Fetvacı / ORHAN KOLOĞLU
Osmanlı Hariciye Nazırı’nın oğlu olan ve kendisi de elçilik yapan Şerif Paşa, Kürt haklarının savunucusu diye tanınır; ama Piyer Loti’ye gönderdiği mesajlar hep Türk halkı adına ve hakları içindir
Avrupa’dan gelen milliyetçi akımların etkisiyle 19. yüzyılda çözülmeye başladığında, Osmanlı Devleti de, yüzyıllardır kaynaştırmış olduğu 5 - 6 düzine etnik ve dini cemaat de, yeni bir sorunla karşı karşıya geldiler. Bütün cemaatlerin katkısını içeren, ama kültürde temeli oluşturan dil ve yaşam kuralları sebebiyle Türk damgası belirgin olan Osmanlılık’tan ayrılırken kimlik sorunu hayli karmaşa yarattı. O zamana kadar bütün Batı dillerinde müslümanlar, Türk sözcüğüyle tanımlanırdı. Oysa artık değişik müslüman cemaatlerde de ayrılma ve milliyetçi kimlik arama çabaları başlamıştı.
Kimlik bunalımı
Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başında bu kimlik bunalımı daha da arttı. Gayrimüslimler Osmanlılığı kesin dışlarken, Kafkaslı, Balkanlı Müslümanlar, Türklük’e sığınıyor, Araplar, Arnavutlar ise ayrılmaya başlıyorlardı. Koşullar da zorunlu kopuşlar getiriyordu. Örnek olarak kendi ailemi gösterebilirim. Libya’da kalanları doğal olarak Araplaştı, Türkiye’de oturanlar Türkleşti. Belirleyici olan kültürdü. Arnavutlar’ın Şemsettin Sami hatta Mehmet Akif konusundaki şaşkınlıkları bunun sonucudur. Türk diline, kültürüne en büyük hizmeti yapmış birincisiyle, Türk bağımsızlığının savaşçısı ve sesi ikincisini sahiplenmek ancak aşırı bir ırkçı anlayışla mümkündür. Son zamanlarda bu tür arayışlara Kürtçülük alanında başvurulduğu dikkatlerden kaçmıyor. Ne gariptir ki ölçüsüzlük, Türkçülük’ün en büyük kuramcısı Ziya Gökalp’e de Kürtlük yakıştırmasına kadar varır. Geçenlerde kızı kesin ifadelerle bunu gerçek dışı olarak niteledi. Esasen biraz araştırma yapmış olanlar 1918’deki yenilgi üzerine sınırlı ölçüde Kürt hakları arayışına giren Abdullah Cevdet’in Gökalp’i şu sözlerle dışladığını bilirler: “Turan şimendifer kumpanyası şimdi bir tek yolcu kabul etmiyor... (Durkheim) Dürheim mektebi de eğitimi kesti." Bilindiği gibi Gökalp’in tezi Dürheim’in sosyolojisine dayanıyordu.
İlk kez açıklıyorum
Bu yazımda aşırı bir Kürtçülük rolü yakıştırılan bir Osmanlı subayı ve elçisine, Şerif Paşa’ya ait üç belgeyi ilk kez açıklıyorum. 1865’te doğan Şerif’in babası hariciye nazırlığı yapmıştı. Bir süre Galatasaray’da okuduktan sonra eğitimini Fransız Askeri Akademisi’nde tamamladı. Padişah maiyetine alındı. 1898’de İsveç’e elçi atandı ve 1908’e kadar kaldı. İkinci Meşrutiyet’in ilanı üzerine İttihat ve Terakki’ye katıldı ve Pangaltı Şubesi reisi oldu. Beklediği Londra elçiliği kendisine verilmeyince 1909 başında Paris’e yerleşti ve İttihatçılara muhalefetini artırarak 1918’e kadar sürdürdü. Yakışıklılığı sebebiyle “Beau (okunuşu Bo) Şerif" diye anılan diplomatı, sevmeyenleri “Boş Herif" diye isimlendirmişlerdir. Mondros Ateşkesi’nden sonra Türkler’in savunmasını tek başına üstlenen Piyer Loti’ye gönderdiği yazılarda Türkiye ve Türkler’in haklarını vurgulaması dikkatlerden kaçmaz.
Paşa’nın yazdıkları
2 Kasım 1918 tarihli telgrafında şöyle yazıyor: “Vatandaşlarıma ve dindaşlarıma karşı gösterdiğiniz sürekli ve sadık değerbilirliğiniz bütün Türkler’in kalbinde büyük bir şükranla yadedilmektedir."
31 Ocak 1919 tarihli Paris’ten mektubu: “Türkler hakkında büyük bir kahramanlıkla ifade etmekten vazgeçemediğiniz iyi niyetli sevgi duygularınızla yansıttığınız zevk verici misyon, hakkınızdaki benim kişisel duygularıma da yanıt verdiğinden, bu ayın 16’sında Cenevre’de toplanan Türk Liberalleri Kongresi adına daha da büyük bir zevkle derin şükranlarımı sunuyorum. Felaketimiz sırasında ve özellikle zavallı Türkiye’nin kaderi üzerinde oynandığı bu trajik günlerde, tek dostumuz olan sizin bizi korumaya devam edeceğinizi ummayı arzuluyoruz."
24 Mart 1919 tarihli mektubun altındaki ilk imza da onun. Ayrıca Diran Edvardyan, Galip Ali, Albert Fua, Dr. Nihat Reşat, Salih, Kazım, Selim ve Dr. R. Nevzat’ın da imzaları var. Yine “Bütün siyasi dostları ve Türk halkının tamamı adına ifade ettiğimiz derin şükranları lütfen kabul buyurun" diyorlar.
Anlaşılıyor ki, “Kürt Halkının Talepleri" isimli 14 sayfalık broşürü, Türkiye’nin yaşatılmayacağına savaş galiplerince kesin karar verildikten ve bir özerk bölge kavramı geliştirilince kaleme alınmıştır. Zaten az sonra bunun “bölücülük getirdiği" düşüncesiyle Sevr’in imzasından çok önce 21.4.1920’de Kürt delegesi reisliğinden istifa etmiş ve bir daha politikaya girmemiştir.