SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

TMD ve tinnitus ilişkisi

Çene eklemi problemi (TMD), kulak çınlaması (tinnitus) yapar mı?

Temporo-Mandibular Eklem (Tme) yani çene eklemimiz çiğneme sırasında hem yana hem öne hareketine izin veren eklem yapısıdır.

Çeneyi hareket ettiren kaslar vücuttaki en güçlü kas grubunda yer alırlar. Bu, oldukça büyük kuvvetlerin TME yoluyla hareket etmesi gerektiği anlamına gelir. Sonuç olarak, eklem vücuttaki diğer herhangi bir ağırlık taşıyan eklem kadar risk altındadır. TME problemleri, bu bölge kaslarının bozuklukları, çene eklem aşınmaları travmalar ve iltihapları (artirit) ile karakterizedir.

TME hastalıkları Amerikan Orofasiyal Ağrı Akademisi'ne göre, çiğneme kasları, temporomandibular eklem ve ilişkili yapıları içeren bir grup rahatsızlık olarak tanımlanmaktadır. Bulguları çene hareketleri sırasında çene ve çevre dokularında ağrı, çene hareketlerinde kısıtlılık ve klik, krepitasyon şeklinde sesler ile karakterizedir.

Anatomik pozisyon olarak orta kulak onun çevresinde ki bazı kas gruplarına özellikle boyunla birlikte de hareket biyomekaniği olduğunu düşündüğümüzde boyunla bağlantılı kas gruplarına c0 c1 c2 omurgalarıyla ve sinirleriyle bağlantılıdır. Bu sebeplerden dolayı tme problemlerine bağlı olarak tinnitusla bağlantısı olabileceği düşünülmektedir.

Almanya Regensburg Üniversitesi Tıp Merkezi Protez Diş Hekimliği Bölümünde ardışık 951 hastayla yapılan çalışmalarda. TMD ve eşzamanlı kulak çınlaması olan 25 hasta çalışmaya dahil edildi. Başlangıç muayenesi detaylı bir fonksiyonel analiz, temporomandibular eklem ve çiğneme kası bozukluğu teşhisi ve bir kulak çınlaması anketinden oluşuyordu. Tedavi prosedürleri bittikten sonra hastalar 3 ila 5 ay sonra incelendi. Kulak çınlaması prevalansı, TMD'si olan katılımcılarda (82'den 30'u [%36.6]), TMD'si olmayan katılımcılara (869'dan 38'i [%4.4]) göre 8 kat daha yüksek bulundu. Tek taraflı TMD ve tek taraflı kulak çınlaması olan tüm katılımcılar bu durumları aynı tarafta gösterdi. Tedavi sonrası 25 katılımcının 11'inde (%44) tinnitus semptomlarını iyileştirdi.

Bir başka çalışmada yine kulak çınlaması ile temporomandibular eklem disfonksiyonu arasındaki ilişkiyi doğrulamak için yapılmıştır. 18 ila 60 yaşları arasında, işitme bozukluğu olmaksızın subjektif tinnitustan etkilenen 55 hasta alınmıştır. Tüm hastalara temporo-mandibular eklem muayenesi yapılmıştır. Tüm kişilere aynı splint tedavisi uygulanmıştır. Tedavi öncesi ve sonrası aşama puanları arasındaki karşılaştırma, TMD'ye yatkınlığı olan ve TMD'si olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş göstermiştir. Tinnitusun özellikleri ve tedaviye yanıtın derecesi tinnitus ve TMD arasındaki ilişkiyi doğrulamıştır.

Bu bilgiler ışığında kulak çınlamasının otolojik bozukluklar ve nörolojik hastalıklar gibi en yaygın nedenleri dışlandığında, kulak çınlaması iyileşmesi ve hatta çözülmesi için temporo-mandibular eklemin işlevselliğini değerlendirmenin ve nihayetinde patolojisini tedavi etmenin doğru olduğuna inanılmaktadır.

Tedavi seçenekleri nelerdir?

-Hasta eğitimi ve koruyucu tedavi

-Splint tedavisi

-Egzersizler

-Fizik tedavi

-Kayropraktik

-Psikolojik destek

-Beslenmenin düzenlenmesi

-İleri derece disfonksiyonlarda cerrahi yöntemler

Yazının devamı...

Sporcularda COVID-19 Etkisi

Sporcularda COVID-19'un Uzun Vadeli Etkileri

COVID-19 , yaygın olarak solunum sistemi komplikasyonları ile ilişkilendirilmesine rağmen, giderek artan bir şekilde kalp ve kardiyovasküler sistem üzerinde önemli bir etki yarattığı düşünüldü. Bununla birlikte, son zamanlarda COVID-19'un kardiyovasküler sistem üzerindeki etkisine dikkat çekildi .

Miyokardit dahil diğer kardiyak anormallik , COVID-19 nedeniyle hastaneye yatırılan hastaların büyük bir kısmında tespit edildir.

Miyokarditin atletlerde ani sorunlarla ilişkili olduğu göz önüne alındığında, atletik ve oldukça aktif kişilerde COVID-19'u takiben miyokardit riskine yola açabileceği belirtildi.

ABD ve Avrupa'daki bazı sporcular, ilk koronavirüs enfeksiyonlarından haftalar ila aylar sonra öksürük, taşikardi ve yorgunluk gibi kalıcı ve kalıcı semptomlar bildirildi.

Koronavirüsün akciğerlerde fibroza neden olarak organların esnekliğini kaybetmesine neden olabileceğinden buna bağlı olarak Akciğerler esnekliğini kaybettiği için sporcuların kardiyopulmoner işlevlerini etkileyebileceği ihtimali üzerine duruldu.

Bu durum virüsün potansiyel uzun vadeli sonuçlarıyla ilgili çalışmaları teşvik etti.

Araştırmacılar, antrenmana geri dönebilmeleri için COVID-19 enfeksiyonu sonrası sporcuları katmanlara ayırmada kardiyak değerlendirmenin etkinliğini belirlemeye çalıştı.

Ohio Eyalet Üniversitesi'nden Covid-19 geçiren 26 sporcuya kalp testi uygulandı. Test edilenlerin% 46'sı Covid-19 için hafif semptomatikti ve diğer% 54'ü asemptomatikti. Tüm laboratuvarları ve elektrokardiyogramları normaldi. Yine de, Kardiyak MRI (CMR) olarak bilinen çok daha detaylı bir test kullanıldı % 46 sında kalp anormallikleri gösterildi ve % 15 miyokardit kriterlerini karşıladı .

Ocak 2021'de yayınlanan başka bir çalışmada , kardiyak MRI, EEG ve kardiyak patolojinin serum belirteçlerini kullanarak COVID-19 pozitif olan daha büyük bir sporcu grubunu Hafif ila orta şiddette veya semptomsuz 145 yarışmacı, yaklaşık 15 gün boyunca pozitif test sonuçları değerlendirildi. Yalnızca ikisinde miyokardit ile tutarlı MRI bulguları vardı ve bu da yazarların COVID-19'u takiben görülme sıklığının daha önce düşünülenden çok daha az yaygın olduğu sonucuna varmalarına yol açtı.

Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi'nden (VUMC) araştırmacılar, yayınlanan başka bir çalışmada benzer bir yaygınlık buldular. Ekip, COVID-19 pozitif sporcuları sağlıklı kontroller ve sağlıklı sporcularla karşılaştırdı ve pozitif çıkanların yalnızca% 3'ünde miyokardit olduğunu buldu.

Kanada Kardiyovasküler Derneği / Kanada Kalp Ritmi Derneği, pozitif test yapan veya şüpheli Covid-19 vakası olan sporcuların, virüs semptomları olmadan yedi gün sonra kademeli olarak spora dönebileceklerini önerdi. Açıklamalarda sporcunun hiçbir semptomu yoksa spora dönmeden önce rutin laboratuarlar, elektrokardiyogramlar veya CMR önermediklerini vurguladı. CMR'deki anormalliklerin genellikle birkaç ay içinde çözüldüğüne işaret ettiler.

Sonuç olarak sporcuları gereksiz yere korkutmamakla birlikte korumak arasında bir denge kurmaya çalışılmıştır . Tüm bu bilgiler ışığında araştırmacılar pulmoner rehabilitasyonun önemine dikkat çekmiş ayrıca egzersizlerin kademeli olarak eklenmesi gerektiğini bildirdiler.

Bununla birlikte aşağıda ki öneriler sıralanmıştır;

Hafif hastalıktan iyileştikten sonra: Hedeflenen kardiyovasküler seanslardan önce 1 hafta düşük seviyede esneme ve güçlendirme

Çok hafif semptomlar: aktiviteyi yavaş yürüme veya eşdeğeriyle sınırlayın. Belirtiler kötüleşirse dinlenme sürelerini artırın. Yüksek yoğunluklu antrenmandan kaçının

Kalıcı semptomlar (yorgunluk, öksürük, nefes darlığı, ateş gibi): semptomlar düzeldikten 2-3 hafta sonrasına kadar aktiviteyi maksimum kalp atış hızının% 60'ı ile sınırlandırın

Lenfopeni veya gerekli oksijeni olan hastalar, egzersize devam etmeden önce solunum değerlendirmesine ihtiyaç duyar.

Kardiyak tutulumu olan hastalar, devam etmeden önce kardiyak değerlendirmeye ihtiyaç duyar.

Yazının devamı...

D vitamini ve ağrı ilişkisi

D vitamini kemik mineralizasyonu başta olmak üzere vücutta birçok önemli işleve sahip olan bir endokrin hormondur. Doğal ve güçlendirilmiş gıdalardan ve takviyeden alınan oral alım, kişide D vitamini seviyelerine katkıda bulunur. Diğer hormonlar gibi, D vitamini de vücuttaki çok çeşitli işlemlerde rol oynar. Yeterli D vitamini seviyeleri sadece sağlıklı bir iskelet için değil, aynı zamanda sağlıklı bir bağışıklık sistemi için de önemlidir

Vitamin D vücutta proinflamatuvar sitokinlerin salınımını azaltarak ve T hücre yanıtlarını baskılayarak antiinflamatuvar etkilere sahiptir Bu yazının amacı D vitamini ve ağrı alanında bugüne kadar elde edilen kanıtları incelemek ve mevcut bilginin 25-OHD eksikliği ve ağrısı olan hastalarda D vitamini takviyesini destekleyip desteklemediğini aydınlatmaktır.

Uluslararası Ağrı Çalışmaları Derneği'ne göre ağrının tanımı, "… gerçek veya potansiyel doku hasarıyla ilişkili hoş olmayan duyusal ve duygusal bir deneyimdir" . Fiziksel ağrı genellikle nosiseptif, enflamatuar ve nöropatik ağrı olarak ayrılır.

Çalışmalar, D vitamininin nosiseptif ve inflamatuar ağrı mekanizmalarını etkileyebileceğini göstermiştir

D vitaminini ağrıya bağlayan fizyolojik mekanizma henüz tam olarak açıklanamamıştır. Hem klinik hem de hayvansal çalışmalardan elde edilen kanıtlar, yetersiz D vitamini seviyelerinin hem periferik hem de parasempatik sinir fonksiyonunu etkilediğini göstermektedir . Fibromiyaljili hastalarında ağrı ve D vitamini arasındaki bağlantıyı açıklamak için, merkezi sinir sisteminde (CNS) D vitamini reseptörleri (VDR) ve D vitamini aktive edici enzimlerin varlığı ve ayrıca D vitamininin nörotransmiterler üzerindeki etkileri öne sürülmüş ve azalmış inflamatuar sitokin seviyeleri ile tespit edilmiştir.

Başka bir çalışmada, fibromiyalji tanısı konulmuş hastalarda ( n = 30) 20 hafta boyunca 50.000 IU / hafta D vitamini takviyesi verilmiş , ağrı ve yaşam kalitesinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşme gösterdiği tespit edilmiştir.

Özetlemek gerekirse, D vitamini eksikliği ile farklı ağrı durumları arasında bir ilişki olduğunu gösteren birkaç gözlemsel çalışma vardır, ancak nedensel bir ilişki açık değildir. Randomize kontrollü çalışmaların tümü olmasa da bazıları, D vitamini desteğinin ağrı yönetimi üzerinde olumlu etkisi olduğunu göstermiştir. Yayınlanmış RCT'lerin yakın tarihli bir sistematik incelemesi, D vitamini desteğinin, kronik ağrılı hastalarda plaseboya kıyasla ağrı skorunda anlamlı ölçüde daha büyük bir ortalama azalmaya yol açtığı sonucuna varmıştır.

Yazının devamı...

Fiziksel aktivitede yeni normale dönüş!

COVİD-19 enfeksiyonu, spesifik tıbbi müdahalelerin olmaması, hızlı bulaşma oranı ve önemli ölçüde yüksek bulaşma sayıları ile sonuçlanmasının yanı sıra, bireylerin sosyal etkileşimlerini önleyerek hastalığın yayılmasını engellemek adına evde kalmaları gerektiğinin bilimsel olarak önerilmesine yol açtı.

Açıklanan önlemlerle birlikte ofisten çalışma şeklinden ev tipi masa başı çalışmalarına geçilmiş yada birçok şirket çalışmalarına ara vermiştir. Hareketin kısıtlanması, olağan rutinin kaybı ve başkalarıyla sosyal ve fiziksel temasın azalması sıklıkla can sıkıntısına, hayal kırıklığına ve izole edilmişlik hissine neden olduğu söylenmiştir Bu olumsuz sonuçlar içerisinde özellikle hareketin kısıtlanması ile beraber gelen fiziksel inaktivitenin zararlı etkileri omurga problemlerini de beraberinde getirdi.

Yakın zamanda yapılan bir araştırma inaktivitedeki artışı gözler önüne seriyor

Amerikan şirketi olan Fitbit Inc., karantina sürecinde 30 milyon kullanıcının fiziksel aktivite verilerini paylaştı. Paylaşılan bu veriler neredeyse tüm ülkelerde geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında ortalama adım sayılarında (% 7 ile % 38 arasında değişmektedir) önemli oranda bir azalma olduğunu ortaya koymuştur. Bu ön kanıtlar, karantinanın, fiziksel aktivite seviyelerinde önemli bir düşüşe neden olabileceğini düşündürdü.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaptığı, "Türkiye Sağlık Araştırması" sonuçlarına göre geçen yıl 15 yaş ve üstü bireylerde en çok görülen hastalık türleri sırasıyla yüzde 29,7 ile bel ve yüzde 20,5 ile boyun bölgesi problemleri oldu. Bu dönemde en çok görülen sağlık sorunları arasında ise omurga rahatsızlıkları dikkat çekiyor. Özellikle ofislerin evlere taşınması ile hareketsiz yaşamın yüksek olduğu süreçte bel, boyun ve sırt ağrıları en sık görülen sorunlar olarak karşımıza çıkıyor

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Dünyada her yıl travmatik ve travmatik olmayan omurga sakatlanmaları 600 000 e ulaştığını düşünürsek bu dönem sonrası fiziksel aktivite azlığına bağlı olarak mekanik omurga sakatlanmaları yukarı doğru ivmeleneceği öngörülebilir.

Omurgamız neden bu kadar önemli?

Omurgamıza yakından inceleyecek olursak başımız ile bacaklar arasında uzanan ve vücut ağırlığımızın üçte ikisini taşıyan bir köprü gibidir. Omurgamız, omur denilen 23 tanesi hareketli toplam 33 kemikten oluşur. Bu kemikler birbirlerine bağ dokusu, eklemler ve disk dediğimiz yastıkçıklarla bağlanır. Aynı zamanda hareketleri sağlayan ve omurların her birine bağlanan güçlü omurga çevresi kaslarımız vardır.

Ayrıca omurgamızın sinir sistemimiz ile direkt bağlantı halindedir Sinir sistemi beyinden başlar ve vücuda dağılmadan önce omurgadan geçer. Bu iletişim ağı, uyku, sindirim ve bağışıklık sistemi, fiziksel koordinasyon sağlama gibi fonksiyonları kontrol eder hareketsiz kaldığımız bu günlerde omurgamız yapısal olarak bozulduğu için sinir sistemimizde zamanla olumsuz olarak etkilendi.

Omurga sağlığımızı nasıl koruruz?

Yapılan çalışmalar bize egzersizin fizyolojik olarak vücutta ağrı kesici özelliği olan endorfin hormonu arttırdığı ve düzenli yapıldığında eklem sıvılarında artış meydana getirdiğini gösterdi. Hareketsiz kaldığımız bu günlerde eklemlerin yeteri kadar hareket etmediğini varsayarsak fiziksel aktivitemizi belli rutine koymamız bizim için olmazsa olmazımız. Medikal açıdan bu egzersizleri yapmak zorunda olan bireylere kişiye özel program vermeyi öneriyoruz. Çünkü her egzersiz her birey için uygun olmayabiliyor .

Yeni normale dönüşte hareket etmek gerek!

Pandemi dönemi içerisinde aslında hepimiz hiç alışık olmadığımız yeni normaller edinmeye başladık. Bu dönemde spor salonlarının hatta açık alanların bile kısıtlandığını düşünürsek hareket etmek için evimizi kullanmak zorunda kaldığımız bir gerçekle karşı karşıyayız .

Hareketsiz olmaktansa, evde kalma süresi uzun olan kişilerin ev içerisinde hareketliliklerini arttırmaları oldukça önemli. Ayrıca imkanı olan bireylerin kişiye özel profesyonel online egzersiz programlarını tercih etmeleri bu dönemi minimum mekanik problemle atlatmalarını sağlayacaktır. Omurga sağlığı için hareketlilikle birlikte duruş bozukluklarını engellemek, dik durmaya alışmak, bunun için kendi kendimizi motive etmek önemli

Sosyal uzaklaşma ve karantina sürecinde bireylerin fiziksel aktivite durumlarını belirlemek, hükümetlerin ve sağlık hizmeti sağlayıcılarının bireylerin fiziksel olarak aktif kalmasına, evde kalma süreçlerinde egzersiz yapmaya başlamalarına ve sürdürmelerini sağlamalarına yönelik önerilerde bulunmaları açısından önemlidir Kayropraktik Omurga Sağlığı Derneği olarak bizler de Dünya omurga sağlığı gününde yeni normale dönerken sizleri hareket etmeye omurganızı korumaya davet ediyoruz.

Kaynak:

https://www.turkiyeklinikleri.com/article/en-covid-19-pandemisi-ve-ruh-beden-iliskisi-88818.html

Cucinotta D, Vanelli M. WHO declares COVID-19 a pandemic. Acta Biomed 2020;91:157–160.

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1166177

 

Yazının devamı...

Omurga Sağlığı İçin Yatak Seçimi Nasıl Olmalı?

Omurga Korunmalı!

Omurga sağlığı için en ideal yatak tercihi omurga ve omurgayı destekleyen yapıların üzerine minimum yükün bindiği yataklardır. Omurganın doğal kavitasyonlarını yatma pozisyonunda da sağlamamız gerekir. Yatakların çok yumuşak çok sert veya esnek olmamasına dikkat edilmesi gerekiyor. Bu tarz yataklar ilerleyen dönemlerde omurgayı zorlar ve omurgaya bağlı problemlerin görülmesi kaçınılmaz olur.

Omurga normal kavitasyonlarını uzun süre koruyamadığı için mekanik olarak bu eğriliklerde artma ya da kaybolma görülebilir. Bununla birlikte omurga içerisinde ki disklere daha fazla yük biner ve buna bağlı sinir irritasyonları görülebilir. Devamında mekanik etkilenime bağlı olarak kişilerde sabah kalktığında sırt ve bel ağrıları yorgun uyanma görülür.

Yatak Ömrü Ne Kadar Olmalı?

Oklahoma State Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmada 33 kadın 29 erkek toplam 62 kişiye yeni yatak verilerek 28 gün takip edilmiş Çoğunluğun daha kaliteli uyuduğu gösterilmiştir. Ucuz yataklar pahalı yataklara göre daha fazla bel ağrısı oluşturduğu da çalışmada belirtilmiştir.Yatakların ortalama sürelerinin ortalama 9 10 yıl olduğu eklenmiştir.

Emin Değilseniz Orta Sertlikte Yataklar Tercih Edin!

Danimarka'da yapılan en kapsamlı ve metodolojiye en uygun olan araştırmada kronik bel ağrılarına sahip yaşları 18-60 arasında 150 hasta incelenmiştir. Yaş, cinsiyet ve boy/kilo oranları benzer olan hastalar eşit olarak üç gruba ayrılmış ve 30 gün boyunca birinci grupta orta sert yatak, ikinci grupta yumuşak yatak ve üçüncü grupta sert yatak denenmiştir. 30 günün sonunda orta sert yatakta yatan birinci grupta ki hastaların %90'ı ve yumuşak yatakta yatan ikinci gruptaki hastaların %30'ı ağrılarının azaldığını söylemişlerdir. Üçüncü grupta sert yatakta yatan hastaların sadece %10'unun ağrılarının azaldığını belirtmişlerdir.

 

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17597575

Yazının devamı...

Obezite Ağrıyı Arttırıyor!

Obezite omurga sağlığımızı nasıl etkiliyor?

OBEZİTE

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “vücutta sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlanan obezite son yıllarda giderek artan sağlık problemlerinin arasında yer almaktadır . DSÖ verilerine göre bir milyardan fazla kişinin fazla kilolu, 300 milyon kişinin de obezite kriterlerini taşıdığı belirtilmektedir .Dünyadaki popülasyonun %58’inin 2030 yılına kadar da obez ya da fazla kilolu olacağı beklenmektedir. Türkiye’de yapılan TEKHARF çalışmasında; 1990’dan 2000 yılına obezite prevalansının kadınlarda %36, erkeklerde %75 oranında arttığı tespit edilmiştir .

OBEZİTE OMURGA VE AĞRI İLİŞKİSİ

Obezite birçok omurga ve eklem probleminide beraberinde getirmektedir. Özellikle mekanik stresin artışı obez bireylerde kas-iskelet ve eklem ağrılarına neden olmaktadır. Artan yağ dokusu omurga üzerinde mekanik gücün artmasına bunun yanında fiyolojik açıdan vücuda zarar veren maddelerin artmasına neden olmaktadır . Birçok çalışmada artan beden kitle indeksinin kas iskelet sistemi ağrılarından özellikle bel ağrısına ve alt ekstremite ağrılarına sebep olduğu gösterilmiştir. Çalışmalarda bireyin yaşı arttıkça bu riskin arttığı ve özellikle BKİ’i 30 ve üzerinde olan bireylerin bu risk grubunda olduğu belirtilmiştir.

Ayrıca; obez bireylerde trigliserit, LDL-kolesterol gibi kan lipit düzeylerindeki yükseklik ateroskleroza(damar sertliği) neden olmakta ve dolaylı olarak da omurga diskinin beslenmesinin bozularak dejenere olmasına yol açmaktadır. Tüm bu sebepler obez bireylerde şiddetli bel ağrısı problemlerini beraberinde getirmektedir. Özellikle abdominal(karın bölgesinde) obezitenin bel ağrısı prevalansı ile ilişkili bulunduğunu gösteren az sayıda çalışma mevcuttur.

NE YAPMALI?

Bireylerde kilo kontrolünü tekrar sağlamak omurgaya binen yükü azaltmak için beslenme ve diyet uzmanının önerdiği yeterli ve dengeli miktarlarda besinleri tüketmek gerekmektedir. Bunun yanında ağrıları azaltmak ve egzersiz yüklenmesini kontrollü bir şekilde sağlamak için fizyoterapist, kayropraktik uzmanına danışmak en sağlıklı çözüm yoludur.

Yazının devamı...

Kurtulamadığımız Ağrılar!

KRONİK AĞRIYA BÜTÜNSEL YAKLAŞIM

Eski Yunandan tıbbından bu yana uzun bir yol kat ettik ancak bazen Hipokrat’ın söylediği sözler aklıma geliyor.

“Her bireye doğru miktarda beslenme ve egzersiz verebilseydik, sağlığın en güvenli yolunu bulurduk” diyor.

Günümüzde toplumun sağlık hizmetlerini değerlendirme biçiminde ve ağrı sorunları söz konusu olduğunda hızlı çözümlerin (ilaçların) gerçek etkinliğinin sorgulandığı bir çağda yaşıyoruz.

Çoğu insan ağrı ve iltihapların önlenmesi için uzun vadeli doğal cevaplar aramaktadır. Yapılan araştırmalar, yediğimiz yiyecekler, aktivite düzeyimiz ve ruhsal durumumuzun vücudumuzdaki kronik ağrıya katkıda bulunan iltihabi durum ile arasında kesin bir bağlantının varlığını kanıtlamaya devam ediyor.

Harvard's TH. Beslenme Bölümü'nde yayınlanan bir araştırmada, “Çok fazla kronik ağrı, kronik enflamasyonun bir sonucudur ve çalışmalar yanlış beslenmenin enflamasyonun artmasına katkıda bulunabileceğini ancak, antienflamatuar diyetin enflamasyonu azaltmanın en iyi yollarından biri olduğu sonucu çıkmıştır.”

Diyet gibi, düzenli egzersiz genel sağlık için çok önemlidir. Bununla birlikte, kronik ağrı etkili bir egzersiz rutini sürdürmeye çalışan hastalar için ciddi zorluklar yaratır. Kronik ağrılı hastalarda egzersiz (IL)-6 anti-inflamatuar etkilerini,genel yenileme ve kas oluşumunu destekler ayrıca Yaralanmaların önüne geçer ve İyileşmeyi hızlandırır.

Kronik hastalıklarla uğraşırken zihin ve beden arasındaki bağlantıyı atlamamak gerekiyor, Bilimsel araştırmalar kronik ağrı ile depresyon ve anksiyete gibi zihinsel sağlık problemleri arasında yüksek bir korelasyon olduğunu göstermiştir.

Dengeli bir diyet ve düzenli egzersiz vücudunuza kronik ağrının üstesinden gelmek için ihtiyaç duyduğu kaynakları sağlamanıza yardımcı olur ancak bu bazen yetmeyebilir.

Psikolojik destek, kronik ağrılı yaşamınız için perspektifinizi korumanıza ve etkili başa çıkma stratejileri öğrenmenize yardımcı olabilir. Ayrıca Meditasyon ve rahatlama teknikleri düşüncelerinizi yeniden odaklamanıza ve depresyon ve anksiyetenin olumsuz etkilerini azaltmanıza yardımcı olabilir.

Arkadaşlarınızla ve ailenizle iletişimi sürdürmenin yanı sıra, tecrübelerinizi aynı zorluklarla karşılaşan başkalarıyla paylaşmak, daha az yalnız hissetmenize yardımcı olabilir.

Kronik hastalıklar için ideal tedavi planı bazen nedenleri kadar gizemli görünebilir. Bununla birlikte,diyet, egzersiz ve zihinsel sağlığa bütüncül bir bakışla iyi bir yolculuk için sağlam bir sıçrama noktası sağlayabilirsiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.