14.08.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
aslicak@milliyet.com.tr The House Cafe aslında tasarımcı olan Ramazan Üren'in kahve merakıyla doğdu. Üren'in anlattığına göre kahve konusundaki bilgisini, sevgisini bilen çeşitli kafeler onu hafta sonları kahve günleri düzenlemek için çağırıyormuş. Kahve kadar iyi yemeği ve kafeleri de seven Üren en sonunda kendi kafesini açmayı düşünmüş. Asıl istediği dostların, arkadaşların buluştuğu, ev gibi bir kafe açmakmış. Bunun için de Teşvikiye'deki bir apartman dairesini seçmiş. Başta "Olmaz", "İşlek bir yerde, göz önünde olmazsa tutmaz" demişler. O da "Olsun, kahve makinemizi koyarız, gelene satarız, en azından kirayı çıkartırız" diye cevap vermiş. Ama The House Cafe daha da fazlasını yaptı. Yaz gelince, 300 metrekarelik bahçesini de açınca hem kafesi hem bahçesi birkaç kez çeşitli yayın organlarınca İstanbul'un en iyisi seçildi. Gittikçe ünlendi ve şubelerini açmaya başladı. Mekanın diğer ortağı Canan Baltacıoğlu başka projeleri olduğunu da belirtiyor: "Anadolu yakasında bir yer açmak, The House Cafe'nin otelini yapmak istiyoruz. Kışın bir yemek kitabımız çıkacak. Ve artık catering hizmeti vermeye başlayacağız." Üç, üç buçuk yıl önce ilk olarak Teşvikiye'deki The House Cafe açıldı. 100-110 metrekarelik bir apartman dairesinde... Salonun ortasında büyük bir masa vardı. Gelenlerin hepsi sanki birbirini tanıyormuş gibi bu masanın etrafında ve tavandaki kocaman avizenin altında toplanıyor, yemeklerini yiyor, kahvelerini içiyordu. Şimdi ise The House Cafe'ler üçlendi. Aileye yeni katılanlar, müşterilerin yer olmadığı için kafenin önündeki taşlara oturarak içkilerini içtikleri Beyoğlu Tünel şubesi ve Boğaz manzaralı, diğerlerine göre daha büyük olan, teraslı Ortaköy şubesi... Her ne kadar kafe diye geçse de burada restoran hizmeti veriliyor. Baltacıoğlu ve mutfağın şefi Coşkun Ünsal sonbahar aylarında Avrupa'ya gidiyor. Oradaki kafeleri, restoranları gezip tüm yenilikleri The House Cafe'nin mönüsüne de getirmeye çalışıyorlar. Şu anda mönüde ballı şarap soslu ızgara bonfile, Sicilya usulü tavuk, körili ve mercimekli somon ızgara, deniz mahsullü spagetti gibi ana yemeklerin yanında destek lezzetleri, küçük yemekleri de bulabiliyorsunuz: Yeşil biberli acı sos ile verilen yengeç kek, kuskus, bruschetta, çıtır pideler ile sunulan peynir tabağı... Ayrıca salatalar, sandviçler, pizzalar ve günün balığı... Mevsime göre mönüye çeşitli yiyecekler eklenebiliyor, zamanı geldiğinde frenküzümlü bir pizza yiyebiliyorsunuz.Porsiyonlar doyurucu. Verilen yemekten daha çok yanındaki takviyeler, mesela salatalar, otlu ekmekler, patateslerin çokluğu göze hoş geliyor. Canan Baltacıoğlu'nun "comfort food" olarak nitelendirdiği, kremasız, sossuz ya da az soslu, zeytinyağı ile pişirilen, malzemenin tam tadının alınabildiği ve gerçekten büyük porsiyonlu salatalar ve bol ekmekle sunulan yemekler. Bu arada ekmeklerini de kendileri yapıyorlar. Zeytinli, soğanlı, körili ekmekleri denenebilir. Sos az, garnitür bol Gelelim içeceklere. Kahve konusunda başta da belirttiğimiz gibi Ramazan Üren yüzünden iddialılar. Espresso, mocchiato, kapuçino, sıcak çikolata, Türk kahvesi, latte çeşitleri, soğuk kahveler seçenekler arasında. Duble espresso mevsim meyveleri ile birlikte sunuluyor, fiyatlar 4 ile 9,5 YTL arasında değişiyor. Ayrıca meyve çayları ve Ajda dediğimiz büyük, ince belli bardakta getirdikleri çay da var. Tabii bu yaz sıcağında sadece sıcaklar içilmiyor. Baltacıoğlu'nun belirttiğine göre en çok 7,5 YTL'lik naneli limonataları ve kivili, çilekli, frambuazlı frozen'ları gidiyor. Alkollü olarak da naneli-votkalı limonataları.The House Cafe'lere saat 09.00'da koşusunu yaptıktan sonra portakal suyu içmeye gelenler olduğu gibi, çocuğuyla, köpeğiyle gelen, uzun süre oturup yemek yiyerek sohbet edenler de oluyor. Turistlerin çok sevdiği kafenin Tünel'deki şubesinin müşterileri arasında çevredeki ibadet yerlerinden gelen hahamları, rahipleri de görebiliyorsunuz. Çalışanların hepsi bakımlı, yakışıklı, güzel gençler. Müşterilerle arkadaşlarıyla ilgilenir gibi ilgilenen garsonlar arasında ne yazık ki "Ay" yerine "Oops", teşekkür yerine "Thank you" demeyi tercih edenler de bulunuyor. Her masada metal sürahiler içinde su bulunuyor. Su, ekmek bedava. Yemeklerin fiyatları ise 12,50 ile 23 YTL arasında değişiyor. Salatalar 14-18,50 YTL, pizzalar 14,50-22 YTL, çoğunlukla bol yeşillik ile verilen sandviçler de 15-18 YTL. Küçük yemeklere ise 8 ile 18 YTL arasında bir para ödüyorsunuz. Çayıyla, kahvesiyle, özel yumurtasıyla, peyniriyle, reçeliyle doğru dürüst bir kahvaltı 30-35 YTL'ye geliyor. Nişantaşı'nda içki yok. Saat 24.00'te kapanıyor. Diğer ikisinde ise içki çeşidi bol ve 02.00'ye kadar açıklar. Rezervasyon kabul etmiyorlar. Rahipler ve hahamlar da müşterileri arasında Mekanların dekorasyonu Baltacıoğlu'nun kardeşi Seyhan Özdemir'in elinden çıkma. Üç mekanda da ortak olarak mutlaka ortada büyük bir masa ve üzerinde kocaman bir avize bulunuyor. "Bizim amacımız insanların bir araya gelmesi, sosyalleşmesi... Zaten her şey Nişantaşı'ndaki o büyük masayla başladı ve bu artık The House Cafe'lerin bir özelliği oldu. Sanki bir aile, evinde yemek yiyor gibi. Salondaki masa, üzerinde avize, herkes masanın etrafında, sohbet ediyor, yemek yiyor. İşte bu karikatürün farklı versiyonları var kafelerimizde" diyor Özdemir. "Her şey o büyük masa ile başladı" The House Cafe'lerdeki mobilyalardan beğendikleriniz olursa sipariş verebiliyorsunuz. Oradaki mobilyaların tasarımlarını da mobilya ve aydınlatma elemanları tasarlayan Özdemir yapıyor. Yaptıklarını yurtdışına gönderiyor, bir kısmını da kafelerde kullanıyor. Sizin beğendiklerinizi de burada bulamayacağınız için size özel yapıyor. Beğendiğiniz mobilyalar için sipariş verebiliyorsunuz