Pazar Topkapı Sarayı'nda "Lale" sergisi

Topkapı Sarayı'nda "Lale" sergisi

26.03.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Önümüzdeki ay Topkapı Sarayı'nda "Hamam ve Berber" ve "Lale" sergileri açılacak. Sergilerde, teşhirde olmayan depodaki nadide eserler ortaya çıkacak

Topkapı Sarayında Lale sergisi

18'inci yüzyıl Türkiye'sinde tarımda ve zanaatlarda önemli bir gelişme olduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte barışın getirdiği bir rahatlama tüketimi artırmıştı. Nitekim lale gibi güzel, mistik ve Asya'dan Türkler tarafından getirildiği anlaşılan bir çiçeğin etrafında şekillenen bu tüketim, aslında bir müddet evvel Felemenk ülkesini çok daha derin boyutlarda kasıp kavurmuştu. Yetiştirilen yeni lale türlerinin soğanlarını adeta açık artırma yoluyla kumara çeviren bu çılgınlık Hollanda'da tüccar hanedanlarını bile batırmıştı. Osmanlı başkenti 18'inci yüzyılda, tarihinde alışılmamış bir sulh dönemine girdi. 1711 Prut zaferi ve ardından gelen 1718 Pasarofça antlaşmaları ile uzun harp yıllarının kayıpları kısmen telafi edilmiş, şair Nedim'in gözde olduğu bir hayattan kâm alma havası yönetici grupları sarmıştı. Hollanda'daki lale çılgınlığına nispetle Türkiye'nin Lale Devri hayırhah biçimde değerlendirilmelidir. Bu dönemde lale düşkünlüğü şiir ve tezhiple, giyim kuşam ve yemek zevkiyle insanları belirli noktalarda birleştiriyordu. Sofra tanzimindeki inceliğin evvelki devirlere göre geliştiği müşahade edilmektedir. Yine kıyafet, mücevherat alanında bir incelme olduğu, asıl önemlisi bu incelmenin daha geniş gruplara yayıldığı gözlemleniyor. Topkapı Sarayı'nın hazinelerinde bile bu gelişmeleri görüyoruz ki sergimizde canlı örnekler mevcut.Diğer taraftan, lale soğanını yetiştiren insanın toplumsal mevkii, mali durumu, tahsili ayırt edilmeden cemiyet içerisinde adeta ortak bir seçkinler tabakası oluşturulduğu görülüyor. Dönemin biyografi yazarlarından Ubeydullah'ın "Tezkire-i Şükufeciyan" adlı eserinde ilmiye hanedanların en seçkin üyelerinden bahçıvana, kasaba, bir şairden esnafa kadar herkes yer alır. Mühim olan ilahi çiçek lalenin güzelliğini anlamak ve ona hizmet etmektir. 18'inci yüzyılın Türkiye'si, Batı Avrupa'ya "turquerie" denilen modayı, daha doğrusu yaşam üslubunu hediye etmiştir. Avrupa baroku da mimariyle, bahçeleriyle, porseleniyle Osmanlı'nın büyük şehirlerine girdi. Bu sulh dönemi içinde ordularımızın Avusturya ve Rusya ile er geç çatışacağı bellidir. Bütün bu asrın savaşlarının modern teknolojili ordularla yapıldığı açıktır. Lale düşkünlüğü Osmanlı'nın başkentinde trigonometri, balistik öğreten mühendishaneler, giderek askeri cerrah ve veteriner yetiştiren okullar açılmaktadır. 18'inci yüzyıl Türkiye'sinde modern tıpla üfürükçülük, tekkelerde süren sanatlarla medreselerdeki eğitim modern eğitimle birlikte yaşamaktaydı. Geleneksel sanatlarımız ve bilhassa resim sadece Avrupa'dan değil İran'dan esen rüzgarlardan da esinleniyor; insanlar şehirlerini tanımak için Ayvansarayî Hafız Hüseyin'nin "Hadikât'ül Cevamî" ve Ermeni İnciciyan'ın İstanbul üzerine yazdığı eserleri okuyor veya okutup dinliyordu. Birleştirici bir sembol İstanbul'da klasik sanatlarda bir açılım başlamıştı. Daha evvel iktidar sahibi grupların aldığı birtakım ürünlerin çarşı pazarda satıldığı görüldü. İstanbul'un seçkinleri kadar halkı da aynı tip edebiyatla ilgilenmeye başlamıştı. Mevlevî tekkelerinin, Rufailerin çok geniş bir kitleye musiki ve tezhip öğrettiği, "Mesnevî" okuttuğu anlaşılıyor. Öte taraftan sadece şair Nedim değil, "Tayyarzade", "Hançerli Hanım" ve "Şahmeran masalları" bazısı çok gerçekçi bazısı menkıbevi ve masalımsı halk hikayeleri halinde kahvelerde meddahların dilinden naklediliyordu. Yazmaların sayısı çoğalmıştı. Sanatta açılım başladı Bir müddet sonra matbaa ortaya çıktı. Hayatımıza girdiği söylenemez. Bazı eserler, yazmanın istinsahı halinde yaşıyordu. Fakat ilginç olan halk edebiyatının taşbaskılarla çoğaltılmasıdır. Lalenin etrafında sokaktaki insan incelik, zarafet arar olmuştu. Çarşının esnafından manastırın keşişlerine, medreselilerden tarikat ehline insanlar tören, ritüel ve musiki izler hale gelmişti. Bu çağ edebiyatımızda da resmimizde de, süsleme sanatlarımızda da lale ile temsil ediliyor. Lale 18'inci yüzyılın Osmanlı imparatorlarını birleştiren bir semboldü.Saraylar süslendiYirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi Fransa'dan Lenoir'ı celbetmişti. Kasır ve sarayların etrafı bu üslupta parklarla bezendi. Meydan çeşmeleri hatta namazgahlar çiçek ve lalelerle bezendi. Kasımpaşalı Ahmed'in geliştirdiği türe "Ahmedî" adı verildi. Ulemadan Fenarizade Ahmed Efendi Kıbrıs laleleri ile tanınırdı. Şalgam Ahmed Çelebi ve bizzat Padişah III. Ahmed çiçekçilik düşkünüydü. İstanbul kibarlarından Sinan Paşazade Süleyman Bey de yeni türler geliştiriyordu. 18'inci yüzyılın namlı çiçekçilerinden biri, "Katmer Kehrubâ" cinsini yetiştiren Uzun Ahmed'di. Ubeydullah'ın eseri, Rugani Alyi Üsküdarî'nin, bu ünlü çiçek ressamının eseriyle tamamlanıyordu. Matbaanın ortaya çıkışı Lale 18'inci yüzyılın cami, sebil, namazgah ve hatta Selimiye Kışlası gibi büyük barok binalarıyla süslendi. Bu devrin adı lale olsa da olmasa da güzelliğin yayıldığı, zarafetin yerleştiği bir Türk asrıdır. Önümüzdeki ay Topkapı Sarayı'nda "Hamam ve Berber" ve "Lale" sergileri açılacak. Teşhirde olmayan, depodaki nadide eserler ortaya çıkacak. "Lale" sergisini 11 Nisan'dan itibaren ziyaret etmek mümkün. Zarafet dönemi