SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Aşkta “Kafada Kurma” Eğilimi

İnsan her zaman bir cevap, bir açıklama ya da mantığa oturtulacak bilgi arayışı duyar. Beyin de böyle aslında, dışarıdan gelen girdilere dair ne yapacağını belirlemek üzere girdiyi yorumlaması gerekir. Beynin bir konuyu hangi birime göndereceğini belirlemesi için bu gerektiği gibi insanın karşı karşıya olduğu konuya nasıl yaklaşacağını belirleyebilmek için yorum yapma güdüsü gelişir. İşte bu normal! Ancak konu duygusal bir yere temas ediyorsa ve kişi odağını yüksek tutuyorsa beyin üretmeyi sevdiğinden yorumlama dediğimiz eylem şiddetlenir, her konuda bir tasarlamaya, analize düşer ve “kurma” eylemine dönüşür.

“Kafada kurma” seviyesine geçilmiş ise, en olmadık detaylardan bile anlam aranır ve bariz veriler olsa bile destekleyici ya da şüpheye düşürücü detaylar didiklenir. Sinekten yağ çıkarma deyimi uygundur, ya olmadık yerden pozitif anlam çıkarır ya da korku yaratırız. Kendimizi kandırmak ve kandırılmaktan korumakla inanma ve olumlu sonuç isteği arasında bir bumerang his gelişir.

Kafadan kurma eylemi başladığında kişi önündeki somut verileri göremez hale gelir, delil toplamaya kapılıp güzel gelişmelerin farkında olmadığı gibi tadında da olmaz. Örneğin flörtte iletişim akıştayken bu gidişatın keyfini çıkarmak yerine kişinin her hareketini, sosyal medya paylaşımlarını ya da arada kurduğu anlamsız cümleleri masaya yatırır. Ya bir şeye inanası vardır ya da kendini koruyası. Kişinin ya içinde bir şüphe vardır ya içten içe gerçeği biliyordur ya da arzularını dizginlemeye çalışıyordur. Karşısındakinin neyi neden yaptığını onun çocukluğuna dair hikayeler üreterek bile kurabilir ya da seçenekler yaratarak olumlu sonuca varmaya çalışabilir, “böyle yapabilirdi, yapmadığına göre şöyle” gibi…

Kişi bir sonuca varmak ister, inanmak, olumlu düşünmek, uzaklaşmak, savaşmak veya barışmak gibi. Flörtlerde, ilişkilerde ayrılmalar ya da barışmalarda bu düşüncelerin normal seviyesi herkeste vardır ancak bunda aşırıya kaçmamak önemlidir; bir sınır var ki geçildiğinde zehirleyicidir, faydası yoktur, andan çıkarır yanlışa götürüp indirir.

Üstelik bu kişinin bile isteye yaptığı bir şey olmayabilir, dediğim gibi beynin kayıp ve kazanç mekanizması, hipofiz, dopamin reseptörleri, mükafat sistemi, hipokampus gibi her alan bir anlam arar tasnif için ve tam bu sırada kişi buna teslim ve odaklı ise vay haline.

Kafada kurma seviyesine geçmekten kendimizi korumak istiyorsak;

 

Yazının devamı...

Olanları Atlatmak/Aşmak

Başına gelmiştir, çok daha az önemli olduğunu sandığın biri ya da bir olay seni diğer olasılığa göre daha çok sarsar. Hazmetmek ya da o olayı üzerinden atmak nedensizce daha zorlar.

Çok aşık olduğun birinin hayatından gidişi flört ettiğin birinden daha kolay bile olabilir, bazen sadece bir iletişimin içindeki detaylar daha çok can yakıcıdır. Bunu böyle kıyaslar ve kendimize bu konuda neden bu kadar zayıf olduğumuza dair kızarız. Oysaki öyle değil, bazen en basit bir olay olmadık yerden tüm evi ayağa kaldırır. Tüm geçmişi hatırlatır ya da belki de o minicik detay çokça hayalini alaşağı eder. Örneğin belki aşık olduğun kadın ve adama sadece aşk hissetmiş ve onun olmayışına kader deyip daha kolay kabullenebilmişsindir. Ancak bambaşka bir hikayede sadece “çok iyi” demişsindir her detaya ve bu sözden sonra kendini o hikayeye bırakıvermişsindir, belki hayal bile kurmuş, daha uzun hikayeler yazmışsındır. İşte o yolun başındaki hikaye olumsuz sonuçlandıysa kabullenmesi zor bir hikayeye dönüşmüştür.

Çok sevdiğim bir dizi vardı, orada “söyle, kaldırabilirim” diyordu oyuncu. Ondan beridir kaldırabileceğime emin oldum. Bu bir davet değil, bu kendi gücümü görmekti. Sanırım olayın sihri bunu diyebilmekti.

Çünkü neticede yaşadığımız olaylar hep olacak, acı-tatlı ve ekşi. Sevinci bile kaldırabilmek önemli, aşırı mutlu olup sevinçten de boğabiliriz hikayeyi. Önemli olan hangi duyguya girdiysek önce onun bu hikayenin bu evresinde normal duygu olduğunu bilmek şart.

Ardından zaman vermek gerek, normal sayarak, körüklemeden ya da kötülemeden veya kendine hoyrat bir şekilde zulmetmeden. Atlatmak ve aşmak için zaman gerek, iyiye kısa tatsız hikayeye az biraz fazla zaman gerek. Masada gerçekler olmalı, bu duyguların gerçek olduğu gibi kaldırabileceğimize inana inana gerçekleri yüzümüze vurarak ama ardından da en çok kendi kendimize sarılarak.

Kaçıp bir başka liman aramadan, güçlüymüş gibi caka satmadan, duyguları yok saymadan…

Neye dönüştüğüne bakmak gerek ve en çok da bu duygunun seni neye dönüştürdüğüne zevkle bakarak. Öğrenmenin, yeni bir karar alabilmenin, yolun devamına güzel bir plan yapabilmenin ve hayata geçirmeden hemen önce bu süreci atlatabileceğine inanmanın güzelliğiyle…

Andaki duyguyu görmeyi ve onu an için kabul etmeyi ve fakat büsbütün kabulden kaçınarak bitmesini beklediğim bir süreç olarak benimsemeyi seviyorum. “Henüz alışamadım, daha atlamadım, biraz daha özümsemem gerek, biraz hazmedemedim, öfkesi var şuan hala içimde, birkaç güne biter, zamanını yaşıyorum ve geçecek…” gibi içimde olan biteni söylemeyi bile çok seviyorum. Bugün benzer bir cümle kurdum. Cümle alışamadığım ve atlatamadığım bir konu olsa da o cümleyi kurabilmek aşmanın ta kendisiydi, onu diyebilmek gücün en yükseğiydi. Bunu bilebilmek o duygudan da yüceydi.

Hani günümüz gerçeğinde saklayıp makyajlayarak yaşıyoruz ya her şeyi, canımız sıkkınken parti kızı oluveriyoruz göstermelik! İşte bu yapaylığın içinde bir kız piste çıkıp kalp kırıklığını ya da karmaşık duygularını gösterebilme cesaretiyle sarsıyor sanki mekanı. İşte o kişi olmanın tadını hissedin istiyorum.

Nasıl da güçlüyüz ki hikayeler bizi biz yapmaya yönelik yaşanıyor. Öyle güçlüyüz ki yaşam yoluna bunlar yazılıyor. Ne demişler çok başarılı insanların arkasında büyük hezimetler vardır. Neden böyle çok deme!

Küle dönüştürmeden yaşamaya saklanarak devam ediyorsan küllerinden doğamazsın. Önce yaşadığın olumsuzlukları kül, iyi şeyleri de fişek yapacaksın.

Betül Yergök

Instagram: @betulyergok

Yazının devamı...

İsimlerimizin Kadersel Mesajları

İsim analizleri, harf ve kelime enerjileri ya da numeroloji gibi birçok alanla isimlerimizin hayatımıza etkisi konuşuluyor. Gelin size isimlerimizin anlamıyla beynimizin çalışmasını birleştirip bir şifre vereyim.

İsimlerimizin kelime anlamı aslında hem hayat yolumuz hem hayat sınavımız gibi duruyor. Aslında bu tüm yaşam detayında böyle. Örneğin sağ beynin daha güçlü çalışıyorsa analiz ve algılama becerin yüksekken aynı zamanda hep buradan sorun yaşayabiliyorsun. İnsanların niyetlerini okuma yönünde fazlalığın, korkuların veya fazladan duygusallığın hayatını olumsuz etkiliyor. Yani aslında hem yeteneğimiz hem de başımıza bela sınavımız olabilir bir konu.

Aynısı ismimizin anlamı üzerine de karşımıza çıkıyor. Ancak burada belirtmeliyim ki bir şeyin artı ve eksi tarafları aynı anda işleyebileceği gibi birine yenik düşmüşsen onunla da yola devam ediyor olabilirsin.

Örneklerle sohbeti sürdürelim:

İsmin “Barış” ise evet barışçıl biri olabilirsin ve aynı zamanda hep çözüm üretmek zorunda kaldığın hikayelerle karşılaşabilirsin. Çözümcü biri olamayabilirsin, bu konuda artı yönünü kuvvetlendirememiş ve isminin anlamıyla birleşememiş olabilirsin de. Hep kaotik olabilir yollar, karmaşa ve savaş hakim olabilir ama en kötüsü çözmek konusunda aslında yeteneğin varken onu hayatına katmamışsan çözümcül olamıyor olabilirsin.

Derya, Deniz gibi isimler kendini keşfetmekte zorlanabilirler mesela. Bunu başarabilmişse herkesten çok geniş bir hayata, hayat görüşüne sahip olabilirler. Yine başarabilmişse sakindirler ama isminin kazançlarını alamadıysa dalgalanıp duracaklardır. 

Savaş isimliler mücadele konusunda iyi değildir ve belki de hiç girmedi o yollara. Türkan prenses/kraliçe gibi yaşayamadı ve yönetmekte iyi olduğu halde hep tökezliyor olabilir. Yağız çekingen olabilir, Efe daha naif kalabilir hayatta. Emin hayatta ne isteğini belirlemeyebilir, Esin yaratıcılıkta hiç iyi olamayabilir, Sema-Ufuk-Güneş gibi isimler biraz aklı havada olup ayakları tam olarak zemine basmakta zorlanabilir gerçekten isimleriyle henüz eşleşmedilerse.

Benliğimiz bir taraftan ismimizle uyumlanmak isterken bir taraftan da ona direnç gösterir. Bu yüzden isimlerimizin anlamına çok uzun yıllar sonra varabiliriz. 

 “Baskın” kelimesini düşünün, baskı yapmak, bastırmak. Karşısında bir direnç vardır, ezilmek ya da altında kalmak ve belki de altından kalkmaya çalışmak gibi eylemleri karşısına koyabiliriz. Bu yüzden ilişkilerimizde baskı bizi zorlar. Beynimizin sağı ya da solu daha baskın çalışıyorsa orada iyi olan motor becerileri aynı zamanda bizi zorlayan alanlar olabilir.

İşte aynısı isimlerimiz için de var. İsimlerimizi birileri koyuyor ama yaptığım araştırmalar ve bu araştırmalar sonucunda vardığım kanaat ile söyleyebilirim ki isimlerimiz zaten belirli ve nasıl ki kulağımıza biri okuyor, ismimizi koyacak kişinin de kulağına okunuyor. Yani adımızı doğacağımız yaratım belirlemiş bile. Aynı şekilde beynimizin bu yapısını da. Geriye ne kalıyor, sen bu isimle bu beyin ve bu kazançlarla ne yaparsın konusu elimizde oluyor.

Elinde adın var, anlamına bakarsan varabileceğin en üst seviye kazançlar ve yetenekler var, bunu pozitif anlamlardan çıkarırsın. Bununla birleşirsen inanılmaz iyi bir yaşam seviyesine erişirsin. Muhtemelen beyninin çalışma sistemi de isminin anlamıyla benzer. İkisini birleştirip o anlamların zorlayan yanlarını çözebilirsin.

İsminin anlamını oku, o anlam üzerine düşün derim. Sence o anlamlara göre hayat hikayende neler düşünüyorsun? Duygusal konulara, kendine ve olaylara yaklaşımın sence nasıl, bu ismin anlamıyla benzer ya da zıt olacak halleriyle? Mesela Aslı isimliler muhtemelen kendini bulma, tam olarak neler istediğini belirleme ve hep yolun başında gibi hissedip ilerleme ihtiyacı duyma eğilimindedir. Aynı zamanda sağ beyin daha aktivedir, görsel duyusu daha baskındır. İsim de beyin de aynı yolda. Peki “Aslı”lar hangi gerçeği görmeli: başlangıç seviyesinde insan gibi değil de bir şeylere başlamayı seven biri olduğunu düşünmeli, çünkü başlamak onlara çok yakışır. Orijinal insanlardır, bu şans! Aslında hakikati içinde bulabilecekken sadece içine bakmayı unutmuşlardır bunca zaman belki. 

Çözebilirsin ismini, beynini ve hayat hikayeni. Umarım keyifli bir düşünüş olur size, isminizi kazandığınız günlere…

 

Sevgiler

Betül Yergök

 

Instagram: @betulyergok

Yazının devamı...

Genetik geçişler: Kader ve davranış

Bu konuda kafamızda sıklıkla soru işaretleri oluşuyor aslında. “Annemin ya da soyumdan birinin miras kaderini mi yaşıyorum, yoksa babama benzeyen davranışlarım mı var…?” Gelin bu iki duruma cevap vereyim.

Bir kere kader mirası diye bir şey yok. Herkesin kaderi kendine yani. Ancak bunu düşünmemize neden olan konulara dair farklı bakış açısıyla bağlantı var diyebilirim. Yaptığım çalışmalardan birinde danışanımın annesinin anneannesi kocası tarafından bir başka kadın için terk edilmiş ama sadece bununla kalmayıp muhtaç durumda bırakmıştı. Tabloyu açtıkça bu anneanne eşinin ailesine sığınmış ve kendi ailesi tarafından sahip çıkılmamıştı. Bu tespitimi doğrulaması üzerine danışanımın da bu hikayeden olma terk edilme ve muhtaç bırakılma, hatta bir de ailenin sahip çıkmama olasılığıyla bir bilince sahip olduğunu belirlemiştim. Ona göre ailesi onun arkasında olmayabilirdi ve kimseye muhtaç olmadan yaşamalıydı ve son birkaç ilişkisinde de aldatılarak terk edilmişti. Bu hikayelere baktığınızda kaderin tekerrür ettiği ya da genetik nakille tekrarlandığı düşünülebilir.

Hayır, genetik geçişlerde daha çok öğrenilme üzerine kavramlar geçer, nesiller bir sonraki nesile bilgi aktarır, kimi doğru kimi yanlış olsa da. Dolayısıyla bu kişiye anneannesinin hikayesinden geçen algılar vardı. Bu yüzden muhtaç görünmemek, güçlü görünmek, mesafeli olup terkedilmeye karşı duvar örmek ve aile yoksunluğu yaratmak gelişen kavramsal oluşumlardı. Dolayısıyla çok basit sonuçla akrep kendini soktu, bu düşüncelerle yaşayacağınız olaylar olumsuz olabilir ama bu kader mirası değil genetik düşüncenin olumsuz çekimidir.

Diğer konuya gelecek olursak evet evet maalesef davranış alıyoruz genetik geçişlerle, canını sıksa da hoşuna gitse de bu böyle:) Aslında dediğim gibi bu bir davranış ya da olay tekrarı ya da mirası değildir, nesiller bir sonrakine kendi hikayesinden yaşadığı bilgileri aktarır ve sende onlarla yola çıkar revize ederek yeni bir kavram topluluğu yaratırsın, sen de nakledersin. Buradaki SİHRİ gördünüz mü? Yani geçişleri revize edebiliriz, oturup canımızı sıkacağımıza işe yaramazları sıkıp atalım yerine yenileri katalım bence.

Özellikle kız çocukları anneden erkek çocukları babadan alıyor dünyayla bağlantı modellerini. En çok neyine kızıyorsan onu almışsındır, al ipucu:) Annenin mükemmeliyetçi yanını, babanın parayı kazanma biçimini, annenin bir ilişkide aradığı özellikleri, babanın güç/güçsüz kavramını, annenin kadın kavramını, babanın erkek ve aile kavramını alırsın örnek. Bunu bazen doğrudan almış olabilirsin bazen de çocukken onları gözlemleyerek yeni yaratımla şekillendirip alırsın. Bunu ayrıca anlatacağım bir başka yazıda, genetik geçişlerden devam.

Bazen genetik aldığımız özelliklerin bizde de olduğunu fark edemeyiz ve hatta annemizde ya da babamızda bu özelliği eleştirirken “asla öyle olmayacağım” diye duvar koyar ya da keskin inatlar yaratırız. Bu varsa çok basit bir bedensel aksiyon söyleyeyim, bağırsak sorunu yapar:) Neyse konuya dönelim, aslında bu özellik bizde genetik olarak vardır ve kabul etmeden sert bir ters mantık dayatırız kendimize. Ama bazen yok etme çabası olanı güçlendirir ve bazen de çok yanlış bir harekettir. Her zaman olanı görmek ve olanın iyi gelen yanlarını tutup zarar veren miktarı atmak doğrudur. Örneğin “annem insanları analiz ederken çok önyargılı, ben öyle olmayacağım; ben insanları analiz etmeyi seviyorum ve bunu lehime kullandığımda çok işime yarıyor.” diyebilirim, faydasını ve zevkini alırım zararını atabilirim. 

Çünkü genetik geçişler kötü değildir, bizi biz yapan çok güçlü ve aynı oranda çok zorlayıcı yanlarımız olabilir. Onu düzenleyerek var etmeye devam edersek inanılmaz kazanca dönüştürürüz ama aksine yok etmeye çalışıp reddedersek fayda görmeyeceğimiz gibi kimlik ve karakter olarak yetersizlik ve tatminsizlik ya da kimlik kaybı hislerinin bile esiri olabiliriz. Yani bazen en iyi yanımızdır bu özellik, çöpe atmadan önce bir bak ve gözüne çöp gibi batan anne-baba davranışlarına kendi davranışlarına da bir bak, görmen gerekenler ışığın olsun.

 

 

Yazının devamı...

Aileden genetik gelen para kavramı

Kısa anlatması zor olacak ama gelin size para aktarım hikayelerimizin nasıl olduğunu örnekleyerek göstereyim.

Şuan yaşayan sen için bir para kavramı var, bu kavram içinde kolaylığın şansın, paranın nasıl edinildiği ya da yaratılabildiği, paranın ne demek olduğu gibi tüm detaylar yer alıyor. Bu algı ise sana soy boyu birleşerek ve değişerek gelen bir şey. Bu önemli mi dersen eğer, para konusunda kısıtlayıcı ya da parazit yönler varsa bunu aslında genetik birleşim ve değişimlerde bulabiliyor ve bulduğumuz tüm kavramlardan yeni bir kavram yaratabiliyoruz derim. Sana gelen hikaye “para zor kazanılır” kavramına dönmüş olsa da soy hikayesinde doğrudan bu geliyor olmayabilir ve çok uçlu genetik bir hikaye olduğundan mutlaka bundan daha iyi bir kavram DNA’sı yakalayabiliyor ve onu aktive edebiliyoruz diyebilirim.

Bunun için önce aktarımlarda sırayla geriye doğru gidiyoruz:


1- Babanın para kavramı nedir
2- Babanın baba tarafı
3-Babanın anne tarafı
4-Annenin para kavramı nedir
5-Annenin baba tarafı
6-Annenin anne tarafı.

Bu sıralamada hikaye nasıl olmuş, göç mü var, nasıl göçülmüş, orada nasıl var olunmuş, kaynaklar nasıl var edilmiş, yerleşim hikayesinde ne düşünülmüş ve para konusuna bağlı ne önemsenmiş… Anne ve baba birleşimlerinde kaynak kırıcı eşleşmeler olmuş mu, neden kurutucu etki çıkmış, ne besleyici olmuş, kim yükseltmiş ya da kim kaygı yaratmış, kim kısıtlamış ve nihayetinde sana hangi kaynak ve kavram miras kalmış buna bakıyoruz.

Hadi bunları öğreniriz bakarız da beni en çok etkileyen şey bunca detay ve birleşim varken neden olasılıklar içinde en olmayacak şey geçmiş bana, sana bize? :) Bu beni kızdırıyor bazen:) Ama neyse ki bir uç yakalayıp dönüştürebildiğimize şükrediyorum.

Bir gerçek akışı örnek olarak anlatacağım: Bir danışanımın baba soyu Türkiye’nin üst doğu bölgesinden göçmüş ve İç Anadolu-Ege arası bir yere yerleşmiş görünüyordu. Bu göç hikayesinde kıtlık yoktu ve yerleşim yerine gelirken sanki atalar “paramızla var olalım kendimizi bu şekilde var edelim” demişti. Geldikleri bu yerde toprak alımı bina ve mülkiyet öncelik oldu, girdikleri toplumda maddi alt yapı onları güçlü gösterdi. Danışanımın babasının baba soyunda kolay para kazanma ve kötü yollara eğilim, anne tarafında (babanın annesi) ise dürüstlük ve rahatlık vardı, babada bu algılar “para güçtür, harcanır, harcayabilmek rahatlıktır” algısı oldu. Kolay para ve kötü yol aktarılmamıştı neyse ki ama baba ve kardeşler akışında kaynakların tüketilme eğilimiyle varlık azalması görünüyordu. Danışanımın anne soyuna baktığımızda annenin anne tarafı Türkiye doğusundan baba tarafı da Yunan taraflardan göçme görünüyordu. Danışanımın annesine geçen algı “düzen iyi ve sabitlik iyi (yerleşiklikten), iyi bir yaşam için girişkenlik ve çaba (babadan gelen), konfor ve rahatlık paradan önemli(anneden) idi.

Bu çıkan tabloya göre danışanımın ayrılmak istediği işten ayrılamaması, düzen ve sabitlik olmayınca huzurlu olamaması, mülkiyet ve lüks istemesi ama bunu kolay yoldan edinmek isterken bir yandan da düzensiz harcama yapan hali şaşırtıcı değildi. İstediği yaşama tam olarak kavuşamıyordu. Bunun için tüm karmaşık hikaye ve kavramlardan en güzelini yazabilir ve yazdığımızı da bu hikayelerle güçlendirebilirdik.

Babanın baba kaynağındaki kaynak varlığı ve paranın güç hissini verme biçimi ile annenin baba kaynağındaki iyi bir yaşam için girişkenlik ve çaba enerjisini alalım ve bunları her 2 soydaki rahatlık ve konfor enerjisiyle de yumuşatalım.

Bu mümkün mü dersen sorarım sana, hikayen böyleyse hangi algıyı seçmek istersin? Bazen sadece bilip seçmektir değişim.

 

 

Yazının devamı...

Hayata esnek gözlükle bakmak

Anlatması pek kolay olmayan ama hayatın gerçek şifresi diyebileceğim bir şeydir bu: Esnek olmak!

Hayatta her şeyin olabilirliğine açık olmak, bir olumlama düşüncesi ya da söylemi olabilir ama gerçekten hayatın her yürürlüğüne açık olmak kolay değil, yapılırsa da artık geri dönülmez bir varlığa erişmek mümkün olur.

Esnek bir yapıda olursan kendini kimse gibi olmaya zorlamazsın. Toplumsal kurallar, dünya düzeni ve etrafın söylemi sadece bir başka bakış açısı oluverir. Ona karşı olmak uğruna aksini yapma çabası içinde de olmazsın. Bu çok önemli, çünkü toplumsal genetiğimiz gereği kabuk kırmaya ya da biz olmaya çalışırken aşırılıklarla başlıyoruz değişime. Daha açık daha açık sözlü daha modernvari daha Avrupai daha mütevazi daha sessiz ya da daha tepkili…

Esnek olmayı başarırsan insanların türlü türlü olduğunu kabul edersin. Kimse de aynı şekilde senin gibi olmak zorunda değildir, öyle düşünmek ya da istediğin tepkileri vermek zorunda değildir. Sevgiden sosyalliğe ya da davranışa kadar herkesin bir yapısının olduğunu kabul eder normalleştirirsin. Onu suçlamazsın sadece hayatında nereye koyacağına dair seçim hakkını kullanmanın güzelliğini bulursun içinde. Her olay senin düşündüğün gibi olmaz herkes düşündüğün gibi davranamaz. İnsanların duygularıyla baş etmesi, kimlik bulması, egosu ya da akli bakış açısı farklılık gösterebilir. Sana uzak olabilir, davranış ve düşünce nefret ettiğin bir kalıp olabilir ama bu senin sadece sevmediğin bir tarz olur. O insanı kötü yapmaz ve onu kötü görmene sebep teşkil etmez. Ayrıca o davranışı kötü addedip kendini yapman gereken şeylerden alıkoymazsın, yani başkalarının yanlışlarını görüp doğru olma çabası sırasında kendinden eksiltmezsin.

Başına bir dert gelebilir mesela, bu senin için bir “lanet” olmaz, şanssızlık demezsin, olsa olsa bir şeyden sebeptir ve iyi kötü olmasının nedenlerine bakıverirsin. Altında ezilmez ve kendini iyi hissedeceksin ya da öyle görüneceksin diye üstünde tepinmezsin olanların.

Hata yapabilirsin ve yanılabilirsin mesela. Yüz kere haklı çıksan da yüz birinci de yanılabileceğin ihtimali cebinde durur. Hayatın yanılma payına açıklığın olmazsa yanılgılarında yıkılırsın ve bu yüzden esnek olursan yıkılmazsın. Bugün düşündüğün bir şeyden cayabilirsin, eskisi gibi giyinmeyebilirsin, önce sevdiğini şimdi sevmeyebilirsin. Yanlış birini sevebilirsin, o an ona ihtiyacın olduğunu görebilir ve akışı normalleştirirsin. Aynı yanlışları herkesin yapabileceğini de kabul edersin. Yanlışlarından kaçmaz yanlışlarınla kendini suçlamaz, onların üzerine kendini düzenlersin yeniden hep yeniden. Bedenin ve beynin esnektir ruhun da…

İnsanı seversin ama insanlara kendini adamaz ya da hepsine hemen kalbini kolay açmazsın. Yaşamı seversin ama kendini onun içine “ne olacaksa olsun” diye akıtmazsın, sana düşeni ve ona gerek hazzı önüne koyarsın. Aklını seversin, aklını önemsersin ama her kararı onun eline bırakmazsın, sistem hatalarının mağduru olmamak adına aklını severken her daim ona ortak olursun.

Her duyguyu yaşamın kendinden sayarsın, faydalı olduğu kadarına açık olur faydasızları uzatmazsın. İçinden seçersin, kendini nasıl seversen öyle işte! Herkesin kendini nasıl sevdiği ve kabullendiği de saygı duyacağın bir şey oluverir. Canından olanları sadece seversin, düzeltmeye ya da başka bir hal olmaya zorlamazsın. Canından olmayanın canının nasıl istediğine de takılmasın. Çünkü sen bir yönetici değil, başkaları gibi olmayan ve başkalarının da onun gibi olması gerekmediği bir insansın.

 

Yazının devamı...

Neden belirsizliği sevmiyoruz?

Herkesin “belirsizlik” durumuna karşı bakış açısı ve bu durum içindeki tetiklenmeleri birbirinden farklıdır, kiminde az kiminde farklı ve çok etkiler görülebilir. Ama neden, neden belirsizlikte aynı ya da farklı tetikleniyoruz.

Her zaman beynimizi tanıtmayı ihmal etmiyorum bu tür tetikleyici konularda. Belirsizlik olarak tarif ettiğimiz durum duygusal bir konuya temas etmeyen gündelik ya da önem arz etmeyen bir konuysa konunun beyindeki akışında sorun olmadığından, bu belirsizlikler bizi rahatsız etmez. Konu sağlıklı beyne gider ve oradan prefrontal korteksle birleşir ve normal seyirde duygu-düşünce-davranış tetiklemesi yapar. Ancak hisseden beyin düşünen beyinden hızlı olunca ve konu hisse kabil bir konu olunca işte orada ayarlarımız karışıyor diyebiliriz.

Tekrar konuya dönecek olursam belirsizlik denen şey, üzerine hikaye, korku, kaygı, stres gibi negatif yazılımlar yapılabilecek bir enerji durumudur. Dolayısıyla duygulara temas eden konularda hızlı atağa geçen nöronlar limbik sistemde hızlıca olumsuz duyguları meydana toplayabilirler ya da dağınık dağınık her yerden bir slogan patlatabilirler.

Konuların başlığı değişse de beynin bu yapısını anlamak şahane bir bilgidir, öncelikle bunu tekrar söyleyeyim. Çünkü karşılaştığımız durum ne olursa olsun beynimizin hemen ne yaptığını bilmek ipleri ele alabilmek için önemli bir argümandır. Belirsiz bir durumla karşı karşıya olduğumuzda beyin yapımıza göre netleştirme arzusuyla güdülenebiliriz. Kimi emin olma güdüsünü, kimi güven kavramını kimi ise amigdalada korku kaygı nüanslarını çıkarır ortaya ve çıkan yapıya göre de tetikleniriz. Ani bitişler, kopuşlar, ayrılıklar, fevri çıkışlar ya da tam tersi bitmesi gereken toksik durumlardan çıkamayışlar bu konudan gelebilir. Ama önemli olan prefrontal kortekste nöronların negatif durumlarda daha kalabalık bir halaya tutuşması olduğudur ve negatif tanımlarımız varsa belirsizlik halinde de işte bu halay sabahlara kadar sürebilir ve sizi yorabilir.

Bir konunun belirsiz olması halinde limbik sistem atağa geçmişse bizim için şu soruları yaratır: “Neden belirsiz, ondan mı kaynaklandı, sen ne yaptın, ne yapmadın, ne yapsaydın, acaba fazla mı yaptın, demese miydin, abarttın mı, kendini mi kandırıyorsun, o mu seni kandırıyor, geçmişteki hatalarını unutmadın değil mi, emin misin, güveniyor musun, bekleyebilecek misin, uzun sürerse, hayal kırıklığı olursa, yıkılmayı kaldırabilir misin…” İşte bütün bu soruları alan nöron memurları elinde kağıtlarla beynin her yerinde koşuştururlar. Her yerde soruların ayak sesleri… Sonuç olarak da sen o soruların koşturmacasından gelen ayak seslerine kapılırsan ya depresif bir enerjiye geçersin ya da netleştirmek için aceleci davranarak hata yaparsın. Yaptığın şey hayrına olsa da olmama ihtimaline göre böyle davranmış olmakla kendine zarar vermiş olursun. Üstelik bunu başka konularda da yapacağını kendine garanti etmiş olursun.

Peki doğru yolu nedir?

Her konuda olduğu gibi bir konunun beyinde kaos çıkarması durumunda 2 seçenek vardır: “1-Normalleştirip sağlıklı beyninin duruma el atmasını sağla, sakin kal ve paniği dağıt 2-Otur, düşün ve bu konuyu sakince düşünerek, kaçmadan ve coşmadan netleştirmenin mümkünlüğünü tart ve öyle harekete geç.”

Ben en önce ana kavramın bendeki etkisini hatırlamayı seviyorum. Belirsizlik beni çok gergin bir enerjiye sürüklüyor. O yüzden belirsiz bir konunun kaosuna kapılmayı istemem, netleştirmek için de hemen düşünmeye kalkışmam, önce bu durumun “belirsizlik” olarak beni ne kadar gerdiğini düşünmeyi tercih ederim. Üzerine de şöyle başlarım “belirsizlik konusunda fazla geriliyorum, bu hatalı ve hassas beyin yapımı dikkate alarak doğru analiz edeyim”. Sistemi bilirsen defosuz sonuç çıkarmak için onu en iyi haliyle çalıştırırsın. Unutma sen kendini ona bırakırsan beyninin hatalarıyla yaşarsın.

 

Yazının devamı...

Neden belirsizliği sevmiyoruz?

Herkesin “belirsizlik” durumuna karşı bakış açısı ve bu durum içindeki tetiklenmeleri birbirinden farklıdır, kiminde az kiminde farklı ve çok etkiler görülebilir. Ama neden, neden belirsizlikte aynı ya da farklı tetikleniyoruz.

Her zaman beynimizi tanıtmayı ihmal etmiyorum bu tür tetikleyici konularda. Belirsizlik olarak tarif ettiğimiz durum duygusal bir konuya temas etmeyen gündelik ya da önem arz etmeyen bir konuysa konunun beyindeki akışında sorun olmadığından, bu belirsizlikler bizi rahatsız etmez. Konu sağlıklı beyne gider ve oradan prefrontal korteksle birleşir ve normal seyirde duygu-düşünce-davranış tetiklemesi yapar. Ancak hisseden beyin düşünen beyinden hızlı olunca ve konu hisse kabil bir konu olunca işte orada ayarlarımız karışıyor diyebiliriz.

Tekrar konuya dönecek olursam belirsizlik denen şey, üzerine hikaye, korku, kaygı, stres gibi negatif yazılımlar yapılabilecek bir enerji durumudur. Dolayısıyla duygulara temas eden konularda hızlı atağa geçen nöronlar limbik sistemde hızlıca olumsuz duyguları meydana toplayabilirler ya da dağınık dağınık her yerden bir slogan patlatabilirler.

Konuların başlığı değişse de beynin bu yapısını anlamak şahane bir bilgidir, öncelikle bunu tekrar söyleyeyim. Çünkü karşılaştığımız durum ne olursa olsun beynimizin hemen ne yaptığını bilmek ipleri ele alabilmek için önemli bir argümandır. Belirsiz bir durumla karşı karşıya olduğumuzda beyin yapımıza göre netleştirme arzusuyla güdülenebiliriz. Kimi emin olma güdüsünü, kimi güven kavramını kimi ise amigdalada korku kaygı nüanslarını çıkarır ortaya ve çıkan yapıya göre de tetikleniriz. Ani bitişler, kopuşlar, ayrılıklar, fevri çıkışlar ya da tam tersi bitmesi gereken toksik durumlardan çıkamayışlar bu konudan gelebilir. Ama önemli olan prefrontal kortekste nöronların negatif durumlarda daha kalabalık bir halaya tutuşması olduğudur ve negatif tanımlarımız varsa belirsizlik halinde de işte bu halay sabahlara kadar sürebilir ve sizi yorabilir.

Bir konunun belirsiz olması halinde limbik sistem atağa geçmişse bizim için şu soruları yaratır: “Neden belirsiz, ondan mı kaynaklandı, sen ne yaptın, ne yapmadın, ne yapsaydın, acaba fazla mı yaptın, demese miydin, abarttın mı, kendini mi kandırıyorsun, o mu seni kandırıyor, geçmişteki hatalarını unutmadın değil mi, emin misin, güveniyor musun, bekleyebilecek misin, uzun sürerse, hayal kırıklığı olursa, yıkılmayı kaldırabilir misin…” İşte bütün bu soruları alan nöron memurları elinde kağıtlarla beynin her yerinde koşuştururlar. Her yerde soruların ayak sesleri… Sonuç olarak da sen o soruların koşturmacasından gelen ayak seslerine kapılırsan ya depresif bir enerjiye geçersin ya da netleştirmek için aceleci davranarak hata yaparsın. Yaptığın şey hayrına olsa da olmama ihtimaline göre böyle davranmış olmakla kendine zarar vermiş olursun. Üstelik bunu başka konularda da yapacağını kendine garanti etmiş olursun.

Peki doğru yolu nedir?

Her konuda olduğu gibi bir konunun beyinde kaos çıkarması durumunda 2 seçenek vardır: “1-Normalleştirip sağlıklı beyninin duruma el atmasını sağla, sakin kal ve paniği dağıt 2-Otur, düşün ve bu konuyu sakince düşünerek, kaçmadan ve coşmadan netleştirmenin mümkünlüğünü tart ve öyle harekete geç.”

Ben en önce ana kavramın bendeki etkisini hatırlamayı seviyorum. Belirsizlik beni çok gergin bir enerjiye sürüklüyor. O yüzden belirsiz bir konunun kaosuna kapılmayı istemem, netleştirmek için de hemen düşünmeye kalkışmam, önce bu durumun “belirsizlik” olarak beni ne kadar gerdiğini düşünmeyi tercih ederim. Üzerine de şöyle başlarım “belirsizlik konusunda fazla geriliyorum, bu hatalı ve hassas beyin yapımı dikkate alarak doğru analiz edeyim”. Sistemi bilirsen defosuz sonuç çıkarmak için onu en iyi haliyle çalıştırırsın. Unutma sen kendini ona bırakırsan beyninin hatalarıyla yaşarsın.

Betül Yergök

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.