SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Diyabetli Hastalarda Diş Tedavileri

‘Diyabet’ ya da halk arasında ‘şeker hastalığı’ diye bildiğimiz hastalık, kanda insülin değerlerindeki düzensizlik sebebiyle ortaya çıkan kan şekerindeki yükselmeyle karakterize bir hastalıktır. Ağız kuruluğu, ağızda yanma hissi, çok idrara çıkmak, çok susamak, çok yemek yemeye rağmen kilo kaybı yaşamak, yorgunluk, ayaklarda uyuşukluk, ciltte kuruluk, kaşıntı, bulanık görme gibi belirtiler diyabetin klinik bulguları olup böyle bulguları olan kişilerin bir doktor kontrolüne gitmesinde fayda vardır.

Yukarıda bahsettiğim bulgular arasında biz diş hekimleri açısından en önemlisi ağız kuruluğudur çünkü tükürük akışındaki azalma ağızda çürük riskini ve diş eti hastalığı oluşmasını arttırmaktadır. Ağız kuruluğu yaşayan hastalarda beslenme ve konuşma sırasında ağız mukozası tahriş olabilir ve mantar enfeksiyonları gelişebilir. Ayrıca ağız kuruluğu yaşayan hastalarda hareketli protez kullanımı da güçleşmektedir. Diyabetin bu belirtilerini çözmek için hastalarımıza, günde 3 kez yirmişer dakika ksilitollü sakız çiğnemelerini önerebiliriz ya da tükürük destekleyici ve nemlendiriciler önerebiliriz.

Diyabetli hastalarda plak eliminasyonu yani diş yüzeyinde oluşan sarımsı tabakaların uzaklaştırılması oldukça önemlidir çünkü plak varlığı; zaten diş ve diş eti hastalıklarının oluşmasına meyilli bu hastalarda ağız sağlığının bozulmasını hızlandırır. Plak tabakasının uzaklaştırılması diş fırçalamayla mümkündür. Diş hekiminizden alacağınız iyi bir oral hijyen eğitimi ile bu sorunun altından kolaylıkla kalkabilirsiniz. Diş çürüklerinin önlenmesi için de ayrıca flor uygulamaları ile diş yüzeyinin çürüğe karşı daha dayanıklı olması sağlanabilir. Beslenme şeklinin değiştirilmesi hem hastalığın kontrol altına alınması hem de ağız sağlığının korunması açısından önemlidir. Karbonhidratlardan uzaklaşılmalı ve lifli gıdaların tüketimi arttırılmalıdır. Bu beslenme şeklinin hayat tarzı haline getirilmesi hastalara her anlamda fayda sağlar.

Peki, cerrahi işlemler yapılabilir mi? Kontrol altındaki diyabetli hastalarda her türlü diş tedavisi ufak ve basit önlemler alınarak rahatlıkla yapılabilmektedir. Fakat HbA1c değeri yüksek olan hastalarda, cerrahi işlem yapmadan önce kendi doktorundan tavsiye istenerek ve medikal durum dikkatle değerlendirerek işlemin yapılıp yapılamayacağı kararı verilebilir. Yara yeri iyileşmesindeki gecikme ve enfeksiyon riski yapılacak tedaviyi güçleştirebilir. Bu durumda işlemin yapılma zamanı aciliyet durumuna göre, kan şekeri değerleri kontrol altına alınana kadar ertelenebilir.

Özetle, biz diyabetik hastalarda sistemik kontrolü gerekli görüyorsak öncelikle dahiliye doktorundan konsültasyon ister onun fikrini alırız. Tedavi planımızı gelen cevaba göre şekillendiririz. Eğer diyabet kontrol altındaysa ve hastalarımız ilaçlarını düzenli kullanıyorsa dental tedaviler ile ilgili endişe edeceğimiz ciddi bir durum yoktur. Hastalarımız gönül rahatlığı ile koltuğumuza oturabilirler. Mutlu günler dilerim.

Dt. Neriman Karakaş

Yazının devamı...

Çene Eklemi Hastalıkları

Konuşmamızı, çiğnememizi, gülmemizi, şaşırmamızı aklınıza gelecek bütün çene hareketlerini sağlayacak eklem, alt çene ile üst çeneyi birbirine bağlayan temporamandibular eklemdir ve her haliyle kendine hastır. Hem yapısal olarak hem de yaptığı hareketlerin çeşitliği bakımından vücudumuzun özel incelenmesi gereken bir kısmıdır.

Toplumsal yaşamın gitgide zorlaşması ve daha stres altında hayatlar yaşanmasıyla çene eklemi hastalıklarında artış göstermiştir. Evet, birçok hastalıkta olduğu gibi çene eklemi hastalıklarında da stresin rolü oldukça fazladır. Stresle beraber gelişen gece veya gündüz diş sıkma problemleri eklemlerde ciddi ve hatta bazen geri dönüşü olmayan hasarlara sebep olmaktadır. Birden fazla çeşit eklem rahatsızlığı tanımlayabilmekteyiz. Bazısı çiğneme kaslarının rahatsılıklarından kaynaklı olabilir. Bazıları alt ve üst çene eklem parçaları arasında bulunan diskin yapısının ve pozisyonun bozulmasına bağlı olabilir. İltihabi rahatsızlıklar olabilir. Alt çene hareketliliğinin kısıtlanması gibi hastalıklar olabileceği gibi bazende gelişimsel bozukluklar da olabilir. Hekiminiz rahatsızlığınızın kaynağını tespit ettikten sonra gerekli tedavi protokolünü de sizinle paylaşacaktır.

Ne zaman bir doktora görünmeniz gerekir?

Çene eklemlerimizde bir hasar olduğunu nasıl anlarız?

Eklemlerinizden klik sesi veya çiğneme sırasında gıcırtılar duyuyorsanız.

Ağız açıklığınızda kısıtlılık hissediyorsanız.

Açıp kapama sırasında alt çenenizin sağa veya sola kayarak açılıp kapandığını farkettiyseniz.

Çenelerinizde, yüzünüze hatta boynunuza kadar yayılan ağrılar hissediyorsanız.

Esneme sırasında güçlük çekiyorsanız en kısa zamanda diş hekiminizden bir randevu almanız gerekiyor demektir.

Özellikle diş gıcırdatması olan hastalar potansiyel eklem hastasıdır. Eğer diş gıcırdattığınızı veya sıktığınızı farkederseniz ve bu parafonksiyonel alışkanlıklarınız birkaç hafta boyunca aralıksız devam ettiyse en kısa zamanda tedavi edilmesi, ekleminizi koruyucu tedavi protokollerini uygulamaya başlanması gerekmektedir.

Tedavi şekillerini merak edenler için kısaca birkaç bilgi vermek istiyorum. Hastalığın sebebine ve ilerlemişliğine göre ilaç tedavisi, fizik tedavi uygulamaları, çeşitli egzersizler, eklem boşluğunun rahatlatılması için yıkama işlemi veya ileri cerrahi uygulamalar yapılabilmektedir. Ama bütün bu tedaviler içinde biz ilk önce hastalığı oluşmadan yakalamayı ve önlemeyi tercih ederiz. Diğer bütün hastalıklarda olduğu gibi eklem hastalıklarında da erken teşhis ve hastalığın oluşumunu önleme büyük önem taşımaktadır. Eğer şüpheniz varsa problemi büyütmeden doktorunuza danışınız.

İyi haftalar dilerim,

Diş Hekimi

Neriman Karakaş

Yazının devamı...

20 Yaş Dişlerimizi Çektirmeli miyiz?

Diş arklarımızın en sonunda çıkan, her yarım çenede bir tane olmak üzere toplam dört adet olan ve genellikle yirmili yaşlarda ağızda görülmeye başladığı için adına yirmilik diş dediğimiz dişler günümüzde büyük oranda problem yaratmaktadır. Peki ne yapalım bu yirmilikleri çekelim mi? Yoksa kalsın mı? Evet bu hafta ki yazımda bu konu hakkında bilgi vermek istiyorum.

Bin yıllar içinde beslenme alışkanlıklarımızın değişmesiyle beraber çenelerimizde bazı değişiklikler meydana gelmeye başlamıştır. Ateşin bulunması ile başlar bu süreç. Teknolojinin ilerlemesi ile etlerin daha kıyma halinde ve besinlerin çok iyi pişmiş ya da püreli olarak tüketilmeye başlaması ile çiğneme işlevimiz eskiye göre azalmıştır. Bu da çenelerin küçülmesini beraberinde getirmiştir. Bütün bunların sonucu olarak yirmi yaş dişlerimize yer kalmamaya ve sürme problemleri oluşmaya başlamıştır. Bu problemler bazen sadece sıkışıklık olabileceği gibi bazen de şiddetli ağrılara ve şişliklere veya kistik lezyonlara kadar ilerleyen daha büyük sorunlar yaşamamıza neden olabilir.

20 Yaş dişlerimizi ne zaman çektirmeliyiz?

Eğer tamamen gömülü kaldılar ise ve diş hekiminiz sürmesinin mümkün olmadığını öngörüyorsa çekilmesi uygundur.

Yarı gömülü yarı ağızda görünür halde ise ve yine diş hekiminiz tamamen sürmesini mümkün görmüyorsa hemen çekilmelidir. Çünkü yarı gömülü dişler çürümeye daha meyillidir. Üzerindeki diş eti dişin temizlenebilmesini engeller. Bu sebeple yarı gömülü dişler tam gömülü dişlere göre problem yaratmaya daha meyillidirler.

Yirmi yaş dişinin sürme yönündeki bozukluktan kaynaklı komşu dişe veya komşu dişin köküne baskı uyguluyorsa acilen çekilmelidir çünkü komşu dişte çürük veya kök yüzeyinde erimelere sebep olabilir.

Bir kez enfeksiyon oluştuysa bekletmeden çekilmelidir. Antibiyotik kullanınca ağrı veya şişlikleriniz geçer fakat bu problemin ortadan kalktığını düşündürmemeli çünkü ilacın etkisi vücuduzdan gider gitmez yeni ve daha büyük bir enfeksiyon oluşması kaçınılmazdır. Bu sebepten dolayı iyileştiğimizi düşünüp çekim yaptırmaktan vazgeçilmemelidir.

Tamamen sünmüş bir yirmi yaş dişi, ağız açıldığında, çiğneme kasları sıkı bir şekilde dişlerin yanağa bakan kısmını örtüyor ve temizlenmeyi önlüyorsa, hekiminiz bu dişin temizlenebilirliğinin zor olduğu kanısına varırsa çekilebilir. Bu durumda en arkada ve fonksiyonel olarak daha gereksiz bir dişi yerinde tutmaya çalışmak, bize daha çok lazım olan komşu dişin ciddi bir şekilde çürümesine sebep olabilir.

Kemik içinde kist oluşturmaya başladıysa çekilmelidir.

Peki ne zaman ağızda bırakılabilir?

Ağızda pozisyonel olarak problem teşkil etmeyecek şekilde sürmüş, yerine yerleşmiş, temizlenmesini önleyen herhangi bir anatomik durumu olmayan ve ağız hijyeni çok iyi olan hastalarda ağızda bırakılmasında hiçbir sakınca yoktur. Diğer dişler gibi yıllarca hizmet eder.

Protez planlaması için önem arz eden yirmi yaş dişleri ağızda bırakılabilir. Tamamen kemik içinde gömülü olarak kalmış yirmi yaş dişleri problem yaratmıyorsa ağızda bırakılabilir.

Son olarak yirmi yaş dişlerinizin çekilmesinin çiğneme (fonksiyon), konuşma (fonasyon) veya estetik anlamda size hiçbir dezavantajı olmadığını belirtir, iyi haftalar dilerim.

Diş Hekimi

Neriman Karakaş

Yazının devamı...

Dişlere Flor Uygulaması Yararlı mı? Zararlı mı?

Yakın zamanda dişlere flor uygulamaları konusunda çıkan haberler hepimizin kafasını karıştırmıştı. Hadi gelin bu konuyu biraz konuşalım. Öncelikle flor nedir? Biraz bundan bahsetmek istiyorum.

Flor yaşam için gerekli bir iz elementtir. Minenin oluşumunda rol oynar kemik ve dişlerde depolanır. Floridler tüm deniz ürünlerinde, çay ve kuyu sularında bulunur. Vücuda giren her şeyin faydası veya zararı miktarı ile belli olur. Gereğinden fazla alınan her şey zehire dönüşür. Sadece flor için değil suyu bile fazla içseniz zehirlenirsiniz. Floru da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Topikal yani yüzeye tatbik edilen florların faydası oldukça fazladır. Bunları sıralamak istersek;

Çürük atakları sırasında minenin bozulmasını önler
Minenin kendini tamir edebilme yeteneğini destekler
Başlangıç çürüklerinin durmasını sağlar
Çürük yapan bakterileri etkileyerek ağızda asit ortam oluşmasını engeller
Diş yüzeyinde oluşan plak tabakasının yapışkanlığını azaltır
Diş minesinin yapısına katılarak çürüğe karşı daha dayanıklı bir yüzey oluşturur.
Ve bütün bu mekanizmalar yolu ile dişte çürük oluşumunu engeller.

Bu sebeple diş hekiminizin önereceği zaman aralıklarında çocuklarınıza florlu vernik uygulamasını yaptırmanız hayati önem taşır. Süt dişlenme zamanında ağızda çürük olmaması, daimi dişlerinde çürüme ihtimalini azaltır. Karışık dişlenme zamanı dediğimiz 6-14 yaş arası dönemde ağızda hem daimi dişler hem süt dişleri bir arada bulunur. Eğer süt dişlerinde yerleşik bir çürük var ise, bu durum daimi dişlerinde çürüyeceğinin net işaretidir. Çünkü çürük bakterileri yerleşik durumdadır. Ağızda çoğalmalarını sağlayacak şartlar da mevcuttur. Yeni süren daimi dişlerin olgunlaşmasını tamamlanmamış olması ayrı bir risk faktörüdür. Tam olgunlaşmamış daimi dişler çürük yapıcı bakterilere karşı savunmasızdır. İlk sürdüklerinde çürük mikrobuyla karşılaşırsa, çürüğün ilerlemeside oldukça hızlı olur.

Bütün bu anlattığım sebeplerden ötürü, süt dişlerinde çürük oluşmaması oldukça önemlidir. Çürük önlemenin en kolay ve etkili yolu ise 2 yaşından itibaren florlu vernik uygulamalarının yapılmasıdır. Ne sıklıkla yapılması gerektiği ise kişiye ve çürük yatkınlığına göre değişmektedir. Bu sebeple her çocuğun flor yapılma sıklığı doktoru tarafından belirlenir. Diğer bir yüzeyel florür uygulaması ise diş macunları ile sağlanır. Kısa etkili olduğundan sabah akşam tekrarı gerekir. Çocuklarda florlu macunların kullanımına, tükürmeyi öğrendikten sonra geçilmelidir. Çocuklarda diş macunu seçerken yaş aralıklarına dikkat etmek faydalı olur.

Özetle yüzeyel florür uygulamaları, diş hekiminiz tarafından, kontrollü bir şekilde yapıldığında vücudumuza hiçbir zararı yoktur. Dişlerimize olan faydası ise yok sayılmayacak kadar fazladır. Mutlu haftalar diliyorum herkese.

Diş Hekimi

Neriman Karakaş

Yazının devamı...

Hamilelerde Ağız ve Diş Sağlığı

Hamilelik hiç şüphesiz bir kadının hayatının en önemli ve en büyülü dönemidir. Çünkü anne adayı, artık sadece kendinin değil aynı zamanda dünyaya getireceği bebeğinin de beslenmesi ve sağlığının birinci sorumlusudur. Bu duygu yoğunluğunun üst seviyede olduğu süreçte hamilelerin hem kendi diş sağlığı için hemde bebeğin gelişimi açısından neler yapılması gerektiğinden bahsetmek istiyorum.

Gebelikte hormonlarımız büyük değişiklikler gösterir. Hormonlardaki bu artışlar vücutta bir çok değişikliğe sebep olur. Ağız ve diş sağlığı açısından bakıldığında ise diş etlerimiz bu durumdan en çok etkilenen kısımlardır. Diş etleri özellikle ikinci trimestrda plak içindeki mikroorganizma çeşitliliğinin değişmesine bağlı olarak daha kanamalı bir hale gelebilir. Biz bu hastalığa hamilelik gingivitisi deriz. Kanamalar özellikle ön dişlerin ara yüzeylerinde daha belirgin olur. Eğer bebeğimiz hayatımıza katılmadan önce ağız ve diş bakımımız optimum düzeyde ise korkulacak bir durum yoktur. İyi bir ağız bakımı ile sorunun üstesinden gelebiliriz. Fakat hamilelik öncesinde diş eti sağlığı konusunda problem yaşadıysanız var olan problemlerin ilerlemesine sebep olabilir. Diş etlerinde artan ödem, diş eti ceplerinde ki derinliğin artmasına ve beraberinde dişlerde ki sallanmaların artışına sebep olabilir.

Hamilelik sırasında başımıza gelebilecek diğer bir diş eti hastalığı ise “hamilelik tümörü” dür. Hamilelik tümörü de genellikle ikinci ve üçüncü trimestrda görülür. Tümörün görüntüsü oldukça karakteristiktir. Genellikle koyu kırmızı renkte, nodüler ve çok kolay kanayan diş eti büyümeleridir. Daha önceden, diş taşları olan ve ağız hijyeni yeterli olamayan gebelerde gözlemlenir. Hamileliğin diş etlerimize olan etkisi kısaca bu şekildedir.

Daha da önemlisi; diş eti hastalıklarının bebek üzerindeki etkileri nelerdir? Bu konu son yıllarda birçok araştırmaya konu olmuştur ve sonuçları oldukça çarpıcıdır. Hamile iken periodontal hastalıkları olan annelerde; düşük yapma, erken doğum ve düşük ağırlıklı bebek riskinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

“Gebeliğin dişlere etkisi nedir?” derseniz, dişlere birincil bir etkisi yoktur. İkincil etkisinin mekanizması şöyle işler. Hamile iken bebek gelişimi için herkes bize çok yememizi telkin eder. Hem çok yeriz hem de zamansız yeriz. Mesela gece kalkar bir şeyler atıştırır ve yatarız. Diş bakımı konusunda ise yemek yemeye paralel bir artışı hayatımıza katmayız. Hatta bazılarımız artan bulantı refleksleri ile fırçalamayı hayatından çıkarır. Bu sebeplerle, diş çürüklerinde artış veya var olan çürüklerde hızlı bir ilerleyiş gözlenir. Bazı gebelerde reflüden kaynaklı ağız asit oranında artış gözlemlenebilir. Bu da diş sağlığımızı kötü etkileyebilecek diğer bir ikincil etkidir.

Yani hem anne hemde bebek sağlığı için hamilelikte diş bakımı oldukça önemlidir. Eğer planlı bir gebelik ise, bebek rahime düşmeden önce, anne adayları bütün diş problemlerini mutlaka çözmüş olmalıdır. Hamilelik sırasında fırçalamaya üst düzeyde özen gösterilmelidir. Eğer bulantınız çok ise ufak başlı bir diş fırçası ile macunsuz olarak fırçalamayı deneyebilirsiniz.

Son olarak hamilelikte diş tedavisi yaptırmak için en uygun zamanın ikinci trimestr yani ikinci üç aylık dönem olduğunu hatırlatır iyi haftalar dilerim.

Dt. Neriman Karakaş

E-mail : neriman@dissanatlariakademisi.com

Yazının devamı...

Ağız Kokusu Neden Kaynaklanır?

Ağız kokusu önemli kişisel problemlerden biridir. Dünyada iki milyar kişiden fazlası ağız kokusundan yakınmaktadır. İnsan sosyal bir varlıktır ve konuşma, sosyalleşmenin en önemli öğesidir bence. Bu hafta ki yazımda, “Ağız kokusu neden kaynaklanır?”ve “Gidermek için neler yapılabilir?” Sorularına cevap vermeye çalışacağım. Hadi şu sosyal yaraya biraz merhem olalım.

İlk ve önemli soru ağız kokusu gerçekten var mıdır? Bazı hastalar şiddetli ağız kokusundan yakınır, etrafında ki herkesin bu konudan şikayetçi olduğunu düşünür ve çözüm arama yoluna gider. Fakat hastaya yapılan testlerde ağız kokusu bulgusu olmayabilir. Bu hastaları bizlerin tedavi etmesi mümkün değildir çünkü sorun psikolojiktir.

Eğer gerçek bir ağız kokusu mevcut ise ve tespit edildiyse sebepleri araştırılmalıdır. Ağız kokusunun birçok sebebi vardır. Bunları medikal sebepler ve dental sebepler olarak iki gruba ayırabilirim. Sinüzit varlığı, bademciklerin enfeksiyonları, akciğer hastalıkları, karaciğer hastalıkları, diyabet, menstruasyon ve geniz akıntısını başlıca medikal sebepler arasında sayabilirim. Fakat ağız kokusu çok büyük oranda ağız ve diş kaynaklıdır. Bu yüzden, ağız kaynaklı problemleri tamamen çözmeden medikal problemleri düşünmek doğru bir yaklaşım olmaz. Peki ağız kaynaklı sebepler neler olabilir derseniz, bunları da şöyle özetleyebilirim.

Oral hijyen eksikliği yani ağız ve diş bakımı konusunda hastanın yetersiz olması önemli sebeplerden biridir. Çünkü ağız bakımı yetersiz olduğunda dişlerde plak ve diş taşı oluşur. Plak dişlerimizi fırçalamadan önce, diş etlerimize yakın bölgelerde rahatlıkla görebileceğiniz sarımsı yapışkan bir tabakadır ve fırçalama ile uzaklaştırılabilir. Diş taşı ise kireç gibi sert, zaman zaman sarı, bazen kahverenginden siyaha kadar değişen renkte fırçalama ile uzaklaştıramayacağımız tabakalardır. Hem plak hem de diş taşları üzerlerinde milyonlarca bakteri barındırır ve iltihabi diş eti hastalıklarına sebep olur.

Bu olaylar silsilesinin hepsi ayrı ayrı ağız kokusu sebebidir. Hastaya diş taşı temizliği yapılıp, diş ve dil temizliği konusunda detaylı bilgi verildikten sonra bu sebeplerle oluşan ağız kokusu giderilebilir.

Bazen de çevre dokularla uyumu bozulmuş ve ömrünü doldurmuş protezlerin varlığı ağız kokusuna sebep oluyor olabilir. Bunun içinde protezlerimizi değiştirmemiz gerekir.

Eğer ağızda çürük diş varsa hem çürük kaynaklı bakterilerin kendisi kokuya sebep olabileceği gibi hem de çürüğün oluşturduğu boşluğa gıdaların birikmesi de koku yapar. Bu durumda çürük dişlerin dolgularının yapılması şikayetlerin geçmesini sağlar.

Diş ve diş eti kaynaklı apseler ve iltihabın ağıza aktığı durumlarda da hem kötü tat hemde kötü koku şikayeti olur. Apsenin kaynağının giderilmesi gerekir. Diş kayıplarına bağlı olarak dişlerin hareket etmesi ile gıda birikimine sebep olabilecek diş aralıkları da ağız kokusu kaynağı olabilir. Bu aralıkların anatomik haline geri döndürülmesi gerekir.

Kırık dişler veya dolgular da kokunun eliminasyonu için tedavi edilmesi gereken faktörlerdendir. Diş çekimi sonrası dönemde çekim boşlukları ağız kokusuna sebep olabilir fakat bu geçici bir faktördür. Yara tamamen kapanınca sorun kendiliğinden ortadan kalkar.

Ağız kuruluğu ve yarı gömülü yarı sürmüş dişler ağız kokusuna sebep olabilir. Ağız kaynaklı problemlerin hepsi diş hekiminiz tarafından kolaylıkla çözülebilir. Ama bu problemin çözümün de hastanın iş birliği olmazsa olmazımızdır. Bazı durumlarda hastalar ağız kokusunun farkında olmayabilir. Hasta problemin farkında olmalı ve çözümü talep ediyor olmalıdır. Gerisini diş hekimiz halleder. İyi haftalar diliyorum.

Dt. Neriman Karakaş

E-mail : neriman@dissanatlariakademisi.com

Yazının devamı...

Dişlerimi Nasıl Fırçalamalıyım?

Bin yıllardır söylenen ama nedendir bilmem en çok unutulan bir söz var sevgili okurlarım. Bu söz şudur ‘Sıhhat ağızda başlar’. Ağız vücudun dışarı açılan kapılarından biridir. Eğer ağız sağlığımız bozulursa, genel sağlığımızın bozulması için temel atılmış olur. Sindirimin ilk aşaması ağızda görülür. Diş sayımız azaldığında ilk önce midemiz, buna bağlı olarak bağırsaklarımız bozulmaya başlar. Ağız sağlığını korumak ise çok kolaydır aslında. Dişlerimiz sadece temiz tutulmak ister. Diş kayıpları yaşla beraber gelen olağan bir durum değildir. Eğer ağız bakımımızı çocukluktan beri çok iyi yapar, 6 aylık rutin diş hekimi kontrollerimizi yaptırırsak dişlerimiz bize bir ömür boyu hizmet edebilir. Burda kişiye düşen görev diş fırçalamaktır.

Peki doğru diş fırçalama nasıl olmalıdır? Gelin size adım adım anlatayım,

1- Kendimize alışkanlık haline getireceğimiz bir sıra belirleyelim. Eğer el alışkanlığımızın oturduğu bir sıra olursa her seferinde atlamadan bütün bölgelere ulaşabiliriz.

2- Belirlediğimiz sıra dahilinde, dişlerin diş etleri ile birleştiği hattı hafif ovalayıp daha sonra aşağı doğru süpürme hareketi yapalım. Bu hareketi en az 8 kez tekrarladıktan sonra bir fırça boyu ilerleyip aynı işlemi tekrarlayalım.

3- Dişlerin yanağa ve dudaklara bakan yüzeyleri, dile ve damağa bakan yüzeyleri ve çiğneyici yüzeylerinin hepsine aynı hassasiyetle ulaştığımıza emin olalım.

4- Çiğneyici yüzeyleri dairesel hareketlerle temizleyelim.

5- Doktorunuzun gerekli gördüğü, diş ipinin yeterli gelemeyeceği ara yüzeyler varsa, bu ara yüzeyleri arayüz fırçalarıyla temizleyelim.

6- Arayüz fırçası ile ulaşamadığınız alanları diş ipi ile temizleyelim.

7- Ve bu işlemleri sabah akşam olmak üzere günde iki kez tekrarlayalım.

İşte artık dişlerimiz tertemiz! Bu alışkanlığı çocukluktan edinirsek inanın bize çok az ihtiyacınız olur.

Biraz da doğru diş fırçasından bahsedeyim. Doğru diş fırçası marketlerde gördüğünüz diş fırçalarının içinde en basit tasarıma sahip olanıdır. Yani sapı düz ve fırça kıllarının kesimi düz bir fırça tercih etmeliyiz. Ayrıca fırçanın başı da ufak olsun ki ağzımızdaki en uzak köşelere rahatça ulaşabilelim.

Markette satılan yumuşak diş fırçalarından uzak duralım. Bu fırçaların temizleme etkinliği iyi olmadığı için hastalarımızın problemlerini çözmekten uzaklaştığı gibi daha ilerlemesine sebep olabilmektedir.

Herhangi bir sebeple doktorunuz yumuşak diş fırçası kullanmanızı tavsiye etti ise kıl sayısının fazla olduğu bir yumuşak diş fırçası kullanmanız daha iyi olur.

Elektirikli diş fırçaları konusunda da kendi deneyimlerimi paylaşayım. Bence temizleme etkinlikleri oldukça iyi. Ben kullanılmasında bir sakınca görmüyorum.

Diş macunu seçimine gelirsek, diş macunu temizlemede esas faktör değildir. Temizlemede esas olan fırçalama hareketinin kendisidir. Eğer ağız sağlığınız açısından özel bir durum yoksa markette gördüğünüz herhangi bir macunu kullanabilirsiniz. Beyazlatma etkinliği fazla olan veya sigara içenlere özel üretilen diş macunlarının sürekli kullanımını da tavsiye etmiyorum.

Bol gülücüklü, sağlık dolu bir hafta diliyorum hepinize. Hoşçakalın.

Dt. Neriman Karakaş

E-mail : neriman@dissanatlariakademisi.com

Yazının devamı...

Daha Beyaz Bir Gülüş

DAHA BEYAZ BİR GÜLÜŞÜ KİM İSTEMEZ Kİ?

Dişlerimiz, her ne kadar üzerleri dudaklar tarafından örtülüyor olsa da yüz güzelliğimizi oluşturan öğeler arasında neredeyse en önemlisidir. Çünkü yüzümüzün ortasında ve hareketli bir organ olan dudaklarımızın arkasında zaman zaman görünür ve kaybolurlar. Konuşmamız sırasında ve gülümserken gelişen dudak hareketliliği, karşımızdaki insanın dikkatinin dişlerimizin üzerine çekilmesine sebep olur. Yine güzel hatıraların saklanmasının en iyi yolu olan fotoğraflardaki gülümsemelerin estetiği de dişlerden geçiyor elbette. Güzel dizilmiş, temiz ve bakımlı dişler…

Temizliğin ve sağlığın sembolü olan “beyazlık” zaman içerisinde dişlerde de aranan bir özellik haline gelmiştir. Hastalarımızın bizlerden talep ettiği bu beyazlık için de çeşitli ürün ve metotlar geliştirilmiştir. Biz diş hekimleri bu metotların tümüne “bleaching” diyoruz.

Bleaching; en kaba anlatımı ile dişlerin öz renklerinin, kimyasal yollarla ağartılmasıdır ve geri dönüşümlü bir tedavidir. Tıpkı solaryum gibi. Eğer ara seanslar ile tedavi idame ettirilmez ise renk tekrar eski haline gelir. Bu ara seansların sıklığı ise hastanın bakımı ve yeme-içme alışkanlığı ile ilgilidir.

Diş hekimine “dişlerimin beyazlatılmasını istiyorum” diye başvuran hastaların asıl gereksiniminin ne olduğunun belirlenmesi gerekir. Eğer problem sadece sigara, kahve, çay gibi dışsal renklenmeler ise çözümü oldukça basittir. Fakat hastamızın ihtiyacı diş renginin değiştirilmesi ise o zaman “bleaching”e başvurabiliriz.

Beyazlatma işlemi doktorunuzun tercih ettiği marka ve malzemelere göre değişik şekillerde yapılabilmektedir.

Eğer sınıflamak istersek;
* Ev tipi,
* Ofis tipi
olmak üzere iki ana başlık altında toplayabiliriz.

Ev tipi beyazlatmada diş hekimimiz önce dişlerimizin rengini tespit edip, kaydettikten sonra ölçülerinizi alarak dişlerinize uyumlu bir plak yapar ve evde kullanmanıza uygun bir beyazlatma ajanı ile birlikte size teslim eder. Beyazlatma jelini yine doktorunuzun tavsiyeleri doğrultusunda kullanıp birkaç gün içerisinde ağartma işlemini kendi kendinize tamamlayabilirsiniz. Bu tip beyazlatmada kontrol sizin elinizdedir. Dişler sizce yeterli beyazlığa ulaştığında uygulamayı keser, gerekli gördüğünüzde devam edebilirsiniz. Bu yöntemin dezavantajı, istediğiniz beyazlığa ulaşma süresinizin birkaç günden fazla zaman alması ve hastaların uygulama prensiplerine uymama ihtimalidir.

Ofis tipi beyazlatmada ise hekiminizin tercih ettiği marka ve metotlara göre çeşitlilikler gösterebilir. Kimi beyazlatma sistemlerinin etkinliği görünür mavi ışıkla veya lazer ile sağlanırken, kimisi de sadece peroksit içerikli jellerin dış yüzeyine belirli bir süre tatbiki ile sağlanır. Yöntemler arasında beyazlama açısından fark yoktur. Hekiminizin alışkanlıkları veya tercihine bağlıdır. Üç yöntem de güvenilirdir.

Hem ev tipi hem ofis tipi beyazlatma sistemlerinin oluşturabileceği tek komplikasyon, işlem sırasında veya sonrasında oluşabilecek sızılardır. Bu sızılar kalıcı değildir. Eğer dayanamayacağınız kadar kötü değilse devam etmekte sakınca yoktur. Sızılar dayanılmaz hale gelirse (ki çok nadir görülür) tedaviyi kesebilirsiniz.

Yapılan araştırmalara göre bleaching işleminde kullanılan malzemelerin diş ve diş çevresi dokulara herhangi bir zararı yoktur. Doktorunuzun tavsiye ettiği ürünleri güvenle kullanabilirsiniz. Çünkü bu malzemeler uluslararası sağlık kuruluşlarının denetimi ve onayından geçtikten sonra hastalara uygulanır.

Özetle bleaching, bu konuda deneyimli bir diş hekimi tarafından yapılırsa son derece güvenilir ve etkin bir yöntemdir. Eğer tek problem dişlerinizin rengi ise çözüm diş hekiminizde…

Hayata hep içten ve kocaman gülümseyebilmeniz dileğiyle…

Dt. Neriman Karakaş

E-mail : neriman@dissanatlariakademisi.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.