Pazar‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’

‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’

09.12.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Mizahçının tutunacak dalı yoktur. Şöyle dediğim oluyor tabii: ‘Böyle bir iş icra ediyorum, tamam da, beyin cerrahı diye de bir şey var, ayı!’ O zaman küsüp ‘Ulan, başka iş tutsaydık’ diyorum"

‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’

Cem Yılmaz: öGenç yaşta insanların tatlı bir hatırası olarak kalmaktan korkuyorum"
‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’

"Mizahçının tutunacak dalı yoktur. Şöyle dediğim oluyor tabii: ‘Böyle bir iş icra ediyorum, tamam da, beyin cerrahı diye de bir şey var, ayı!’ O zaman küsüp ‘Ulan, başka iş tutsaydık’ diyorum"

‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’
Ahmet Tulgar

Ona Beşiktaş pazarındaki 7-8 Hasan Paşa Fırını’ndan portakallı, elmalı, muzlu, sonra çikolata çizikli ve arası reçelli kurabiyelerden aldım. Kuliste kurabiyelerimizi çaya bandırıp yemeye başladığımızda, gösteriye 10 dakika kalmıştı. "Konsantre olacaksan, biz çıkalım" dedim. "Ben karateci miyim, kiremit mi kıracağım, ne konsantresi?" dedi, "Benim işim konsantre olanı sulandırmak."
Ben ise önüme tam da onun o sulandırmaya çalıştığı konsantre şeyi ele geçirmek gibi zorlu bir görev koymuştum. O dağıttıkça, toplamaya çalışacaktım. Ne mümkün!
Cem Yılmaz şeylere benziyor: O Roma’daki filan gibi, ağzından, kulaklarından, burnundan, pipisinden su fışkırtan çeşme-çocuklara. Ya da bu resmi orta sınıf salonlarına taşırsak: Halının ortasında durup, iki elini beline koyarak, yetişkinlerin önünde şarıl şarıl işeyen intikam meleklerine.
Ama artık perde inmişse, saat de gecenin ikisi olmuşsa, hoop, bir başka perde açılıyor o zaman. Cem Yılmaz teybime yeni bir şeyler söylemeye başlıyor. "Arkadaşım çok az" diyor. "Panik ataklar başladı" diyor. "Ben durunca, herkes duruyor, merak ediyorum, beni anlatsana" diyor.

Şakalarınız, o hınzır gülüşünüz o kadar ağırlıklı ki, insan sizi gerçekten tanımakta zorlanıyor. Hatta tanıma ihtiyacı bile hissetmiyor. Sizi tanımak zor mudur? Ya da gereksiz midir?
O seyrettiğiniz iki saatlik oyunda bile o kadar çok malzeme var ki benimle ilgili. Onun dışında hiçbir özelliğim yok.

Sahneden inince aynı kalsam, süper lüks olurdu
Diğer komedyenleri ağlarken, sevgililerine şiddet uygularken filan tasavvur edebiliyorum da, sizde olmuyor. Neden?
Nasıl bir resim var sizde benimle ilgili, işte onu çok merak ediyorum. Belki de bu röportajı bunun için çok istedim. Aslında doğru ya. Şimdi hep komedyenler der ya, "Ağlarken gülmek zorundayız", işte bundan bilerek kaçtığım için böyle "cartoon" bir adam çıktı sonunda ortaya. "Cartoon" bir adam olmaktan bir beş-altı yıl şikayet etmedim, "Tamam ya, her palyaço da gidip kenarda ağlamak zorunda değil, olur mu öyle şey, bak ben hep gülüyorum, ne güzel" diyordum. Sonra askerlik devreye girince, böyle biraz burkuldu yani içim. O zaman biraz yere bastı ayaklarım. Ondan sonra da hep tekrar sahneye çıkmayı özledim. Çünkü oradaki Cem Yılmaz daha lezzetli oluyor. O da tam kurgu bir herif değil ancak daha mutlu en azından. Ama bu adam sahneden inince de devam etmiyor ki. Etse çok süper bir lüks. "Her şeyi biliyor, çok hızlı, sırf kafa şekerim". Öyle olsa dükkan senin, ama değil. Olmadığı için de bir sıkıntı var tabii.

"Cem Yılmaz"ı yeniden üretmek için dostlar arasında da sürekli komiklik yapmak zorundaymışsınız gibi geliyor bana. Durmanız, öylece durmanız mümkün mü?
Çok arkadaşım yok açıkçası. Ama komedyenlerde vardır ya, "Aman efendim, her yerde bizden şakalar bekliyorlar"; bu beni bozmuyor, hoşuma gidiyor. Durma anında asıl çok sıkıntı çekiyorum. Çünkü ben durduğum zaman, herkes duruyormuş gibi geliyor. Dün Beyoğlu’nda bir mekânda bulundum mesela, o kadar çok durdum ki üzüldüm, dedim ki "Ben durunca, her şey de duruyor." Çok rahatsız oluyorum.

Ya, bütün meslek erbabı arasında en çok komedyenler işlerine indirgenmiş gibi. Her an bu işi yapmanız isteniyor sizden.
Çünkü komedyenlik meslek gibi bir şey de değil ya. Öyle komik bir adam olma durumu bu. Evet, tuhaf bir diyeti varmış bu işin. Bir komedyenin arkadaşının, bir sosyal çevresinin olması da mümkün değil. Çünkü oyundan sonra "Yakın gözlüklerimi takıp, şöyle bir ciddi ciddi oturayım" desem, o da komik. Ama anladım ki, bu iş zaten tuhaf bir yalnızlık olmadan yapılamıyor. Bu yalnızlığı çözmeye çalışırsa insan, işini yapamaz olur. Eğer arkadaşın olursa, sen bir şeylerden ferâgat edeceksin demektir. Yani kız arkadaşımın salaklığını görmezlikten gelmem gerekecek. Yapamam. Kız, "Ya, benimle dalga geçme" dediğinde, dalga geçmezsem, artık o adam olmaktan çıkarım.

Yani kadınlar komik adamları sevmiyor mu? Bize tersi öğretilmişti.
Sevseler ne fark eder ki? Benim bu kadınlarla ilişkim yapay, şöhret durumlarıyla ilgili bir şey. İş öyle yürümüyor be. Hiç doğal bir ilişki olmuyor ki insanlarla. Bir kere bana karşı ciddi bir "guard" var. Bir de istiyorum ki yanımdaki enteresan bir şey anlatsın da, ben dinleyeyim. Maalesef enteresan bir şeyler anlatan enteresan insanlar da fazla değil. Bir de Mickey Mouse benim ya. Mickey Mouse da "Oturup bir seyredeyim, şu Walt Disney ne yapmış" diyemiyor.

Yine de çevrenizdekilerin hep sizi dinlemek istemeleri sizi şımartmıyor mu?
Şimdi şöyle bir durum var: Herkese gelmiyor bu kadar çok seyirci. Ben bunu idrak ettiğim andan itibaren şımarıklığımın dozunu ayarlamaya başladım. Çünkü adam izliyorsa seni, varsın, izlemiyorsa, yoksun be birader. Ben askerden döndükten sonra bir altı ay filan sahneye çıkmadım, insanlar sokakta görüp de "Abi, biz seni çok seviyoruz" dedikleri zaman, "Ulan, niye seviyor acaba?" oluyordum. Çok kötü hissediyordum kendimi. Ayakkabı boyayan çocuk bile daha aktifti benden. Bir iş yapmıyorum ben ama "seviyoruz" diyor, Allah Allah. Beni hatıralarında yaşatıyor. Bu da zoruma gitti bu yaşta yani. Benim öyle bir kaderim var galiba. Çok küçük yaşta fark ettim bunu. İnsanların tatlı hatırası olmak o kadar da güzel bir şey değil. Hatıra işte, adı üstünde. En yakın ilişkilerde bile bu böyle, insanların tatlı hatırasıyım.

Panik atak başladı, şovdan önce kolum uyuşuyor
Askerden döndünüz ve yeniden sahnedesiniz. Seyircinin eskisi gibi akın akın gelmemesinden korktunuz mu? Ne yaptınız yeni şovunuza hazırlanırken?
Altıma sıçtım. Bunu böyle yazmak ister misiniz, bilmiyorum ama. Ölümcüldü abi. Rigor mortis, ölüm sertliği. Çok ciddi bir travma oldu. Çünkü her şey rastlantı da olabilir. Tatlı bir hatıra olarak da kalabilirim, "VCD’leri de var, çok komik çocuktur, Ahmet Bey" gibi. Hatta Nebil Özgentürk "Bir Yudum İnsan" yaptı, o zaman dedim abi, "Perde", "Bir yudum insan işte, aah, aah, 27 yaşında bir yudum insan oldu" durumu.

Yaptıklarınız perde iner inmez unutulan bir şey olduğu için mi acaba bu korkularınız? Ne yaptığınızı tam olarak siz de bilmiyorsunuz sanki.
Tabii, yaptığın zaman varsın, sahneden indiğin zaman yoksun. Emin olun ki, üzerine bir sigara bile içemiyorsunuz, "Ne biçim bir iş yaptım, dur, üzerine bir sigara yakayım" vardır ya. Çakmağı çakıyorsun, gidiyor. Tak, bir anda sadece sigara içen adam oluyorsun yani. Dediniz ya kuliste, "Konsantre olacaksan gidelim" diye. Sanki karateciyim, kiremit kıracağım ya. Ne konsantresi? Neyi konsantre edeceksin? Benim amacım konsantre etmek değil, sulandırmak. Bir tek son zamanlarda sahneye çıkmadan önce çiş gelme durumları oluyor. Panik atak sinyalleri oluyor. Bu da askerde başladı. Kolum filan uyuşuyor.

Mizah dar gelir gruplarının çocuklarının buldukları bir para ve şöhret damarı oldu Türkiye’de, değil mi?
Her zaman öyle olmuştur. Sadece ekonomik değil, sosyal anlamda dar gelirlilik diye de bir şey var. Çok az arkadaşın olması mesela. O adamlar da çok hızlı çıkarlar. Ama çok da dramatik bir dar gelirlilik olmamalı. "Baletler tayt giyiyorlar, pipileri görünüyor" demek için en azından bir defa bale seyretmiş olmak lazım.

Çok para kazandınız. Bu hayata mizahi bakışınıza zarar vermez mi?
Ben paraya tapmıyorsam şaka yapmamı ne engelleyebilir? Bazı arkadaşların kimyası şaka yapmak yerine "Bayağı da bir ilerledik ya, yerlere baksana komple mermer"e dönüşünce, şakadan birazcık sıyrılıyor. Benim şu ana kadar hakikaten fırlama, külyutmaz arkadaşlarım benimle ilgili şaka yapmadılarsa bu önemli bir şey. Yoksa bir Lemancı’nın dilinden kurtulamazsın.

Seviyorlar mı sizi hâlâ Lemancılar?
Bir yanlışımı gördüklerini zannetmiyorum. Ama tabii biraz daha "underground" kalsaydım daha iyiydi.

Öğrenciler en güzel kıçlı şovmen olarak beni seçti
‘Ulan, başka bir iş tutsaydık...’
"Bu işi bizim aramızdan paraya en iyi o tahvil etti. Uyanık çıktı" demiyorlar mı?
Kim beni meşhur etti? Gelsin, biri söylesin. Söyleyemez. Ben Leman’da çıktım sahneye, "Abi, ne olur çık, millet bekliyor" dediler, "Ya babalar, yapmayın" dedim. Zorla çıkardılar. Bir baktım, Vakko’ya kadar kuyruk olmuş. O an hayatımın değiştiği bir andır. Ben onun mistik tarafını anlamam. "Önce o paraya tahvil etti" falan, he? Leman’da öyle kurnaz insanlar var ki, eğer bir şey paraya tahvil edilecekse, ederler yani.

Erciyes Üniversitesi öğrencilerinin sizi "En güzel kıçlı şovmen" seçtiği doğru mu?
"Şunun neresini, bunun neresini beğeniyorsunuz?" diye sormuşlar. Bu çıkmış.

Şovunuzda, erkek cinsel organının ölçüleriyle ilgili çok şaka yapıyorsunuz. Bu ölçüler bu kadar önemli midir?
Beni bir uzman olarak kabul edip mi soruyorsunuz bunu bana?

Hayır, cinsel organ sahibi olarak.
Fuhuş yapan Rus kızlarına Türkçede ilk olarak "Çok büyük" demeyi öğretiyorlarmış ki, müşteri memnun kalsın. Bu konuda herkes yalan söyler ve çok büyüğün ne olduğunu da hepimiz biliriz. Mesela benimki çok büyük değil, doğruyu söylemek gerekirse. Belden aşağı şaka şık yapıldığı zaman tadından yenmeyecek bir şeydir. Zaten gizli bir konu, bu yüzden şık yapmak için kelime oyunları yaparsınız, zeka kaşınır o zaman. Ayrıca benim şakalarım çok özgündür. 27 yıldır, yarım saat pipisiyle konuşup şatolarda oturacak kadar para kazanan Amerikalı bir komedyen de tanıyorum ben. Ben iki dakika bile konuşamam pipimle. Çünkü muhabbeti hiç çekilmiyor. Çok sert, bana karşı çok sert.

‘Bir-iki kadın var, hepimizle beraber olan’
Uçucu, çabuk unutulan bir şov ya sizinki, her şey elinizden öyle kayıp gidecek gibi mi geliyor acaba?
Mizahçı zaten tutunacak bir dalı olmayan adamdır. Şöyle diyorum tabii: "Allah Allah, ben böyle bir iş icra ediyorum, tamam da, beyin cerrahı diye de bir şey var, ayı." O zaman küsüp, "Ulan, başka bir iş tutsaydık" diyorum.

Ful çekiyorsunuz ama çok mu acı çekersiniz bu kez başarısız olsanız?
Ne iş yapacağım? Söyleyin bana Allah aşkına. Dergilere yazı yazmam, röportaj da yapmam. Hayır, hayır o noktaya gelmem. Bu işin alternatifi ne, biliyor musunuz? Bu işi yapamadın mı, alacaksın bir taksi plakası, neşeli bir taksici olacaksın en fazla. Çünkü bize yakışan budur. "Eskisi kadar komik değilim, köşe yazılarıma başlayayım" olur mu? Nerede kaldı serseriliğimiz?

Geldik serseriliğe. Üst sınıflardan, hanım evlatlarından komik çıkmaz mı?
Çıkmaz. Bir tek Bebek’ten Okan (Bayülgen) var. Bakın, ben de "Okan" dedim. Hakikaten bir kategori oluşmuş, herkes orada; ben, Yılmaz Erdoğan, Beyaz, Okan Bayülgen. Hiç ortak yanımız yok halbuki. Onlar, kendileri talk show sanatçısı. Ben değilim.

Sizi, hepinizi aynı kategoriye ne sokuyor biliyor musunuz? Aynı kadınlarla benzer ilişkiler. Cinsel yaşam tarzınız sizin ortak yanınız.
Hayır, benzer kadınlarla beraber olmuyoruz. Bir iki kadın var, hepimizle beraber oldu onlar, o kadınlardan kaynaklanan bir şey.

Çok mu iyi niyetliyim bilmiyorum ama o lüks arabalarınızda bu sınıf atlama meseleleriyle bir dalga geçme seziliyor. Şovun parçası sanki.
Hiç inandırıcı değil de benim bir Ferrari’ye binmem, onun için. Arap şeyhi filan değilim ki ben. Ayrıca, İstanbul trafiğinde ne Ferrari’si? Ben bir hafta sonra satıyorum o arabayı, başka araba alıyorum. Bu beni bozmaz. Belki bozduğumu sananlar oluyordur. Vıııın, geçtim mesela, gördü beni, pek görmesi mümkün değil ama, vıııın gittim, "İbneye bak, çekmiş arabayı altına, fiyaka yapıyor" diyordur. "Kardeşim, emin ol ki o arabayı satacağım bir hafta sonra. Telaşlanma." Çok güzel araba alınca başka bir şey olmuyorsun. Söyleyeyim o arkadaşlara, telaşlanmasınlar. Bugatti’nin bir 10 silindirli arabası çıkıyor, o zamana kadar telaşlanmasınlar.




PAZAR


























EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler