11.10.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
MEHMET TEZ
Ahmet Hakan Coşkun, Nişantaşı’ndaki kocaman evinin geniş salonundaki “dev” koltuklar, “dev” sehpalar ve “dev” televizyonla birlikte büyük bir uyum içinde olan “dev” yemek masasının ucunda onlara nazaran küçük bir siluet olarak tek başına oturuyor.
Hava aydınlık ama evdeki ışıklar yanıyor. Kocaman salon, içinde yaşanan, gündelik dağınıklıkların olduğu bir evden ziyade sanat galerisi gibi. Fazla derli toplu.
Önünde bir kül tablası, bir paket sigara ve bir telefon var. Yani ihtiyacı olan her şey. Arada bir telefonu kurcalıyor, bir iki “tweet” yapıyor, evdeki yardımcılarına bize içecek bir şeyler getirmelerini söylüyor.
Türkiye’nin en fazla okunan yazarlarından biri olarak bu kocaman evin içinde yalnız bir adam gibi. Tek başına olmayı sevdiğini ve bunun, kardeşlerin hepsine sirayet ettiğini birazdan öğreneceğim.
Mahmut Fazıl’ın hangi ismi kullandığını soruyorum. “Mahmut” diyor, “geliyordu, trafiğe takılmış. Şimdiden Fellini oldu mübarek. İlk filminde bekletme tripleri yapıyor...”
Mahmut az sonra kulağında telefonla geliyor. Bir süre konuştuktan sonra kapatırken özür diliyor. İtalya’da bir festivale davet ediliyormuş. Onunla ilgiliymiş.
“Oh ne güzel iş” diye takılıyor Ahmet. “Entel bir film yap, dünyayı dolaş; İtalya, Japonya, Hollanda...”
Mahmut Fazıl Coşkun, ortanca abisi Ahmet Hakan Coşkun’dan yedi yaş küçük. Görünüm itibarıyla da onun biraz daha genç hali gibi. Her ne kadar kendi işlerinde güçlerinde iki yetişkin insan olsalar da aralarında belli belirsiz bir hiyerarşi var. Ahmet, Mahmut’a takılmayı seviyor. Ödüllü yönetmen de olsan ailenin küçük çocuğusundur hissi...
Ahmet bu film konularında öne çıkmayı pek istemiyor. “Ahmet Hakan’ın kardeşi film çekmiş” algısı yaratmaktan kaçındığından olsa gerek. Ve bu anlaşılabilir bir endişe. Ahmet bir yandan telefonuyla ilgilenirken Mahmut’a soruyorum.
Yönetmen olmaya ne zaman karar verdiniz?
Mahmut Fazıl Coşkun: Lisede matematik bölümündeydim. Devamında mühendislik bölümüne gireceğim kesindi. Başka seçeneğim yoktu. Elektrik mühendisliğini kazandım. Okula girdim ve o anda bu işi yapmak istemediğimi anladım. Üstelik o zamana kadar başka bir şey yapmayı düşünmemiştim.
Yönetmenleri takip etmek, film izlemek gibi meraklarınız yok muydu?
Mahmut F.C.: Bir sinefil değildim. Sinemaya özel merakım yoktu yani. Daha çok bir hikaye anlatma isteği geliştiğini hatırlıyorum o dönemde. Bu bahsettiğim, 1991 yılı civarı. Okul bitti ben yavaş yavaş sinema okumaya merak sarmaya başladım. Türkiye’de okullar sınırlıydı. İletişim fakülteleri vardı. Bu işi yurtdışında yapmak daha mantıklı geldi. Ben de yurtdışında okumanın yollarını aradım. Amerika’ya gittim.
Hangi okula gittiniz?
Mahmut F.C.: California Üniversitesi (UCLA) sinema bölümü. Orada yaklaşık dört yıl kaldım.
“Romantik komedi diye başladık”
Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?
Mahmut F.C.: Roman yazarı arkadaşım Murat Menteş var. Onunla bir senaryo yazmaya karar verdik. Konu genel olarak bir kız meselesi olacaktı. İmkansız bir aşk hikayesi anlatalım. Kız problemli olsun. Böyle bir şey.
Kız problemli derken...
Mahmut F.C.: Daha çok romantik komedi tarzında bir şey. Kız erkekle sürekli oynayacak falan. İmkansız bir tür aşk hikayesi arıyoruz yani. Nasıl olsun, nasıl olsun derken bu hikaye geldi benim aklıma. Murat pek beğenmemişti. İlgilenmedi. Sonra başka işleri çıktı. Ben kendi başıma bu hikayeyi yazmaya başladım. Hatta bazı sahneler o zamandan vardı kafamda. Filmin genel örgüsü de o sahnelerin etrafında gelişti diyebilirim. Senaristlik iddiam hiç olmadı. Kendimi yönetmen olarak gördüm hep.
Romantik komediden bu noktaya nasıl geldiniz peki? Çünkü burada imkansız bir aşk var ama romantik komedi değil.
Mahmut F.C.: Bu proje farklı bir şey oldu. Murat romantik komediyi de yazdı bitirdi. “Kız Meselesi” diye bir senaryo ayrıca var.
Yoksa sırada yine imkansız bir ilişki mi var? Mesela bu “Kız Meselesi” gibi?
Mahmut F.C.: Var bir şeyler ama daha tam olgunlaşmadığı için söylemeyeyim şimdi.
“Farklı dünyaların insanlarıyız”
Bir de abiniz var değil mi?
Ahmet Hakan Coşkun: Evet.
O ne iş yapıyor?
Ahmet H.C.: Reklam işinde. TRT için çalışıyorlar.
Küçükken birbirinize yakın kardeşler miydiniz? Yoksa okul ve iş yüzünden herkesin bir yana dağıldığı bir ortam mı vardı?
Ahmet H.C.: Çok yakın değiliz. Yani ikinci şık. Herkes bir tarafa dağıldı üniversite çağında. Şimdi de hâlâ çok yakın değiliz ama temas halindeyiz. Yani mesafeli bir temasımız vardır. Mahmut burada oturuyor (karşı apartmanı gösteriyor), benim önceden boşalttığım daireye taşındı. Her gün bir arada olup kararları bir arada veren kardeşler vardır. Öyle değiliz pek. Bu tip bir aile değiliz zaten. Herkes kendi dünyasını yaşıyor. Ama görüşürüz.
Birlikte yemeğe çıkmalar, sosyalleşmeler falan?
Ahmet H.C.: Nadir.
Karşılıklı apartmanlarda oturuyorsunuz. Diyelim ki Ahmet gazeteleri aldı, kafeye gitti. Beraber takılıp gider misiniz peşinden sohbete?
Mahmut F.C.: Yok. Ben sabah işe gidiyorum. Nişantaşı’nda pek takılmıyorum.
Farklı dünyaların insanları mısınız siz?
Ahmet H.C.: Farklı dünyalar.
Birbirinizi eleştirdiğiniz oluyor mu?
Mahmut F.C.: Oluyor. Şöyle; temel farkımız şu benim gözlemlediğim kadarıyla: O çok daha realist. Her şeyi bütün gerçeği o çapaklarından ayırarak görebiliyor. Hayata o şekilde bakabiliyor. Ben onu yapamıyorum. Çok daha... Duygusalım herhalde...
Abiniz duygusal değil mi?
Mahmut F.C.: Şunu demek istiyorum. Ben meseleleri onun gördüğü şekilde görmeyi pek başaramıyorum. O bunu çok rahat yapabiliyor. Aramızda böyle bir fark var. Ve o çok dışa dönük biri. Ben daha kendi halimdeyim.
“Mahmut’un sinemacı olmasını beklemiyorduk”
Kardeşinizin sinemacı olması ailede beklenen bir şey miydi?
Ahmet H.C.: Hiç öyle bir şey yoktu. Bende şaşkınlık yarattı açıkçası.
Senaryodaki gibi bir olay hiç başınızdan geçti mi? Yani bir din adamı gayrimüslim bir kadına âşık oluyor...
Mahmut F.C.: Hiç öyle bir şeye şahit olmadım. Doğrusunu istersen benim kafamda belli bir-iki sahne vardı. Ben onlardan hareket ederek filmi kurguladım. Olaydan değil yani...
Ödül, hatta birçok ödül alacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Mahmut F.C.: Tabii herkes bazı şeyleri ümit eder ama bu kadarını beklemiyordum. Hiç öyle kendimi şartlamamıştm...
Twitter’ı nasıl keşfettiniz?
Bir arkadaşım önerdi. Önce baktım, pek bir şey anlamadım. Hoşuma da gitmedi. Sonradan merak sardım.
Sizin için Twitter nedir?
Bence bir “yoldaş”lar topluluğu. Aynı kafada insanların gruplaştığı bir yer.
Ne kadar zaman ayırıyorsunuz tweet’lemeye?
Valla çok ayırmıyorum. Benim için eğlence zaten. Yazı yazarken mesela arada mola veriyorum, hemen bir şey giriyorum. Sonra tekrar yazıya dönüyorum.
Yazılarınızı nerede yazıyorsunuz?
Evde çalışma odam var. Orada. Gazetedeki odamı da kullanıyorum tabii.
Twitter’la gazete arasında nasıl farklar var?
Twitter’da yazdıklarıma çok daha olumlu tepkiler geliyor. Orada daha kafa dengi insanlar var çünkü.
“Biz çocukken evde dini kitaplar vardı, Ahmet bana ‘Suç ve Ceza’yı önerdi”
Abilik taslar mıydınız kardeşinize?
Ahmet H.C.: Mahmut’la benim aramda yedi yaş var. Bu fark olunca tam Mahmut’un yetişme döneminde ben evden ayrıldım okula gitmek için. Dolayısıyla öyle çok sıkı bir ilişkimiz olmadı. Böyle yönlendirici, abinin öğütler verdiği tipte, bu tarz bir ilişkimiz olmadı.
Siz abinizden nasıl etkilendiniz?
Mahmut F.C.: Şunu söyleyebilirim. Biz çok çocukken, herhalde 12 Eylül öncesindeyken evde sadece dini kitaplar vardı. Ya da dini yayınevlerinin çıkarttığı romanlar, hikayeler gibi kitaplar. Çok kitaplı bir evdi. Ama kitaplar hep böyleydi. Ve o zamanki evlere göre çok daha fazla kitap olan bir evdi bizimkisi aynı zamanda.
O sırada nerede yaşıyordunuz?
Ahmet H.C.: Değişik yerlerde.
Babanız bir din adamı ve onun görevi dolayısıyla dolaşılıyor, böyle mi?
Ahmet H.C.: Evet tabii.
Mahmut F.C.: Fakat mesela Ahmet ya da Abdullah üniversiteye girdikten sonra ya da onlar daha büyümeye başladığında bizim evdeki kitapların profili değişmeye başladı. Daha farklı kitaplar gelmeye başladı. Giderek büyümeye başlayan bir kitaplık vardı. Ve bana o zaman bazı kitaplar veriyordu.
Nasıl kitaplar?
Mahmut F.C.: Mesela “Üç Silahşörler” (Kahkaha atıyorlar).
Ahmet H.C.: Hiç hatırlamıyorum.
Mahmut F.C.: “Al bunu oku” diyor mesela. Hatta şöyle bir şey söylediğini de hatırlıyorum.
O zamanlar Rus klasiklerini okuyordu. Bana
dedi ki “Suç ve Ceza’yı okumadan olmaz”.
Genizden gelen davudi bir sesle mi söylüyordunuz mesela bu cümleyi?
Ahmet H.C.: Vallahi hiç hatırlamıyorum.
Okudunuz mu peki?
Mahmut F.C.: Evet.
Haklı mıymış?
Mahmut F.C.: Yani...
“Kardeşler olarak öteden beri kendi hayatlarımızı yaşamayı tercih ettik”
Küçükken de mesafeli miydiniz kardeşler arasında?
Mahmut F.C.: Benim hatırladığım kadarıyla bizim hayatımız hep böyleydi. Biz kardeşler olarak hep kendi hayatlarımızı yaşamayı tercih ettik. Diğer abimizde de aynı şey vardır.
Ahmet H.C.: Herkesin kendine göre takıldığı, öteden beri böyle yaşayan bir aileyiz.
Sizin yaptıklarınıza ve hayatınıza ailenizin tepkisi nasıl?
Mahmut F.C.: Her anne baba gibi seviniyorlar.
İzlediler mi filmi?
Mahmut F.C.: Hayır, DVD’leri yok çünkü.
Ahmet H.C.: Sinemada vizyona girince izleyecekler.
Filmin konusunu biliyorlar ama değil mi?
Ahmet H.C.: Tabii. Yani ödülleri heyecanla takip ettiler. Yarışma var o akşam mesela elde telefonlar falan heyecanla “Aldı mı ödülü gene bizim oğlan” şeklinde beklemeler... Ama dördüncüden sonra artık pek etkilememeye başladı. Gene mi ödül aldı canım diye (Gülüyor)...
“Caminin gerçek imamı ‘Kız İslam’ı seçse film daha çok izlenir’ dedi”
Benim çok sakin olduğumu söylerler. Genellikle herkesin görüşünü almaya çalışırım.
Mekanları nasıl seçtiniz?
Valla bir kilise ve cami gerekiyordu. Bunun olabileceği yerler zaten belli. Sanat yönetmeni arkadaşlar önerilerle geldiler. En uygununu seçtik.
Çekimler ne kadar sürdü?
Toplam dört haftada bitirdik. Her gün çok uzun saatler çalışıldı. Üç haftanın ardından bir ara verdik.
Sonra bir hafta daha set kuruldu ve çekimler tamamlandı.
Çekim yaptığınız cami ve kilisenin görevlileriyle nasıl bir muhabbetiniz oldu?
Camidekiler bize çok yardımcı oldu. Hatta şöyle komik bir şey de var. Caminin gerçek imamı “Kız neden Müslüman olmuyor?” diye sordu. “Mesela çocuk da tebliğ etse, kız Müslüman olsa ne güzel olur. Hem de daha çok izlenir” diye öneride bulundu. Kilise görevlileri de çok yardımcı oldu. Önce pek istemediler film çekilmesini ama sonra anlayışla karşıladılar ve bize kolaylık gösterdiler.
“Senaryoya dair ortaya atılan iddialar doğru değil”
Hikayeyi aslında Tarık Tufan yazdı.
O sıralarda Bektaş Topaloğlu ile tanıştım. Ben, Tarık, Bektaş bir de İsmail Kılıçarslan birlikte yazmaya başladık. Sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurduk. İş ciddileşti. Para bulundu. Bektaş o ara “Sıla” dizisinde iş buldu. Kendisi ayrıldı gitti yani. Sonradan da görüşemedik pek. Biz yazmaya devam ettik, hatta bir sürü farklı versiyon oluştu. Yani Bektaş’tan sonra hikaye çok değişti. Daha sonra Görkem Yeltan katıldı aramıza, filmde rahibe Clara’yı oynayan oyuncumuz. O da katkıda bulundu.
Ben Bektaş’ın ismini “senaryoya katkıda bulunanlar” diye yazdım. Ve o buna çok bozuldu. Rotterdam’a giderken biz Bektaş’ın adını koymaya karar verdik. Burada bir art niyet yok. Kendisiyle para konusunda da anlaşıldı. Aramızdaki sorun çözüldü. Ama bu olay Yeni Harman dergisinde çok abuk sabuk bir şekilde yazıldı. Bize açıp sorsalardı hepsini anlatırdık.
Ahmet Hakan:“Mahmut vaatkar bir yönetmen”
Filmi izlediğinizde siz ne düşündünüz?
Valla benim hiçbir katkım yok filme, bir defa bunu söyleyeyim. Ne fikir aşamasında ne de yapımda. Hikayeyi kabaca bana anlatmıştı Mahmut fakat nasıl bir sonuç çıkacağı konusunda bir fikrim yoktu. Benim sinemada en önem verdiğim konu bu doğallık meselesi. Doğal olmayan konuşmalar falan beni rahatsız ediyor. Günlük hayatta nasıl konuşuyorsak karakterlerin de öyle komuşmasını isterim. Film onu çok iyi yakalamış. İlk izlediğimde bunu fark ettiğim anda “Tamam” dedim, “Bu benim izleyebileceğim bir film, Mahmut da benim benimseyebileceğim bir yönetmen olmuş” diye düşündüm. Ama ben bunu amatör bir sinema izleyicisi olarak söylüyorum. Sonra filmi baştan sonra izledim. Tamamlanmamıştı gerçi daha, müzik yoktu ve kaba montajlı bir haldeydi. Beğendim. Ama şunu söylemeliyim. Kesinlikle sinemada seyredince daha etkili oluyor. O büyük perdede her şey çok farklı. “Bir başyapıt, şahane, gelmiş geçmiş en iyi film” falan gibi bir durum tabii ki söz konusu değil... Ben daha çok şunu önemsedim. Mahmut’un bu ilk filmi ve hayli vaatkar bir yönetmen olduğu izlenimini aldım.
Film hakkında yazacak mısınız peki?
Yok (Gülüyor). Yazmayacağım. Düşünmüyorum.
Mahmut Fazıl:“Bana gelip ‘Abin neden böyle yazmış?’ diyorlar”
Siz Ahmet Hakan’ın yazıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben de onun vaatkar bir yazar olduğunu düşünüyorum... (Gülüyor).
İyi bir Ahmet Hakan okuru musunuz?
Hiç kaçırmam, her gün okurum.
Kurgu açısından nasıl buluyorsunuz? Diyaloglar doğal mı?
Direkt ve gerçekçi. Çok basit ama güçlü olduğunu düşünüyorum.
Tartışma yaratan, tepki alan bir yazar abiniz. Bir şey yazıyor, bir taraf ayaklanıyor. Başka bir şey yazıyor, diğer taraf homurdanıyor. Size yansıyor mu bu tepkiler?
Maalesef yansıyor. Bana gelip “Abin neden böyle yazmış?” diyorlar.
Siz ne diyorsunuz?
“Evet haklısınız diyorum. “Doğru tabii” diyorum (Gülüyor).
Bugün çok iyi yazmış dediklerinde de mi aynı şeyi söylüyorsunuz?
Evet. Yine “Haklısınız” diyorum.
Arar mısınız abinizi “Bugün ne güzel yazmışsın” diye?
Aramıyorum ama aklıma gelmediği için, yoksa başka bir şey değil...