Benim Kaynanam Bir Felaket!
Gelin kaynana ilişkisi üzerine neler yazılmış, filmler ve diziler yapılmış olsa da, her çağın gündemden düşmeyen baş konusudur bu çekişme. Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir çalışmada M.Ö. döneme ait bulunan tablet üzerinde bir kadının kocasına çiviyle yazdığı mektubun sebebi kayınvalidesinden şikâyet etmekti. Belli ki bu konu, yüzyıllar öncesinden gelen ve muhtemelen önümüzdeki çağlarda da devam edecek bir sorun...
İşin özüne bakarsak, her iki taraf için de asıl sebep birbirlerinden haz etmemeleri ya da birbirlerini sevmemeleri değil. Aslında iki kadın da kimin daha güçlü olduğunu ve koca/oğulun üzerinde kimin daha etkili olduğunu ölçmeye çalışıyor. Erkek kimin yanında yer alırsa, o kadın kendisini diğerinden daha üstün hissediyor ve gözdağı vermiş oluyor. Erkeğin ise aslında tek derdi annesi ile eşinin arasındaki ilişkiyi iyi tutma çabasıdır. Fakat bunu yaparken çok önemli bir taktik hatası yapar ve annesini savunmaya geçer. İyi niyetli olmasına rağmen annesi ile eşi arasına girerek sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hal almasına katkıda bulunmuş olur. Bu tür sorunların yaşandığı ailelerde genellikle erkeğin annesi gençliğinde çok sıkıntılar yaşamış ve bu sıkıntılarını, çocuklarına daha çok sarılarak atlatmaya çalışmıştır. Bu annenin çocukları annelerinin gençliklerinde yaşadıkları acılara şahit oldukları için, annelerinin üzüntülerine karşı hassasiyet geliştirmişlerdir. Hele de bu anneler çocuklarına karşı aşırı fedakâr ve verici davranmışsa çocuğun anneye olan vefa duygusu daha da artmaktadır. Dolayısıyla erkek annesi üzecek bir şey konusunda hassastır. Eğer eşi surat yapıp, annesinin istenmediği duygusunu yaratırsa bundan çok rahatsız olur.
Evlilikte karşılaşılan en çok problemlerden biri olan Bu konuda tartışma yaşayan çift danışanlar olduğu gibi, kayınvalidesi ile yaşadığı problem nedeniyle psikolojisi bozulup da gelen çok kadın da var. Neden kayınvalidelerin bu problem nedeniyle gelinleri kadar yıpranmadıklarını düşünürsek, aslında çözümün bir parçasını da görmüş oluruz. Çünkü her kayınvalide bir şekilde gelinini onaylamıyor ve karısına uyduğu için oğluna da kızıyor ama birkaç kayınvalide bir araya geldiğinde dertleşip, geri adım atmak zorunda kaldıkları noktayı ise "ne yapayım, çocuğumun mutluluğu için katlanıyorum" diye açıklıyorlar. "Annelik" fedakârlığı yapıyorlar.
Gelinin, bu noktada duygularıyla değil aklıyla davranması gerek; Öncelikle kayınvalidenizle yaşadığınız sorun, onunla sizin aranızda; sizin yaşadığınız problemin çözümü eşinizde değil, yine sizde! Kayınvalidenize karşı olumlu duygular beslemiyorsanız ve onun iyi niyetli davrandığını düşünmüyorsanız bile neden sizi üzen bir insan yüzünden eşinizle tartışasınız? Bazen olmuyorsa zorlalamak lazım. Siz her ne kadar kızgın olursanız olun, unutmayın ki o eşinizin annesi ... Eşiniz asla annesini sizin gözünüzden göremeyecek, sorunu sizin gibi yorumlamayacak, yorumlasa da itiraf etmeyecektir. Eşinizin sizi korumasını beklemeyin, siz kendinizi saygı ve nezaket çerçevesinde koruyabilecek kadar büyüksünüz. Eşiniz ise annesinin karşısına her geçtiğinde, yaramazlık yaptığı için azar işittiği kısa pantolonlu günlerinin psikolojisinde olacak.
Sonuç olarak evlendiğinizde hayatınızı birleştirdiğiniz insanla yani sadece eşinizle evlenmiyorsunuz onun ailesiyle de yaşamınızı birleştiriyorsunuz. Onun için evlenmeden önce, tek eşinizle değil ailesiyle de olan uyumunuza bakmak önemli. Evlilikte devamlılığın huzurun temeli ne sevgide ne aşkta, bu yolda herşeyiyle geçinmeye gönüllü olmakta yani sabır ve fedakarlıkta…
Bebek Evliliğin Pasını Alır!
Güzel bir ilişkiniz var ve bunu evlilikle taçlandırdınız. Çok tanıdığınızı ve sevdiğinizi düşündüğünüz eşinizin evlilikten sonra pek çok yeni özelliğini keşfettiniz. Ve evliliğinizde, problemler artmaya başladı. Özellikle evlilikler de ilk 2 yıl evliliğinizi rayına oturtmak için önemli bir süreçtir. Bu süreçte ilişkinizde yaşadığınız sorunların sebeplerini ortaya çıkarmak veya çözüm bulmak çok önemli. Fakat evli çiftlerin, mutsuz olduklarında veya bir problemle karşı karşıya geldiklerinde toplumsal olarak bebek yapmaları konusunda eleştirilere maruz kaldığı bir kültürde yaşıyoruz.
‘Bebek evliliğin pasını alır!’ Bir doğsun evliliğin problemlerine göre; kocan eve bağlanır, şu değişir şöyle olur gibi birçok sayabileceğim cümleyi defalarca çevrenizdeki insanlardan sizde duymuşsunuzdur. Beni en çok etkileyen özellikle paslanmış olarak düşünülen bir evliliği, evlilikteki sorunun kaynağını bilmeden, çocuğu kurtarıcı gibi görmek ve böyle bir aileye bebek getirmek düşüncesi bile doğacak bebeğe verilecek en büyük cezadır. Çünkü çocuk, aileye sorunlarıyla gelir ve yeni sorumluluklar yükler. Evet, bir bebek evliliği daha hoş, daha sevimli ve güzel hale getirir; ama ilişki kurmayı becerememiş çiftlerde zaten var olan sorunlarını aşamamışken, çocuğun ağlaması ya da bakımı gibi konular bile başlı başına ekstra bir sorun ve tartışma konusu olur.
Geleneksel aile anlayışımızda çocuk sahibi olmak, evliliği tamamlayan bir aşama. Peki evlilikte çocuk için ideal zaman nedir? İdeal zaman her evlilikte aynı olmak zorunda değil. Çünkü evlilik, çiftlerin bebek yapmaya karar vermesi ile değişime başlar. Psikolojik ve maddi hazırlıklar bir yana, hamilelik, değişimin en somut şekilde görülmesini sağlayan dönemdir. Aileye yeni gelen bebeğe alışmak, aynı zamanda anne ve babalığa alışmaktır. Gelecek bir bebeğin hayatı peri masalına çevireceği görüntüler genellikle filmlerde yaşanıyor. Böyle bir hataya düşmeyin, bebeği evlilikteki boşluğu dolduracak ya da ilişkideki yaraları saracak ilaç gibi görmeyin. Önce ilişkinizi yoluna koyduğunuzdan emin olun, maddi manevi sağlıklı bir ortam oluşunca çocuk sahibi olma kararını almanız, dünyaya getireceğiniz yeni bir can içinde yapabileceğiniz ilk ve en büyük iyilik olacaktır.
#Kadın Olmasaydı
Şems-i Tebrizi
Her iki cinsiyette birbirleri için yaratılmıştır. Varlıkları birbirleri için vazgeçilmezdir. Erkeğin mutluluğunun da mutsuzluğunun da, başarısının da başarısızlığının da yegâne sebebi olan kadın olmasaydı, erkek de olmazdı, hiçbir şey de olmazdı. Şöyle bir gerçek var kadınlar olmasaydı dünya kahverengi ve siyah tonlarının hakim olduğu bir yer olurdu. Fakat ben kadınlar olmasaydı başlığına başka bir noktadan değinmek istiyorum. Kadınlar olmasaydı kadınlar kiminle yarışırdı?
Ezelden beri kadını en çok yine “kadın” incitiyor. Çünkü sadece bir kadın başka bir kadına iltifat ederken aynı anda onu aşağılamayı becerebiliyor. Hemcinsimizin yani bir kadının; Bizden daha iyi, daha güzel, daha akıllı, daha zeki daha mutlu olmasına tahammülümüz yok. Kadınların dünyası erkeklerinkine göre daha acımasızdır. Çünkü kadınlar erkeklerden çok daha zeki ve komplike düşünen canlılardır ve karşısındaki kadının ince hassas noktalarını biliyordur. Belki size bu görüş biraz sert gelebilir fakat bir kadın olarak beni en çok inciten hep çevremdeki kadınlar olmuştur.
Aslında kadınların dünyasını şöyle bir düşünürsek; Bir kadına en acımasız eleştiri yine bir kadın yapar. Ve bir kadında en çok bir kadının düşüncesini önemser. Kadınlar kimin için giyinir süslenir desem, aslı erkekler için gözükür fakat bir kadın her zaman hemcinslerinden bir adım öne çıkmak farklılaşmak güzel gözükmek için giyinir. Örneğin süslenip, eşiyle yemeğe gitse bile oradaki hedef kitle restorandaki diğer kadınlardır. Kadın yaşı ne olursa olsun güzel görünmek ve dikkat çekmek ister.
Evlenmek bir kadın için, erkek tarafından süresiz olarak “seçilmiş” ve bu durumun taçlandırılmış olması sebebiyle kadınlar arasında yerini yükseltmiştir. Tam da bu sebepten günümüzde anlamsızca hayatlarını yarıştıran gelin programları var. Bunların amacıda başta dediğim noktaya geliyor kadınların birbirlerine kendi üstünlüklerini kanıtlama çabası yarışları evleriyle, eşleriyle, düğünleriyle yani tüm hayatlarıyla…
Gelinlerin en büyük düşmanı eşlerinin ailesindeki kadınlardır genellikle sorun hep gelin kayınvalide görümce elti gibi ailenin kadınlarıyladır. Çünkü sürekli aralarında gizli bir rekabet vardır.
Çalışan anneleri çocuklarıyla yeterince ilgilenmemekle ihmal etmekle suçlayan, çalışan anneye vicdan yükü hissettiren de bir annedir yani kadındır. Aynı şekilde çalışan bir kadının ev hanımlığını seçen kadını küçümsemesi de bence aynı davranıştır.
Sonuç olarak; keşke birbirimizin açıklarını aramak ve yarışmak yerine kadın olmanın yeterince zor olduğu bu dünyada kadınlar olarak birbirimize daha fazla destek olsak anlayabilsek...
Bütün kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar günü kutlu olsun.
Kübra Duru
Evlilik ve Aile Danışmanı
Instagram/@kbr_duru
Evlilik Aşkı Ziyan Eder
‘Aşk bir görme kusuru, evlilik ise bu kusurun tedavisidir.’/ Prof.Dr.Mehmet Sungur
İçinde bulunduğumuz hafta itibariyle havada fazlaca aşk kokusu var, yaklaşan 14 şubat her yeri kırmızı kalplerle süslenmiş durumda. Dışarıda bu ambiyans her yerde 14 şubat hatırlatması varken etkilenmemek zor.. Evli olanlar bu söyleyeceklerimi daha iyi anlayacaklardır. Bir zamanlar içinizde uçuşan o kalpler, süprizler, güzel sözler, romantik duygular nereye kayboldu. Aşk; karşı tarafın bilinmezliğinden, kişinin partneri için zihninde oluşturduğu imgelerden ve aradaki engellerin varlığından oluşur. Doğal olarak kişiyi daha iyi tanıdıkça, onu daha gerçek bir şekilde gördükçe ve aradaki bazı engeller aşılıp, güven oluşmaya başladığında duygular değişmeye başlıyor. Evlenmeden önceki adam ya da kadın nereye gitti, o günlerde ki duygularımı yaşamak istiyorum özlüyorum diyenler hiç de az değil. 'Evlilik aşkımızı ziyan mı etti?' Peki ne oldu o duygulara?
Aşık olunması durumunda kişi; dopamin, serotonin ve noradrenalin gibi hormonların aktif ve dengeli şekilde salgılanmasıyla, bedensel ve zihinsel anlamda farklı bir deneyime adım atıyor. Aşkta yoğun bir arzulama hali öne çıkıyor. Romantizm kişileri esir alarak, bazen mantıklı düşünmekten de alıkoyabiliyor. Aşık olan kişi diğer kişiye odaklanarak, başka hiçbir şey düşünemez hale geliyor. Böylece aşk esnasında, alt benlik, benlik ve üst benlik (akıl) arasında çatışmalar yaşanabiliyor ve aşkın meydana getirdiği coşku heyecanın her şeyin üstünü örtebiliyor. Uzmanlar Evlilik öncesi yaşanan yoğun aşk duygularının evlendikten sonra devam etmesinin çok mümkün olmadığını, bu sadece evlilikle ilgili değil, uzun süreli ilişkiler için de geçerli olduğunu ve istisnalar olmakla beraber aşkın ömrünün 2,5 yıl olduğunu söylüyorlar. Daha sonra dopamin ve noradrenalin hormonları aradan çekilip, yerlerini sevgi hormonu olan oksitosine bırakıyormuş. Olaya bilimsel açıdan bakacak olursak evliliğin bir suçu yok, suç kaybolan hormonlarda değil tabiki de. Eğer iki taraf da birbiri için doğru insansa aşk bitmiyor ama evrim geçirebiliyor. Aşk sevgiye dönüşür. Bağlılık oluşur. Hayatınıza eklenen yeni roller anne baba olma, şefkat, güven, huzur, sevgi daha ön plana çıkar. Aşkın bu evrimiyle önemli olan, ilişkinizin yeni boyutunda, evliliğinizi canlı tutabilmek ve çaba sarf edebilmek.
Sonuç olarak bir zamanlar eşinize karşı bu yoğun duyguları yaşadığızı unutmayın. Yine ilk zamanlarında yaptığınız gibi, fırsatlar yaratmaya çalışın. Romantizm, evlilikler içinde çok kolay unutulur ama bir yandan da hep ihtiyaç duyulur. İlişkilerde romantizmin olmaması aslında ihtiyacın bitmesinden değil, ihmal edildiğindendir. İnsanın romantik olma ihtiyacı karşılanmadığında, birbirinden soğuma, uzaklaşma, evlilikten sıkılma, bıkma veya romantizmi başka kişilerde arama gibi sonuçlar doğurur. Birbirinizi niye seçtiğinizi ve sevdiğinizi hatırlayın. Hatta bunu zaman zaman hem kendinize hem de eşinize hatırlatın. AŞK’la kalın…
Ben Görmedim Çocuğum Görsün
Çocuğu tanımanın yanı sıra öncellikle biz nasıl ebeveynleriz onu keşfetmemiz gerekiyor. Genellikle çocuklarımıza yaklaşımımız kendi doğrularımız ve gerçeklerimiz yönündedir. Çocuk ailenin yansımasıdır. Kendi doğrularımızla yetiştirmeye çalıştığımız çocuğumuz bir de bakarız ki saldırgan asi bir yapıta bürünmüş yada tam tersi itaatkar, bağımlı bir çocuk olmuş. Çocukla ilgili konularda gelişmeye, sürekli onu daha mutlu yetiştirebilirim telaşında iken, kendi davranışlarımızla ilgili aynı farkındalığı gösteremeyiz. 'Ben bunları hak etmedim! Ben nerde yanlış yaptım' serzenişleri yerine 'Ben nasıl bir anneyim ya da babayım? Çocuğuma yaklaşımım ne ölçüde doğru?' Sorularını kendimize sorarsak daha doğru cevaplar elde ederiz.
Günümüzde ebeveynlerden en çok duyduğum sözlerden biri ‘Ama herkesin var’, ’Çocuk özeniyor’, ‘Okulda arkadaşlarının arasında mahcup mu olsun?’ Yaklaşımı ile anne babalar, aslında kendilerine ait bakış açısını ‘özenmek’, ‘mahcup olmak’, ‘herkesin var onunda olsun şeklinde ifade ediyorlar. Çocuklarına hayır demeyen, anneler/babalar aslında bunu kendileri için yapıyorlar ve bu sayede ya çocuklukların da yapamadıklarını bu sayede elde ediyorlar ya da çocuklarına yeterince vakit ayıramamanın vicdan yükünü maddesel şeylerle telafi etmeye çalışıyorlar.
Ben görmedim çocuğum görsün ebeveynleri; Çocuğa özgür bir ortam yaratma isteğiyle, ben merkezci, başına buyruk çocuklar yetiştirirler. Bizim zamanımızda yoktu ben yaşayamadım çocuğum yaşasın anlayışında genel bir denetimsizlik vardır. Ne yazık ki bu anlayışta sınır koymayı ihmal ettiklerinden, çocuk sınırlarını özgürlükle kendi belirlemektedir. Ebeveynlik rolüne eline alan çocuklar evin kontrol ve düzenini de yönetmeye başlıyorlar. Çocuk istemiyor diye kimse odadaki o koltuğa oturmuyor, dışarı çıkılacaksa ve çocuğun dediği yere gidiliyor, günün hatta her şeyin planı onun istediğine göre oluyor. Ve anne baba böyle davranarak onu mutlu ettiğini düşünüyor. Bu ufak gibi gözüken detaylarda çocuğa verdiğimiz kontrol bizim ebeveynliğimizi yavaş yavaş ona geçirdiğimizi gösteriyor. Çatışma ve problem anlarında kontrol edemediğimiz ve bu çocuk beni hiç dinlemez hep kendi dediği yapılacak sonucuna varılıyor. Sonuç olarak çocuklarımızın davranış ve problemlerini değerlendirirken ilk önce süzgeçten kendi ebeveynliğimizi geçirmemiz gerekiyor.
Evlenmek mi Evlenmemek mi?
Evlilik fırtınalı bir denizse, bekarlık da bulanık bir bataklıktır.
T. L. Peacock
Hayatımızın en başında, doğacağımız bir parçası olduğumuz, bizi biz yapan şekillendiren ailemizi seçme şansımız yoktur. Fakat evlilik kendi seçimlerimizle yeniden doğduğumuz ailemizdir.
İnsanın temel ihtiyaçlarından; Güvenlik ve Heyecan... Hangisini doyurursan diğeri tam olarak beslenemediğinden sorun çıkartmaya başlıyor hayatında. Örneğin her insan sevildiğini hissetmek, güvenmek, başını yaslayabileceği bir omuzun varlığını bilmek istiyor. Bu şekilde kendisini güvende hissediyor. Fakat bunu hissederken diğer duygu kendini hissettirmeye başlıyor birden. Heyecan arzusu... Çünkü heyecan, insanı yaşama bağlayan ve yaşama sevinci duymasını sağlayan nadir duygulardan. Ve rutinleşmiş ilişkiler güven duygusu verse bile heyecan duygusunu kaldırıyor ortadan. Hal böyle olunca bekar insanlar güvenlik ihtiyaçları için evlenmeyi, evli olanlar ise heyecan ihtiyaçları için ‘Serüven yaşamayı’ istiyorlar. Denge bir türlü kurulamıyor.
Evlenmek daha düne kadar insanlar için ömür boyu sürecek bir yolculukken şimdilerde insan doğasının bu temel ikilemi yüzünden tehlikede. Sanırım artık evliliklere ve uzun ilişkilere hayatının sonuna kadar seninle olacak kişiler gözüyle bakmamak gerekiyor. İnsan doğasının temel ihtiyaçları ve modern dünyanın hızını göz önünde bulundurarak, evliliğe bir deneyim olarak bakmak insanı ikileme sürükleyen ruh halinden çıkarıyor bir şekilde. Birde unutmamız gereken önemli bir detay; Bu hayatın bir yolculuk olduğu ve bu uzun yolculukta hayatımıza dahil olan herkesten ve her durumdan bir şeyler öğrendiğimiz gerçeği…