Pazar Yarım asırlık anılar

Yarım asırlık anılar

26.02.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

19 yaşında basın hayatına giren Yılmaz Çetiner pek çok önemli olayın en yakın tanıklarından biri oldu. 1946 ve 1950 seçimlerini, Demokrat Parti dönemini, 1960'ların politik ve toplumsal yaşamını gözledi, 12 Mart 1971'deki müdahaleyi çok yakından izledi. Kariyeri boyunca hem politikacılarla hem sanatçılarla ilgili pek çok haber ve röportaj yaptı.

Yarım asırlık anılar

Milliyet yazarı Yılmaz Çetiner 58 yıllık gazetecilik yaşamını kaleme aldı axpaz011.jpg Milliyet yazarı Yılmaz Çetiner'in "Nefes Nefese Bir Ömür" adlı anıları Epsilon Yayınevi'nden çıktı. 58 yıllık gazetecilik anılarını derleyen Çetiner, 19 yaşında basın hayatına girdi. 1946 ve 1950 seçimlerine ve iktidara gelen Demokrat Parti dönemine, önde gelen bazı DP miletvekillerinin özel hayatlarına, 27 Mayıs müdahalesine tanık oldu. 1960'lı yılların politik ve toplumsal yaşamını yakından gözleyen Çetiner, 12 Mart 1971 müdahalesini ve müdahalenin önde gelen komutanlarını da çok yakından takip etti. Komutanlar, İsmet İnönü, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, Çetiner'in kaleminde, soyut birer varlık olmaktan çıkıp elle tutulur gözle görülür birer şahsiyet haline geldi. Çetiner soğuk bir tarih yazmamış, insan ilişkilerine dayanan, sıcak anılar sunmuş bize. 12 Mart muhtırasından (1971) birkaç ay önce, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil İran başbakanı kanalıyla gizli bir çağrı almıştı. İran Şahı Rıza Pehlevi, Çağlayangil'le Tahran'da protokol dışı görüşmüştü.Hatta Şah iki kez tekrarlamıştı davetini. Çağlayangil ile beraber akşam yemeği yemişlerdi. Ama kristal avizeli yemek salonlarında, altın tabaklarda yenmemişti bu yemek. Küçücük bir çalışma odasında buluşmuşlardı. Yanlarında bir de güvenlik danışmanı vardı.Karşılıklı hal, hatır sormaların ardından Şah, Çağlayangil'e, "Türkiye'de ordu birkaç ay içinde darbe yapacak" demişti.Çağlayangil önce bozulmuş, sonra bir an düşünmüştü. Şah bu istihbaratı Savak'tan almış olabilirdi. Ama nasıl bir haber alınmış olursa olsun, Şah'ın Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı'nı Tahran'a özel olarak çağırması, uluslararası protokol kuralarına aykırıydı. Çağlayangil, Ankara'ya geldiğinde Başbakan Demirel'e Şah'ın söylediklerini aynen anlatmıştı. Şah darbeyi haber verdi Haber Metin Toker'in Akis dergisinde patladı. Bir diplomatımızın eşi Vesemet Hanım, Yassıada'da idam elecek olan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun sevgilisiydi. Metres sözcüğünü kullanmıyordu Akis.Dışişleri bakanımız sık sık Paris'e görevli gidiyor ve Vesamet Hanım'la buluşuyordu. Üstelik büyükelçilik neredeyse Vesamet Hanım'ın emrindeydi. Fatin Rüştü Bey'le Vesamet Hanım büyük aşk yaşıyorlardı. Ben de, Ankara Palas'taki bu manzaraya Akis'in yayınından birkaç ay önce tanık olmuştum. Fatin Rüştü, Atatürk döneminin dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın kızı Emel Hanım'la evliydi. Çok zarif, muhterem bir hanımefendiydi. Vesamet Hanım gibi hareketli, canlı işveli bir kadın değildi. Demek Fatin Bey canlı, hareketli kadınları seviyordu!Siyasiler Vesamet Hanım olayını diline dolamıştı. Ama Adnan Bey'in Fatin Rüştü'yü ikaz edecek hali mi vardı? O da elli yaş krizi içindeydi. Genç, güzel bir kadına, Ayhan Aydan'a aşık olmuştu... Dışişleri Bakanı Zorlu'nun evli bir kadınla ilişkisi Bediiüzzaman Saidi Nursi ile 1953 yılı ocak ayı sonlarında, Eskişehir'de görüşmüştüm. Kimse gidip onunla görüşemiyordu. Eskişehir muhabirimiz Naci Gelendost'un yardımıyla, kapı kapı dolaşıp beni Bediiüzzaman'a ulaştıracak anahtarı bulduk. Saidi Nursi harap bir ahşap evin küçük bir odasındaki kerevet üzerinde yatıyordu. Biraz da rahatsızdı galiba.Sol tarafta bir tel dolap içinde kavanozlar ve teneke kutular vardı. Yerdeki kilimin üzerine gelişigüzel dört minder atılmıştı.Yatakta yatan Saidi Nursi başına yeşilli sarılı bir atkı dolamış, üzerine iki kalın, beyaz yün fanila giymişti. Kerevetin ayak ucunda bir leğen ile ibrik duruyordu.Saidi Nursi beni görünce yattığı yerde doğruldu."Hoş geldin evlat" dedi.Elini üç defa öptüm, başıma götürdüm."İstanbul'dan gelmişsin, oradaki talebelerim nasıllar?""Hepsi ellerinizden öperler" dedim.Bilmediğim isimler sordu."Onları nasıl kabul ediyorsam, seni de öyle kabul ediyorum. Yirmi sene önce tanıdığım talebem nasıl ise sen de öylesin. Artık sen de bol bol Risalei Nur oku ve başkalarına da okut. Belki anlamak güçtür, ama zararı yok, rahat et" dedi sonra.Saidi Nursi beni üç defa okuyup üfledikten sonra, hastalığından ve kendisine zulüm edildiğinden bahsetti. "83 yaşındayım. Son 20 yılda 17 defa zehirleyip öldürmek istediler beni. Fakat başaramadılar. En son 20 gün önce bir daha denediler, sancıdan kıvrandım, fakat onların zehri yine beni öldüremedi. Risalei Nur atom bombasından daha kuvvetli ve tesirlidir."Başucunda duran ciltli kitaplardan birini bana uzattı."Artık sen Nurcusun. Ben ne kimseye hediye veririm, ne hediye alırım. İlk defa sana bir başlangıç kitabı hediye ediyorum." Saidi Nursi ile nasıl görüştüm? 1971'in başındaydık. Kuvvet komutanları içlerine kapanmışlardı. Bizimle görüşmek istemiyorlardı. Bu bile, "Acaba yeni bir ihtilale doğru mu gidiyoruz?" diye düşünmemize neden oluyordu. Yüksek komuta heyeti saatlerce süren bir toplantı yapmıştı. Amiraller, generaller konuşmuşlardı aralarında. Nasıl bir karar almışlardı acaba?Donanma Komutanı Org. Kemal Kayacan dostumdu, Genelkurmay'daki toplantıya gelmişti. Sabah erkenden Gölcük'e gideceğini öğrendim. Beşte orduevinin kapısına gittim. Saat altıyı biraz geçiyordu ki Kayacan Paşa kapıda göründü. Gülmeye başladı. "Hayrola bir şey mi var?" "Paşam, ordu el koyacak diye dedikodular var. Neler oluyor?" "Bir şey söyleyemem. Ama ortamdan memnun değiliz. Siyasi partileri yönetenler maalesef anlaşamıyorlar. Yolsuzluk iddiaları ayyuka çıktı. Kardeşler olayı bitmiyor. Başbakan (Demirel), bunlar aydınlanana kadar çekilmeli. Bu anayasayla terörü durdurmak güç. Anayasayı mutlaka değiştirmek lazım. Teröristi biz yakalıyoruz, mahkemeler serbest bırakıyor. TSK, bu çöküşe çare arıyor."Elbette Paşa bana, "Hükümet darbesi yapacağız" demeyecekti. Paşa 'konuşamam' diyerek darbeyi anlattı İstanbul'a gelen Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno, müthiş kadın meraklısıydı. Her gittiği ülkede kendisine mutlaka kiralık bir kadın buluyorlardı. Böyle bir istek gelince Dışişleri görevlileri önce allak bullak olmuş, sonunda bu işin uzmanını bulmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı.Protokolcüler, aracılar vasıtasıyla Lüks Nermin'e başvurdular. O da şeref duydu misafir cumhurbaşkanına hizmet vermekten! Lüks Nermin en güzel, en kaliteli kızlarından birini Sukarno'ya gönderdi. Sukarno ülkesine gayet memnun döndü. Ama bir hafta sonra kızılca kıyamet koptu. Cumhurbaşkanı hazretleri belsoğukluğuna yakalanmıştı. Lüks Nermin, "ceza olarak" bundan sonra daha çok baskına uğradı. Mühürlendi, tekrar açıldı! Ancak bir gün evinde dolar bulundu diye döviz kaçakçılığından mahkum ettiler. Sukarno'nun intikamı böyle alındı. Endonezya cumhurbaşkanı belsoğukluğuna yakalandı Yazar'a terzi kapatıyorDemokrat Parti Tekirdağ Milletvekili ünlü Şevket Mocan, uyuşturucu kaçakçılarına ve komünistlere ölüm cezası verilmesini isteyen ilk milletvekiliydi Türkiye'de. Mocan çoğu zaman Tokatlıyan'da kalan varlıklı bir siyasetçiydi. Çapkınlıklarıyla da ünlüydü. Ayrıca Cevat Şakir'in kardeşi ressam Aliye Berger'e silah çekmiş, bir mürettibi de bacağından yaralamıştı. Ama babacan bir adamdı.Gönül Yazar'a aşık olmuştu. Biri 70, diğeri 18 yaşındaydı. Gönül sık sık Tokatlıyan oteline giderdi. Asansöre binip yukarıya süzülüşünü görürdük. Mocan, ünlü bir kadın terzisini otele kapatmış, çırağını makinesini getirtip, pahalı Avrupa kumaşlarını önüne yığmıştı. Yazar'ı İstanbul'un en şık kadınları arasına yerleştirmişti. Şevket Mocan, Abdülmecit'in kızı Atiye Sultan'la evli olan Fethi Ahmet Paşa'nın torunuydu. Kuzguncuk'taki ünlü yalıyı o yaptırmıştı. Şevket Mocan'ın eşi Sera hanım, Nâzım Hikmet'in teyzesiydi. İkinci izdivacıydı bu Mocan'ın. İki kızı vardı: Ayşe ve Rüya. Ayşe, TKP'nin yurtdışındaki başkanı Zeki Baştımar'ın yeğeni ile sevgiliydi. Şevket Mocan'ı anti komünist yapan, hatta kızıyla yıllarca bu yüzden mahkemelik olmasına yol açan olay buydu. DP'li Mocan, Gönül Neyzen Tevfik, Vatan'a sık gelirdi. Yazıişleri Müdürü İhsan Ada hayranıydı Neyzen'in, onun her derdine koşardı. Neyzen Tevfik'i görünce ne yapacağımızı şaşırırdık. Gelir, yazıişlerinde yere çömeliverir, başlardı konuşmaya. Lüle lüle, gri saçları vardı. Rakı şişesini karnından çıkarır, başına dikiverir, sonra derin bir oh çekirdi.Küfürleri, hicivleri zehir gibiydi ama içinde kötülük yoktu. Bir keresinde Neyzen hastaneye gelmiş; Mazhar Osman Hoca çıkışmış: "Hani bir daha içki kullanmayacağına ant içmiştin?"Neyzen cevabı yapıştırmış: "Canım doktorcuğum, ben fakir bir adamım, bugün rakı bulurum rakı içerim, yarın ant bulurum ant içerim." Neyzen Tevfik gelip yere otururdu O sıralar bayındırlık bakanı olan Tevfik İleri telefon etti. "Yılmazım" dedi. O günlerde, Adnan Bey'den esinlenilen bu hitap tarzı çok modaydı. "Necip Fazıl dün bana gelmişti. Malum, üstat maddi yönden sıkıntıda. Ona yazı yazdırmanızı rica ediyorum. Başbakanımız da memnun olur."Kendi yağımızla kavruluyorduk. Necip Fazıl'a nasıl maaş verirdik? Aradan birkaç saat geçmişti ki, üstat pür neşe gazeteye geldi. Kirlenmiş sarı eldivenleri yine elindeydi. "Gazeteniz Haber'in bir patlama yapması gerek. Bunun da anahtarı bende!"Her gün yazı yazacaktı, öyle makaleler getirecekti ki, tiraj yapacaktı!Biz ise Necip Fazıl'ın imzasını kullanmaya bile çekiniyorduk. "Hocam, biz mütevazı tirajlı gazetemizde, senin dev ismine, kudretine yer vermeye kalkarsak bütün basın bize saldırır" dedik.Necip Fazıl durumu anlamıştı ama kendi yarattığı oyunu oynamaya devam ediyordu."İsmimi ilan etmeyin... Türkiye'nin en büyük yazarı deyin yeter! Yazılarımdan anlar herkes kim olduğumu!"Sonunda iş geldi paraya dayandı!"Size yardım etmek istiyorum. Onun için, yazı başına 100 lira" dedi."Peki üstat" dedik. Haftada iki-üç gün imzasız makale yazacaktı. "Budalalar, fırsatı kaçırıyorsunuz" dedi. Hemen yazıya başlamak için kağıt kalem istedi. 2 saat sonra bir tomar yazıyla geldi."İşte size 15 makale!"Donmuş kalmıştık. Tabii hemen arkasından Necip Fazıl asıl amacını dile getirdi."Haydi, verin bakalım 1500 papeli!"Üstat paraları görünce çok sevindi, "Bayılıyorum bu morlara" dedi. Şaşkın durumdaydık."Korkmayın çocuklar, ben arkanızdayım! İlk fırsatta Adnan'a söyleyeceğim. Size imkan tanımalı!" Necip Fazıl sattığı eseri bize de verdi Erdal İnönü ve eşinin özel akşam yemeği davetindeydik, İsmet Paşa yemekteydi. Bir süre önce Irak'a gitmiş, Kerkük'te röportajlar yapmıştım. Araplar orada yaşayan soydaşlarımızı, Türkmenleri asimile etmek istiyordu. Mal ve can güvenliği yoktu. Türk asıllı bir general ile bir albay Kerkük'te idam edilmişti. "Paşam, Musul ve Kerkük'ü niçin Araplara bıraktık? Bu bölge, ilan ettiğiniz Misak-ı Milli sınırları içinde."İsmet Paşa'dan tarihi bir yanıt aldım, o meşhur kulak çekme acısına katlanarak! Paşa özellikle sevdiklerine yapardı bu işkenceyi. Bir iltifattı bu. Paşa kulağımı çekti, çekti ve dedi ki:"Ben Lozan'a gittiğim zaman ayağımdan çamur bulaşmış çizmelerimi yeni çıkartmıştım. İnönü zaferini kazandığımda 36 yaşındaydım. Lozan'da hangi şartlarda galip ülkelerin başbakanları, dışişleri bakanları, delegeleriyle mücadele ettiğimizi bir Allah bilir, bir de ben ve elbette Atatürk. Eğer biz Musul'u almaya kalkışsaydık, Edirne ya da İstanbul elden gidebilirdi. Bu öyle bir dengeydi ki, hazırlıktan önce süreyi uzattılar. Sonra görüşürüz, dediler. Ama onların en büyük emeli, şartı Musul'du. Israr edersek, diğer topraklarımızdan kaybımız olurdu. Hatta Lozan Antlaşması tehlikeye düşerdi." İnönü, Kerkük için kulak çekiyor Nezih Demirkent'le Erol Bey'e çıktık. Patron, Ecevit'i düşünmüş bütün gece:"Acaba genç partililerden bazılarının söyledikleri gibi komünist Marksist mi? Bunlar nereye kadar solcu? Halk, 'Umudumuz Ecevit' diyor. Çıksın, 'Ben komünist değilim, marksist değilim' desin."Patron sonra bana döndü."Git Bülent Bey'e. Selam ve saygılarımı söyle. 'Ben komünist değilim, Marksist değilim diye bir demeç versin.' Biz de onu sekiz sütun manşet verelim. Bundan sonra da kendisine destek verelim."24 saat geçmeden randevuyu almış, Ankara'ya gelmiştim."Efendim, net bir şekilde 'Ben komünist, Marksist değilim' deseniz. Müthiş bir olay olur. Size komünist, Marksist diyenlerin canına ok tıkamış olursunuz."Bülent Bey'in tikleri arttı, bir sigara daha yaktı: "Benim ortaya çıkıp birdenbire, 'Ben komünist değilim' demem yakışık almaz." Ecevit, "Ben komünist değilim" der mi? Burhan Belge (Murat Belge'nin babası), iktidar gazetesi Zafer'in başyazarıydı. Adnan Menderes'ten her an haber bekler, köşke çağırıldığı zaman apar topar giderdi. Burhan Bey başyazısını ondan sonra yazardı.Akşamları genellikle misafirleri olurdu Burhan Bey'in. Yakup Kadri ve eşi Leman Hanım (ablası) İstanbul'dan geldiklerinde mutlaka uğrarlardı. Şevket Süreyya Aydemir, Alaattin Tiritoğlu, Hasan Ali Yücel, Mükerrem Sarol Burhan Bey'in sürekli konuklarıydı.Düşünebiliyor musunuz; bir tarafta iktidar partisinin gazetesi Zafer'in başyazarı Burhan Belge, karşısındaki koltukta ablasının kocası, ana muhalefet CHP'nin gazetesi Ulus'un başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu... İki gazete her gün birbirine saldırırdı...Burhan Bey bir kadınla nasıl konuşulması gerektiğini çok iyi bilirdi. Kadınlar da onu çekici bulurdu. Burhan Belge ile Jojo (Zsa Zsa Gabor) aşkının hikayesini, Leman Hanım'dan dinlediğim şekliyle anlatayım:"Ağabeyim Budapeşte'de bijuteri satan bir dükkana girmiş. Önce bir kız servis yapmış kendisine. Derken üç kız olmuşlar. Üç kardeş... Burhan kızları akşam yemeğine davet etmiş. Üçü de birbirinden güzelmiş kızların.Jojo, Burhan'ı kendisini de yanında götürmesi için ikna ediyor. Jojo, yanında küçük köpeğini de getiriyor. Neşeli, hoppa, küçük bir kız gibi Jojo. Pantolon giyip sokağa çıkıyor. O yıllarda İstanbul'da, Ankara'da pantolonlu kadın yok. Bir keresinde, sokaktan geçen sayyar satıcıya sesleniyor Jojo 'Ebegümeci var mı?' diyemiyor, 'Baba güvercin var mı?' diye soruyor. Herkes yıllarca gülüyor Jojo'nun bu konuşmalarına."Burhan Bey'in dostları evlileri sık sık ziyaret ediyor. Hatta İsmet Paşa'nın eşi Mevhibe Hanım bile Jojo'ya çaya gidiyor.Bu arada Jojo, Gabor kız kardeşlerinden birini Falih Rıfkı Atay ile evlendirmeye kalkmaz mı? Leman Karaosmanoğlu, o günlerle ilgili olarak şunları anlatıyordu:"Başbakan Refik Saydam, ağabeyimden bu pisliği bir an önce temizlemesini istemiş. 'Hizmet pasaportu, biraz da döviz verip gönderin bu kadını' demiş, Jojo, Amerika'ya gitti. Boşanmamışlardı ama bekleniyordu. Jojo, sefirimiz Münir Ertegin'e gitmiş; 'Burhan Belge'nin karısıyım' diye tanıtmış kendini. İşini biliyordu çenebaz kadın. Orada Hilton Oteli'nde kalmış. Baba Hilton'a diplomat karısı olduğunu söylemiş. Kısa bir süre sonra Conrad Hilton ile evlenmiş." Burhan Belge-Zsa Zsa Gabor aşkı