu İngiliz bi alet yapmış. Havada gartal gibi uçuyor. Türk askerini gördü mü böyle arkası dineliyor, bombalıyor, daş üstüne daş gomuyor. Adı Cemaldı o adamın, Cemal çavuş o neden yapılmış? diye sordular. Demirden yapılmış deyiverdi. Sonra da Yahu sen de öyle bi yalan söyledin ki diyolar, Getirdin demiri Kayseride havada uçurdun, demir uçar mı? diyolar. Tayyareyi anlatırımış adam…" "Eskiden saygı çoğudu" Duran emmi ve torunları: "Şimdi çoh hemi varlık, hemi rahatlık var. Evelden bi kalem parası bulamıyoduk. Şimdi her şey bolluh Allaha şükür. Kadınlar da golaylaştı. Evelden ocah yahmayıdı, tandır yahmayıdı, şimdi gaz ocağı da yoh, elektriklen, tüpülen yahıyolar, işte bu. Çamaşırı makine yıhıyor, bulaşığı makine yıhıyor, hali vahtı olanlar, kadınlar da çoh rahat şimdi. Yalınız güçcüklerin böyüklere garşı hörmeti gısaldı eskiye nazaran. Eskiden mesela böyükler dışardan geldi miydi güçcükler ayağa galgar, yer veriridi, şimdi istersen kim gelse gelsin, gıpramıyo yerinden, saygı azaldı şimdi. Eskiden saygı çoğudu. Bir de tandır varıdı daha önce, yemeğin düdühlü tadını gaçırıyor. Evelde bahçeden indik ya, orda bi fırın varıdı, ekmek gokusu duyulurdu, şimdi fırının dibinden geçiyoh da ekmek kokusu yoh. Neden, fenni gubre atıyolar ya. O gubre ekmeğin dadını alıyor, hormonlu oluyor. Salatalık, dadını bulamıyon artıh." "Hiçbir arızam yok" *** "Allaha şükür hiçbir arızam yoh. Şimdi bazı genç adamlar gazeteyi gözlük tahmayınca ohuyamıyolar. Ben gazeteyi gözlüksüz ohurum. Kendimi idare ettiriyorum işte. Gezmeyi çoh severim. Sabahleyin gış veya garda, şurda bi meydan var, orayı gırk sefer dolanırım, elime bastonumu alırım, sabahleyin bi yerimden galktım mı, namazı gıldım mıydı, çocuhları galdırmam. Eğer gar, tipi olmazsa bi bahçeye gider, gelirim. Bi kilometre ney ilerde bahçem var. Kayseriye gideceh olsam dolmuşa binmem. Yayan giderim. Sabahleyin, ekmeğilen süt yerim. Öğlenleri yemek oldu olmadı, baharım ekmeği doğrarım yoğurda onu yerim. Yani yemeği çoh aramam, davetlere giderim, üç-dört türlü yemek olur, bi türlüsünü yerim, karıştırmam midemi." Danışmanlar: Doç.Dr.Aynur İlyasoğlu/ Doç.Dr. Esra Danacıoğlu Proje koordinatörü: Ceren Lordoğlu Görüşen: Hakan Koçak Deşifre ve Redaksiyon: Sevil Üzrek n Görüntü kaydı: Tamer Üstel n Süre: 2 saat n Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Bu söyleşi Kayseri Ticaret Odasının desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Proje kapsamında, Bu kentlerin belediyeleri, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri…Projeye katkılarınızı bekliyoruz…Ceren Lordoğlu ( clordoglu@tarihvakfi.org.tr ), Tûbâ Çameli ( tcameli@tarihvakfi.org.tr )Filiz Öğretmen ( fogretmen@tarihvakfi.org.tr ) temasa geçmeniz yeterli.Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 www.tarihvakfi.org.tr Antakya, Mersin, Çanakkale, Edirneden köylü, çiftçi, ev kadını, girişimci gibi farklı gruplardan 70 yaş üstü kişilerle görüşmek istiyoruz… GELECEK HAFTA: Kebuter Sezercan "Kupkuru bir ülkeydi Halep. Olsa olsa deve dikenleri vardı. Onları toplar getirirdik, mektebe çiçek diye."

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler