En hayati kararlarını 3 saniyede verdi
Artık eskisinden daha neşeli, daha rahat bir Zuhal Olcay var... Hayata dair en önemli kararlarını sadece 3 saniyede veren bir kadın o... Gülen, söyleyen, yeri gelince ağlayan cesur bir kadın...
İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yıldız oyuncusu, evinin kadını, çocuğunun annesi olarak sakin, huzurlu, ‘mazbut’ bir hayatın başrol oyuncusuyken geldi o telefon...
“Ben Okan Uysaler” diyordu. “Bir film çekiyorum, oynar mısınız?” “Nasıl bir film?” demedi, şartları sormadı. “Oynarım” dedi sadece üç saniye içinde.
“Nasıl görüşeceğiz peki?” Onun da yanıtı hazırdı: “Ben gelirim İstanbul’a.”
Dilson Oteli’nde detayları konuşurken Zuhal Olcay ikinci hayatının da imzasını atıyordu aslında. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı çünkü o günden sonra. Belki bu en ‘hayati’ adımıydı ama o önemli kararlarını hep üç saniyede almış bir kadındı... Tekrar tekrar yeni zar atmaktan korkmamıştı, tek korkusu “İçinde bir şeyler kalarak yaşlanmaktı” zira...
Sanatçı zengini aile
Erkek berberi Cevat İşanç ile ev kadını Süheyla hanımın kızı Zuhal İşanç, 10 Ağustos 1957’de İstanbul’da dünyaya gelir. Tek çocuk olduğu için genelde yalnız, biraz da içe dönüktür.
Sesi güzel, kulağı çok iyidir. Aile de sanatçıdan yana zengin. Müzisyen, oyuncu, operacı teyzeler, enişteler sayesinde Ankara’ya her gittiğinde konservatuvarın ortasına düşer. Ve içinden “Allahım” der hep, “Ben bu okulda okumalıyım.”
Üsküdar Halil Rüştü İlkokulu’nun ve Üsküdar Kız Lisesi’nin ardından Ankara Devlet Konservatuvarı’na girer kaçınılmaz olarak. Önce opera vardır aklında ama sonunda tiyatroda karar kılmıştır. 14 yaşında ailesinden kopup tek başına kalkar gider başkente.
Baba evindeki yalnız çocuğun kendini bulup açıldığı yıllardır. Sahne dersleri arasında piyano odasından toplarlar onu. Okul arkadaşı Levent Öktem ile cumartesi sabahları Ankara Radyosu’nda program yaparlar Ali - Ayşe ikilisi olarak. Öktem gitar çalar, Zuhal İşanç şarkı söyler.
Ve “Ankara’da aşık olmak” şarkıdaki kadar zor olmasa gerek, konservatuvardan arkadaşı Selçuk Yöntem ile 1976’da okulu bitirir bitirmez evlenir, soluğu İngiltere’de alırlar. Niyet dil okulunun ardından tiyatro da okumaktır ama overlekçuluk, garsonluk, hatta tuvalet temizliğine varan zorlu işler annesinin babasının biricik kızını yorar çok. Altı ayda vazgeçer Ankara Devlet Tiyatrosu’nda göreve başlarlar.
İki yıl sonra da Zuhal Yöntem yeniden Zuhal İşanç olup döner İstanbul’a.
Fakat kısa süre içinde bu kez eczacı Zafer Olcay ile nikâh masasına oturup İzmir’in yolunu tutar. Yıl 1979’dur ve belli ki hep yeniden yeniden başlamak onun karakteridir. Tam oradaki hayatı oturmuş, kızı Ceren dünyaya gelmişken de o teklif gelir...
Ankara’dayken Selçuk Yöntem, Levent Öktem ve Rüçhan Çalışkur ile TRT’ye yaptıkları “Ali, Veli, 49, 50” adlı çocuk programında izlemiştir Okan Uysaler onu. Bir süre “50’yi oynayan kız”ın peşine düşmüş, sonunda onu İzmir’de bulmuştur işte.
Tren korkusu
Bir televizyon filmidir önerdiği, Reşat Nuri Güntekin’den uyarlanan “Sönmüş Ocak”. Karşısında Aytaç Arman olacak, olay trende geçecektir. Tek bir sorun vardır, 1977 yılında Ankara - İstanbul yolunda devrilen trenin yolcuları arasında bulunan Zuhal Olcay bir daha trene binmemiştir. “Binersin” der Okan Uysaler... Bir an düşünür, o kazadan öğrendiği bir şey vardır, ölümlü olduğu. “Tamam” der.
“Sönmüş Ocak”ı ilk sinema filmi, ilk ödülü izler. Halit Refiğ’in “İhtiras Fırtınası”, Altın Portakal’da en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü. Ve ardından yine Okan Uysaler, bu kez bir televizyon dizisi. Onu Seniha Öğretmen olarak bağrımıza basmamızı sağlayacak “Parmak Damgası”. İçin için bilir ki bu önce İstanbul’a atılan bir adım, sonra da ayrılık demektir...
“Bakıyorsun hayatına, bu konsept iyi. İzmir DT, evlilik, çocuk, güzel, ama benim kurduğum bu değildi diyorsun. Onu dediğin anda yürümek, cesaret bu bence. Cesaret bunu söylemek değil, bunun gereğini yapmak” diye anlatacaktır o günleri 2009 senesinde.
Türkiye’nin Streep’i!
Gereğini yapar nitekim ve bedelini ödemekten de gocunmaz. 1986 yılında Ömer Kavur”un “Amansız Yol”uyla Altın Portakal, Devlet Tiyatroları’nda oynadığı “Martı” ile de Avni Dilligil ödüllerini kucaklarken, artık yoluna yalnız devam etmektedir. Ama Olcay soyadını hep taşıyacaktır.
Etiket sever medyamızın “Türkiye’nin Meryl Streep’i” ilan ettiği Zuhal Olcay’ı kim tutar artık... Vakitsiz kaybettiğimiz Okan Uysaler ile son çalışması “Gecenin Öteki Yüzü” ile hem iyiden iyiye tanınır hem de yıllar sürecek bir iş ve hayat ortaklığına adım atar. Konservatuvardan arkadaşı Haluk Bilginer ile yıllarca bir ‘rüya çift’ olarak yaşarlar. Sahnede, perdede, ekranda ortak işler yapar, düşünce özgürlüğü davalarında beraber yargılanır ve hayalini kurdukları tiyatro için omuz omuza mücadele verirler.
1990’da hocaları Ahmet Levendoğlu ile birlikte Tiyatro Stüdyosu’nu kurar, hepsi Türkiye’de ilk kez sahnelenen birbirinden önemli oyunlara imza atarlar. Olcay “Aldatma”, “Kan Kardeşleri”, “Histeri” ve “Balkon”da unutulmaz performanslar sergiler.
Ama onlardan önce meşhur “Evita” müzikali vardır. Dört Evita’dan biri olarak sesini cümle âleme duyururken, yeni bir sayfa açılır hayatında. Mehmet Teoman elinde bir dosyayla çıkagelir bir gün:
“Böyle 10 tane şarkı sözü var, ben bunları bir oyuncuyla yapmak istiyorum. Ne dersiniz?”
“Tamam” cevabı gene üç saniyede gelir ve Vedat Sakman’ın çatı katında başlar “Küçük Bir Öykü”nün çalışmaları.
Albüm 1990 yılında çıkar, en çok “Yalnızlığım” ile bilinir ve o şarkı da ‘hüzünlü yüzü’ ile birlikte Zuhal Olcay’ın ‘alamet-i farika’larından biri olur. Nasıl ki “Vallahi, aslında matrak biriyim” demekten dilinde tüy bittiyse, çok sevdiği “Yalnızlığım” şarkısı ile ilişkisini de dinlendirmek isteyecek noktalara gelir zaman zaman.
Sadece umutları yanmadı
Sinema serüveni “Bir Avuç Gökyüzü”, “Gece Yolculuğu”, “Gizli Yüz”, “Sekseninci Adım” gibi önemli filmlerle devam ederken, diskografisine de “İki Çift Laf” ve “Oyuncu” adlı iki albüm daha ekler. 1992 yılında da Haluk Bilginer ile nikâh masasına oturur.
Bir taraftan tiyatrodaki yol arkadaşlarıyla birlikte bir salon kurmak için canla başla çalışırlar. Üsküdar’daki Odeon Sineması’nda yürüttükleri inşaat bir gece bir kıvılcımla kül olur. Geriye hâlâ yanmayan umutları kalır bir tek.
1998’de dördüncü albümü “İhanet”i çıkarırken, 1999’da da Bilginer ile kendi tiyatrolarını kurmayı başarırlar. Oyun Atölyesi, ilk oyunu “Dolu Düşün Boş Konuş” ile perdelerini açarken Olcay, Donna rolüyle Afife Ödülleri’nde En İyi Kadın Komedi Oyuncusu, Avni Dilligil’de de En İyi Kadın Oyuncu seçilir.
Bir yandan aralarında “Çatısız Kadınlar”, “Yeditepe İstanbul” gibi unutulmazlar da olan televizyon dizilerinde rol alırken, beyazperdeye olan özlemini de “Salkım Hanım”ın Taneleri” ve “Hiçbir Yerde” ile giderir.
Müzik, yine ve hep vardır, üstelik yıllar sürecek bir ortaklığın temelleri atılmıştır o sırada. Bülent Ortaçgil ile iki adet “Başucu Şarkıları” albümü yapar ve kendisine müzikte de Gürol Ağırbaş, Baki Duyarlar gibi yol arkadaşları edinir bu çalışmalarda.
Ancak özel hayatında bir kez daha çatırdamalar başlamıştır. “Ayrılış” oyununun ve yeniden sahnelenen “Dolu Düşün Boş Konuş”un ardından hem Oyun Atölyesi’ne hem de evliliğe veda eder Olcay.
Sanat yalnızlık ister!
Ta 1991 yılında söylediği gibi “Sanat yalnızlık ister” belki ve Zuhal Olcay müzikle, tiyatroyla, sinemayla, yıllarca ayrı kaldığı kızı Ceren’le ve dostlarıyla hem yalnız hem kalabalık yeni bir hayata başlar bir kez daha.
2006’da tiyatroya görkemli bir dönüş yapar, Tilbe Saran ile birlikte “Nathalie” adlı oyunu oynar, bir kez daha Afife ödülünü alır. 2008’i Mevzuhal adlı müzikli sohbet programıyla geçiren Olcay, yeni yılı yepyeni bir albümle karşıladı.
“Aşkın Halleri” yine Ortaçgil’in müzik direktörlüğünde, düzenlemelerinde Gürol Ağırbaş imzası olan son derece başarılı bir çalışma.
Milletin özel hayatını deşme çabalarını başarılı manevralarla bertaraf ederken eskisinden daha neşeli, daha rahat bir Zuhal Olcay var artık. Belki 1977’de o tren kazasında öğrendiklerini yeniden hatırlamış bir Zuhal Olcay.
Gülen, söyleyen, yeri gelince ağlayan cesaretli bir kadın bir kez daha zar attı hayatta, ve galiba düşeş geldi bu sefer.