SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Tatlandırıcılar Ne Kadar Tatlı?

Yaşam koşullarının değişmesiyle birlikte günlük alışkanlıklar da değişmeye başlamış, sanayileşmenin arttığı yerlerde çalışma koşullarının daha da zorlaşmasına bağlı olarak insanların yaşamında birçok değişim gözlenmiştir. Bu değişim insanların yeme alışkanlıklarına da yansımış özellikle insanların en büyük sorunlarından olan kalp-damar sistemi hastalıkları, diyabet, kanser ve obezite son yüzyılda artmaya devam etmiştir. Yaşam kalitesi ve sürelerini etkileyen bu hastalıklarda tedavi yöntemleri gelişmeye devam ederken koruyucu ve yardımcı tedavi yöntemleri de kullanılmaya başlanmış ve bu yöntemler güncel tartışmalara yol açmıştır.

İnsanlık tarihi kadar geçmişe dayanan tatlı tüketiminin günümüzde de artan hastalıkların temel nedenlerinden biri olan boş kalori alımına neden olduğu bilinmektedir. Sağlıklı beslenme çerçevesinde şeker tüketiminin olabildiğince azaltılması gerekmektedir. Bu nedenle şeker yerine tüketilebilecek aynı tadı veren, sağlık açısından da güvenli olan, düşük kalorili ya da kalorisiz tatlandırıcıların üretiminde ve tüketiminde artış meydana gelmiştir. Doğal olarak tüketilen ilk tatlandırıcı baldır. Balın yerini zamanla şeker kamışından elde edilen sükroz almıştır. Özellikle kıtlık zamanlarında ve gıda sanayinde maliyeti düşürmek için ortaya çıkan tatlandırıcılar zamanla insanların şeker ihtiyacını karşılamak üzere diyabet ve obezite hastalarının günlük enerji alımlarında yer almaya başlamış, dişsağlığı üzerine şekerin olumsuz etkilerini görmemek için sağlıklı bireylerde de tüketimi tercih edilmiştir.

İdeal bir tatlandırıcıdan beklenilen; sukroz kadar tatlı bir tada sahip olması, renksiz ve kokusuz olması, hızlı bir şekilde hoş bir tat vermesi ve kalıcı bir tat bırakmamasıdır. Farklı sıcaklık değerlerinde stabil kalabilmesi, asidik ve bazik ortamlarda da yapısını koruması ve suda çözünebilmesi de önemlidir. Bunun yanında güvenilir olmalı, toksik olmamalı, normal bir şekilde metabolize edilmeli ve ya değişmeden vücuttan atılabilmelidir.

Tüketimi ile ilgili birçok tartışma devam ederken farklı tat ve aromalara sahip tatlandırıcı çeşitleri günümüzde artmaya devam etmektedir. Tatlandırıcılar; şeker alkolleri, doğal tatlandırıcılar ve yapay tatlandırıcılar olarak gruplanmaktadır.

Sağlıklı bir diyetle tüketildiğinde normal seviyede tatlandırıcıların insanlara zararı olmadığı görülmüştür. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) yapay tatlandırıcılarla ilgili sağlık örgütlerinin de uyarılarını dikkate alarak yapılan çalışmaları izlemekte, ayrıntılı bir şekilde gözden geçirmekte ve kullanımına bu aşamalardan sonra karar vermektedir. Herhangi bir riske yol açmadan diyetle yaşam boyunca kilo başına günlük alınabilecek katkı maddesinin miktarı “kabul edilebilir günlük alım [acceptable daily intake (ADI)] olarak tanımlanır. ADI, önemli bir güvenilirlik göstergesi olarak kullanılabilecek konservatif bir tahmindir. Hayvanlarda ve bazen de insanlarda yapılan toksikolojik çalışmalar sonucunda belirlenir ve çoğu zaman hayvanlarda hiçbir etkinin görülmediği dozun yaklaşık 100 katı güvenilirlik sınırı olarak belirtilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde tatlandırıcılar “Generally Recognized as Safe (GRAS) (genel olarak güvenilir kabul edilmiş)” katkı maddeleri grubunda yer almaktadır.

Düşük kalorili ve kalorisiz tatlandırıcı kullanan kişilerin şeker kullananlara oranla enerji alımı daha düşüktür. Besin grupları açısından bakarsak da meyve ve sebze tüketimlerinin daha fazla olduğu görülmüş ve bu kişilerin daha dengeli beslendikleri görülmüştür. Ancak besin tercihlerine bağlı olarak kalori alımı ile tatlandırıcı arasındaki ilişki değişir.

Aspartam; 2 aminoasit bileşiminden oluşmaktadır. Kullanımı en yaygın olan tatlandırıcı budur. Şekere oranla 180 kat daha tatlı olan bu ürün ABD’de toplumun %40’ı tarafından tüketilmesine rağmen önerilen miktarları aşmadıkları görülmüştür. Ancak; fenilketonüri hastaları bu ürünü kullanmamalıdır.

Sakkarin; kullanılan ilk tatlandırıcıdır. Sakarinin raf ömrü; besin maddelerinde 6 ay, ilaçlarda 2 yıl kadardır. Ticari satışı yaklaşık tek başına 12,5 miligramlık tabletler halinde veya Sakarin Sodyum 12,5 mg ve Sodyum Siklamat 125 mg kombinasyonu ile yapılmaktadır. Tat karakteri geç algılanır. Ağızda metalik ve acı tat bıraktığı yapılan tat kontrolleri sonucunda belirlenmiştir. Sakarinin tatlandırıcı kuvveti, çay şekerinin 500-700 katı kadardır.

tadı sukroza benzer, çabuk algılanır ve tadı kalıcıdır. Ağızda farklı bir tat bırakmaz. Ancak yüksek yoğunlukta kullanıldığında acı, metalik bir tat verir. Şekere göre 130-200 kat daha fazla tada sahiptir.

Gıda endüstrisinde kullanılmaya başlanan nispeten yeni bir tatlandırıcıdır. Sukrozun kimyasal modifikasyonu ile oluşur. Sukrozdan yaklaşık 600 kat daha tatlıdır.

Neotame, sakarozdan 7000- 13000 kat, aspartamdan 30-60 kat daha tatlı bir yapay tatlandırıcıdır.

Stevia'nın insülin duyarlılığını ve hatta salınımını arttırıcı etkilerinin olduğunu gösteren bazı araştırmaların varlığı diyabet tedavisinde kullanımını destekler niteliktedir. Stevia bitkisinin ihtiva ettiği Steviosid maddesi, vücudumuzdaki tat duyuları tarafından normal şekerin 250-300 katı daha şekerli olarak algılanmaktadır. Bu nedenle bir tutam şeker bitkisi tozu, bir litre çay, kahve veya diğer içecekleri tatlandırmaya yeterli olmaktadır.

Yazının devamı...

Bebeğiniz İçin En İdeal Besin 'Anne Sütü'

Anne sütü yenidoğanlarda yaşamın ilk yıllarında mükemmel bir besin olarak kabul edilir. Bu bebek beslenmesi için benzersiz bir üründür. Anne sütü karbonhidratlar, proteinler, lipidler, hücreler ve diğer biyolojik önemli bileşenleri içeren çok karmaşık bir yaşam sıvısıdır. Ayrıca yapısında bulundurduğu hormonlar, genler, mineraller, eser elementler, immunoglobulinler bebeğin gelişimini olumlu yönde etkilerken bebeğin besinsel tüm ihtiyaçlarını karşılayan yegane besindir.

Hastalıkları önlemesi, ekonomik olması ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle anne sütü ile beslenme en uygun beslenme biçimi olarak nitelendirilebilir. Emzirme sürecinde anne ile bebek arasında kurulacak olan bağ, çocuğun psikolojik olarak sağlıklı ruhsal gelişim göstermesi yani kendini güvende hissetme duygusu ve bununla beraber annenin daha huzurlu olmasını sağlar. Anne sütü ile beslenmenin, bebek morbidite ve mortalite oranlarını azaltması, optimal büyüme ve gelişmeyi sağlamasının yanı sıra aileye ve ülkeye getirdiği ekonomik yararlar oldukça iyi bilinmektedir.

Yeni doğum yapan annelerin en çok endişelendiği konulardan biri de bebeği için sütünün yetip yetmediğidir. Bu aşamada aslında ilk yapılması gereken bu şüpheden kendimizi uzaklaştırmaktır. Unutmayın ki bebeğiniz için en mükemmel besin sizin sütünüz ve sütünüzün miktarını belirleyen ilk etken sizin bulunduğunuz ruh hali. Bebeğinizin büyüme eğrileri olması gereken sınırlardaysa ve 5-6 kere altını kirletiyorsa sütünüz bebeğinize yetiyor demektir.

Emzirme, bebeğiniz ile aranızda kuracağınız sevgi bağının ilk yolu. Anne sütü almaya başlayan bebek dış enfeksiyonlara karşı direnç geliştirir ve sağlıklı gelişimi için gerekli olan besin öglerini karşılarken bebeğin diş ve çene gelişimini destekler. Bebeğin ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine de yardımcı olur.

Emzirme sadece bebekler için değil anneler için de olumlu etkilere sahiptir. Anne sağlığını korur, kansere yakalanma riskini azaltır. Oksitosin hormonu iyi halin artmasını, daha mutlu olmanızı sağlar. Ayrıca hamilelik döneminde aldığınız kilolarını vermenizi kolaylaştırır ve ideal kilonuza ulaşmanızda oldukça etkilidir.

Peki anne sütünü arttırmak için ne yapmalıyım?

1. Bebeğinizi doğru şekilde emzirdiğinizden emin olun. Ikiniz için de en uygun pozisyonu bulmaya çalışın.

2. Bebeğiniz her ağladığında emzirmeye dikkat edin. Bu zamanlar dışında aç kaldığını hissettiğiniz hareketlerle karşılaşırsanız da emzirme sıklıklarını arttırın.

3. Her zaman aynı memeden emzirmeyin. Her emzirmede diğer memeden başlayarak bebeğinizi emzirin.

4. Stresten uzak durun. Kendinizi mutlu hissedeceğiniz aktiviteler deneyebilirsiniz.

5. Düzenli ve kaliteli bir uyku düzenine sahip olun.

6. Beslenmenize dikkat edin. Yeterli ve dengeli beslendiğinizden emin olun.

Yeni doğum yapmış ya da emzirme döneminde olan bir annenin ihtiyaçları normal bir kişiye göre farklılık göstermektedir. Sadece kendi için değil bebeği için de alması gereken besin ögelerini düşündüğümüzde ihtiyacı olan kalori de artmaktadır.

Yüzyıllardır anneler sütlerinin yetmediği düşüncesiyle ilaç ya da buna benzer maddeler ya da anne sütünü arttırdığına inandıkları besinleri tüketmişlerdir. Tüm dünyada kadınlar sütlerini arttırmak için çeşitli diyet programları uygulamışlar, laktasyona yardımcı olduğuna inandıkları çemen, süt devedikeni, rezene, ısırgan otu ve çörek otu gibi besinleri tüketmişlerdir. Anne sütünü arttırtığı düşünülen bütün bitkiler, çaylar ya da ilaçlara ‘galaktagog’ adı verilmektedir.

Anne sütünün içeriği annenin beslenme şekliyle oldukça ilişkilidir. Yapılan çalışmalar annenin aldığı besin grubuna göre süt içeriğinde değişiklikler olduğunu kanıtlamıştır. Bu yüzden tükettiğimiz besinlerin miktarından çok içeriğine dikkat etmemiz de gerekmektedir.

1)

2)

3)

4)

5)

6)

7)

8)

9)

10)

11)

12)

13)

Yapılan bir çalışmada anne sütü arttırıcı %100 doğal ve bitkisel bir çay kullanılmıştır. Bu çay; yıldız anason, ısırgan otu, rezene, karaman kimyonu, melisa, sedef otu içermektedir. Bu çalışmada hastanede kaldıkları süre içinde anne sütü arttırıcı bitki çayı içen ve içmeyen annelerin süt örnekleri karşılaştırılmış ve örneklerde besin içeriği açısından farklılıklar bulunmuştur. İki grup arasında anne sütünün, bitki çayı içenlerde yağ oranının daha fazla olduğu görülmüş; bununla birlikte anne sütü arttırıcı çay içenlerde protein içeriğinin anlamlı bir şekilde (p<0.05) daha fazla olduğu.

Türkiyede yapılan bir çalışmada ise galaktogogların en sık kullanım alanlarından biri prematürite ve ya diğer nedenlerle bebekleri yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan annelerin azalan sütlerini arttırmak için olduğu belirtilmiştir. Bu çalışmada annelerin %89,3’ü beslenmenin, fakat sadece %1,2’si uyumanın, %0,3’ü dinlenmenin anne sütünü arttırmada önemli olduğunu belirtmişlerdir. Galaktagog olarak kullanılan besin ve ilaçların çoğu dopamin reseptör antagonisti olup prolaktin salınımını arttırır.

Anne sütünü arttırmak için geleneksel birçok yöntem de deneyen anneler yukarıda saydığımız besinleri tüketirse süt miktarı ve kalitesi artar. Bunun yanında doğru bilinen bir yanlış da şeker ve şekerli içeceklerin anne sütünü arttırıcı etkisi olduğunun düşünülmesidir. Oysa bu sadece kalori alımınızı arttıır, anne sütünü arttırmaz.

Olumlu etkileri olduğunu belirttiğimiz bu besinlerin tüketim miktarı da önemlidir.önerilenden daha fazla almamaya dikkat ediniz.

Yazının devamı...

Bu Havalarda Hasta Olmamak İçin Dikkat...

Mevsim Geçişlerinde Beslenme

Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte bütün düzenimiz değişirken; beslenme düzenimiz de bu durumdan oldukça etkileniyor. Özellikle kendimizi yorgun, halsiz hissedebiliriz ve kış mevsimine yaklaştıkça kilo verme dönemi çoğu kişi için son bulabiliyor. Ancak unutulmamalıdır ki; sağlıklı beslenme hayatımızın bir anında değil her zaman olmalıdır. Dönemsel kilo değişimleri vücudumuzun hormonal dengesini de bozar ve kronik birçok hastalık için bizi açık adres haline getirir.

Hasta olmamak için ne yapmalıyım?

1)

Sıcaklıkların düşmesiyle birlikte çevremizde ya da kendimizde gördüğümüz en büyük değişim içilen suyun azalması oluyor. Yaz aylarında terleme ile su kaybı arttığı için daha fazla su içmemiz gerekse de kış aylarında da bu ihtiyacımız sıfırlanmıyor. Vücutta metabolik olayların çalışması, vücudumuzun temizlenmesi ve sindirim olaylarının devam etmesi için yeterli miktarda su içmeliyiz. Susama hissi olmaması vücusumuzun su ihtiyacı olmadığı anlamına gelmez. Bu yüzden su içmeyi unutuyorsak farklı alternatifler geliştirmeli belki de kendimize hatırlatıcılar yapmalı ve en az 8 bardak su içmeliyiz.

2)

Özellikle hastalıklardan koruyucu etkisi olduğunu bildiğimiz C vitamini kaynakları kendimizi hızlı toparlamamız, daha dinç hissetmemiz için de diyetimizde yerini almalıdır. Mevsiminde tüketilecek portakal, mandalina, kivi, nar, maydanoz, yeşil biber en iyi C vitamini kaynaklarındandır. Ayrıca demir minerali kaynakları ile birlikte alındığında biyoyararlılığı da kat kat artmaktadır.

Besinlerin vitamin ve mineral değerlerini kaybetmemesi için pişirme yöntemlerine de dikkat edilmelidir. Izgara, haşlama ya da fırında pişirme yöntemleri kullanılmalı; kavurma, yüksek ısıl işlemlerden uzak durulmalıdır.

3)

Bağışıklık sistemini güçlendirici bitkilerden yapabileceğimiz karışımlar hem lezzetli hem de takviye edici olacaktır. Grip ve nezle deyince aklımıza gelen ıhlamur, kış çayı, adaçayı; rahatlatıcı etkiye sahip papatya, lavanta çayı bu dönemlerde tercih edilebiir. Günde 2-3 fincan ile sınırlandırılmalı ve gebelerde bazı çaylar erken doğum ya da düşük riskine sebep olduğu için bu çayların tüketimine dikkat edilmelidir.

4)

Bu dönemlerde canımız çok fazla yemek istemese de elimizden geldiğince ihtiyaçlarımızı karşılayacak düzeyde beslenmeye özen göstermeliyiz. Kalori açısından açıklık yaşarken; vitamin ve mineral yetersizlikleri de yaşayabileceğimizi ve bu da olduğumuz durumdan daha kötüye gitmemize neden olabilecektir düşüncesini aklımızdan çıkarmamalıyız.

5)

Hareket etmenin, fiziksel aktiviteyi arttırmanın seratonin hormonunu arttırdığı ve böylece kendimizi daha mutlu hissettiğimiz yapılan çalışmalarla kanıtlandı. Günlerin kısalması rutin hareket süremizi de olumsuz yönde etkilerken hayatımıza sürekli yapabileceğimiz basit hareketler eklememiz bizi daha iyi hissettirecektir.

Aynı zamanda uyku süresi ve kalitesi de doğru beslenmeyi desteklemenin yanında günü daha iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Herkese şifa olması dileğimle :)

Yazının devamı...

Türkiye'de Balık Tüketimi Dünya Ortalamasının Altında

Sağlıklı Bir Yaşam İçin
Yeterli Balık Tüketin...

Tüketiminin tarih öncesi dönemlere kadar uzandığı balık insan sağlığı için oldukça büyük bir öneme sahiptir. Yıllardır yapılan çalışmalar balık tüketiminin insan yaşam süresi ve kalitesini ciddi şekilde etkileyen kardiyovasküler hastalıklar, tansiyon, diyabet, obezite üzerine etkili olduğunu göstermiştir. Bunun için mevsiminde doğru balık tüketmek tüm yaş gruplarında olmalıdır. Şimdi balık hakkında merak edilenlere bir bakalım... Faydası nereden gelmektedir, ne kadar tüketilmelidir, alırken ve pişirirken hangi noktalara dikkat edilmelidir ve eksikliğinde neler olur?

Aslında balık konusunda bu kadar şanslı bir ülke olmamıza rağmen tüketimi konusunda o kadar da iyi olmadığımızı ve birçok ülkeye göre bu konuda geride olduğumuzu gösteriyor. Balığın faydalarını anlatırsak belki de bu oranda artış olabilir.

Öncelikle balığın besin değeri oldukça yüksektir. Içerdiği vitamin ve mineraller açısından zengin olmasının yanında elzem yağ asitleri sayesinde birçok hastalık riskini azaltır. Özellikle gebelik ve çocukluk döneminde yeterli omega-3 alımı beyin gelişiminde, bilişsel fonksiyonların çalışmasında görevlidir. Içerdiği protein ve aminoasit içeriği ile kırmızı etten daha iyi bir kaynaktır.

Esansiyel yağ asitlerinin migren türü baş ağrıları, eklem romatizması, bazı kanser türleri, diyabet, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları ve bazı alerjilere karşı vücudu koruduğu bildirilmektedir. Bu yüzden piyasada farklı balık yağı hapları üretilerek pazarlanmaktadır. Son çalışmalar ise prematüre bebeklerin dokularındaki DHA düzeyinin, normal sürede doğan bebeklerden daha az olduğunu göstermiştir. Beslenmelerinde omega-3 yağ asitleri olmayan bebeklerin görme ve sinir dokularının gelişimi yetersizdir. İnsan sütündeki omega-3 yağ asidinin, balık tüketen kadınlarda en yüksek, vejetaryenlerde en düşük olduğu belirtilmektedir.

Saydığımız tüm olumlu etkilerin görülebilmesi için haftada en az 2 kere balık tüketilmelidir.

Peki balık seçerken nelere dikkat edilmelidir?

1) Taze balığın gözleri dışa doğru canlı bir görünüme sahiptir.
2) Solungaçları kırmızı renkte olmalıdır.
3) Taze balığı pulları kolay dökülmez ve vücuda yapışıktır.
4) Kokusu taze ve deniz suyunu hafif hissetirir.
5) Dokunduğunuzda derisi hemen eski halini alır.

Doğru balığı tercih ettikten sonra en önemli nokta doğru pişirme yöntemleri ile balıktan maksimum faydayı almaktır. Yediğimiz balığın türüne bağlı olarak farklı pişirme yöntemleri kullansak da en sağlıklısı fırında ya da ızgarada pişirmektir.

Balık tüketirken diğer püf noktalar nelerdir diye bakarsak;

I. Bol yeşil salata ile tüketin. Balıktaki besin ögelerini tamalaması açısından yanında yemek için yapılacak en güzel tercih limon ilave edilmiş bol yeşillikli bir salatadır.

II. Kılçıklı balıklarda fosfor ve kalsiyum yüksek miktarda bulunur ve özellikle kemik gelişimi için bu balıklarda kılçıkla tüketmek iyi olacaktır.

III. Doğru pişirme yöntemi ile kayıplar minimuma inecektir. Kızartmadan, çok fazla yağ ilave etmeden balığı tüketin.

IV. Ayrıca balık boyutu arttıkça yaşam süresi de artar ve vücutta toksik madde birikimi daha fazla olur. Bu yüzden küçük balıkları tercih etmek bu açıdan özellikle hamilelerde daha iyi olacaktır.

Yazının devamı...

Selülitlerimden Nasıl Kurtulurum?

Günümüzde kadınların %85-90’ında görülen portakal kabuğu görünümündeki selülit estetik olarak birçok kişiyi rahatsız etmektedir. Aslında bu görünümün nedeni fibröz dokuda toplanan yağ dokusudur. Sıklıkla abdominal bölge, pelvis ve kalçalarda görülmektedir. Biyokimyasal, morfolojik gibi birçok farklılıktan dolayı kişilerde görülme sıklığı değişebildiği gibi kadınlarda erkeklerden 9 kat daha fazla görülmektedir. Bunun temel sebebi ise hormonal farklılıklardır.

Peki selülit nasıl oluşmaktadır, selülit oluşumunu engellemek mümkün müdür?

Selülit oluşumuna dair farklı teoriler bulunsa da temelde yağ hücrelerinin büyümesine bağlı olarak kan dolaşımımnda bir baskı oluşması ve doku içine sıvı dolmasıyla ödem meydana gelmektedir. Bu da cildin temel yapısının bozulması ve selülit oluşmasına neden olmaktadır.

Zayıflarsam selülitlerden kurtulabilir miyim?

Bu soruyu pek çok kişi kendisine ya da uzmanlara sormaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki selülitin ortaya çıkmasında birçok etken vardır. Öncelikle bunları sorgulamalı ve gerekli önlemleri alıp uygun tedavi yöntemlerini uygulamalıyız... Selülit sadece kilolu bireylerde görülmez. Ancak tabiki kilo alımıı bu görünümün artmasını tetikleyebilir.

Genetik faktörler: özellikle kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir. Bununla birlikte ailenizde selülit problemi yaşayan bireyler varsa sizde de görülme ihtimali yüksektir.

Hormonal değişimler: ergenlik, gebelik ya da menopoz dönemlerinde görülen hormonal değişimler selülit artışına sebep olabilir.

Oral kontraseptikler: Doğum kontrol hapları hormon dengesini bozabilir; bu da selülit oluşumunu hızlandırabilir.

Sigara ve alkol tüketimi

Emosyonel bozukluklar


Beslenme: dengesiz beslenme yani karbonhidrat ya da yağların fazla alınımına bağlı olarak lipogenezde artış olması etkilidir.

Sindirim sistemi rahatsılıkları, böbrek hastalıkları ve kullanılan bazı ilaçlar da selülit oluşumunu arttırabilir. Kan dolaşımını bozduğunu bildiğimiz dar pantolanlar giymek, bacak bacak üstüne sık oturmak, topuklu ayakkabılar giymek, çok sıkı dizaltı çoraplar tercih etmek...

Peki selülit oluşumuna karşı neler yapabilirim?

Aslında yukarıda saydığımız nedenleri ortadan kaldırmakla işe başlayabiliriz. Doğru beslenme her yerde olduğu gibi burada da karşımızda...

Su tüketimi önemli: Gün içinde ihtiyacımız olan suyu karşılamaya özen göstermeliyiz.

Fazla tuz tüketimi tehlikeli: Önerilen miktarın çok üzerinde tükettiğimiz tuz vücut sistemlerini olumsuz etkilediği gibi su dengesini de bozar.

Fazla yağlı ya da karbonhidratlı beslenme de tetikliyor: Bu besin ögelerini fazla almak vücuttaki yağ yapımını arttırır.

Fazla kafein alımı sınırlandırılmalı: çay, kahve ya da kolalı içeceklerin aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır.

Yeterli fiziksel aktivite koruyucu: zayıflamaya yardımcı olduğu gibi bölgesel fazlalıklarımızdan kurtulmanın da en ideal yolu, aynı zamanda selülite karşı koruyucudur.

Tabii ki ideal kilomuzda olmak da selülitten daha uzak bir yaşamımız olmasında etkili bir adımdır. Diyetimizde doğru besinleri tercih etmek, doğru pişirme yöntemlerini kullanmak daha az selülit anlamına gelmektedir.

Hangi besinler selülite karşı koruyucudur?

Her gün 1-2 fincan bitki çayı için...

Yeşil çay: yapısındaki kateşinler antioksidan özellik gösterdiği gibi kan ve lenf damarlarının sızdırmasını engelleyip, yağ yakımını da hızlandırır.

Kahve lipogenezi baskıladığı gibi lipolizisi arttırır. Ancak fazla tüketimine dikkat edilmelidir.

Yeşil yapraklı sebzeler: bu besinlerde bulunan lutein antioksidan özellik gösterir.

Muz: içersinde bulunan potasyum kan basıncı ve dolaşımını düzenlemeye yardımcıdır.

Balık: omega-3 ile damarların genişletir ve kan dolaşımını hızlandırıp vücudun rahatlamasını sağlar. Haftada 2 gün balık tüketilmelidir.

Ananas: Bromelain enzimi sayesinde sindirimi kolaylaştırır. Bunun yanında şişkinliği önleyici, ödem atıcı özelliği bulunmaktadır.

Zencefil: Kanı sulandırıcı etkisi vardır. Aynı zamanda anti-inflamatuar özellik gösterir.

Tabiki hiçbir besin tek başına mucize değildir. Ancak; yeterli ve dengeli beslenme ile özellikle saydığımız besinleri tüketmek, A,C,E vitaminlerinden zengin, posa içeriği yüksek, ödem atıcı özelliği olan besinleri diyetimize eklemek biz kadınların büyük korkularından biri olan selülitten koruyucu bir etkiye sahip olacaktır.

Bu besinler dışında selülit lerinizden kurtulmanın yolunun arıyorsanız uzman kişiler tarafından yapılan medikal yöntemlere de başvurabilirsiniz.

Diyetisyen Şeyma BAHAR

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.