SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Hayal panosu

Yeni bir yıla giriyoruz. Yeniye ait merak, umut, heyecan, coşku. Yeninin getirdiği özenle hepsi bir arada. Yaklaşık beş senedir her yeni yıla girerken kendime bir hayal panosu hazırlıyorum. Bazıları adına yaratım panosu, bazıları vizyon panosu diyor. İsimleri farklı olsa da hepsi aynı aslında. “Hayal” kelimesi bana sanırım diğerlerinden daha yumuşak ve eğlenceli geliyor. İşin içine bir de renkli kalemler, resimler, fotoğraflar girdi mi daha da eğlenceli oluyor.

Hayallere giden en kestirme yol onları görselleştirmekten geçiyor. Sen hayalini resmettiğinde ya da bir görselle sembolize ettiğinde beynin de onu senin gerçeğin kılmak için devreye giriyor. Sen ne kadar hayalinin içine girer, onu yaşar, onu somutlaştırırsan beyin de onu o kadar gerçek olarak algılıyor.

Hayalinde neler var, nelere sahip olmak istiyorsun?

Evde, orada, burada bulduğun dergileri, gazeteleri topla.

Teker teker sayfalarını çevirmeye başla.

Sayfaları çevirirken bir şekilde dikkatini çeken görsellerin olduğu sayfaları yırt, kopar. Bu görsel neden dikkatimi çekti? diye düşünme. Sadece kopar ve bir kenara koy.

Hepsi bittikten sonra ayırdığın tüm görselleri gözden geçir, sana ne ifade ettiklerini sor kendine, cevap mutlaka içeriden bir yerden gelir.

Görsele baktığında içindeki duyguyu keşfet, bedeninde olanları fark et.

Hayallerini düşün.

Hayallerinin sendeki hangi duygulara hizmet ettiğini fark et…

Ve görsellerin sana hissettirdiği duygular ile hayallerinin duyguları arasındaki ortaklığı keşfet.

Duygularının sembolü olan görseli al ve kartonun üzerine yapıştır.

Görsel sadece fotoğraf olmak zorunda değil, içinden geliyorsa kendi çizdiğin bir sembol ya da resim de olabilir ya da bir kelime.

“Özgürleşmek” niyetin varsa yeni yıl hayallerinde, o zaman bir tekne görseli de koyabilirsin, bir çocuk görseli de.

Bodrum’da bir ev görseli dikkatini çektiyse, sor kendine; “Bu görsel bana ne hissettiriyor?” Belki de hayalin Bodrum’a yerleşmek değil, sadece mekân değiştirmek, biraz kendinden ve alışkanlıklarından uzaklaşmaktır.

Hayallere farkındalıkla baktığımızda aslında ne kadar çok hayalimizin gerçek olduğunu ama bizim onu algılamadığımız da fark ediyoruz. Bir tek yol yok, bir tek olasılık yok. Hayallerinizi tek bir olasılık içine hapsetmeyin.

Hayal panolarınızın fotoğraflarını bana mail atsanız ne çok sevinirim…

Sevgilerimle

Özlem

Yazının devamı...

Aslında Çok Kolay

Aradığım kitabı ararken kütüphanede gözüm Aslında Çok Kolay'a takıldı. İnsan kendi kitabını alıp da okumuyor nedense, ya da ben öyleyim, genelleme yapmayayım. Bu kez içimden geldi, aldım elime kitabımı. Gülümsedim önce, kitabı yazdığım zamanları hatırladım, çok değil aslında, üç sene öncesi. O günden bugüne neler değişti hayatımda. Annem öldü mesela. Annem yok artık. Babam şehir dışına yerleşti. Covid denilen bir virüs peydah oldu hayatlarımızda. Sarılmalar bitti, öpüşmeler yasaklandı. Cenazede bile herkes birbirinden uzak durdu. Öyle ya, bir de mezarlıkta olunca insan ölümü daha bir ensesinde hissediyor.

Aslında Çok Kolay belki de beni bu zamanlara hazırlamış. "Mutlu bir yaşam için 100 küçük adım" yazıyor kapakta. Mutluluğun bir reçetesi olur mu? Olmaz belki de. Olsa da yer yüzündeki insan sayısı kadar reçete var belki de. Ben bana iyi gelen bakış açılarını, egzersizleri, düşünceleri, deneyimleri anlatmıştım kitapta.

İnsanın annesini ebediyen uğurlaması çok olay bir şey değil, umudun bittiği yerde ayakta kalmak bir ön hazırlık istiyor. Aslında Çok Kolay benim uzun süreli hazırlık sürecimde okuduklarımdan, deneyimlerimden edindiklerim, derlediklerim, süzgeçten geçirdiklerim. Üç senede eklenenler çıkanlar oldu mu hayatıma? Oldu elbet ama temel aynı.

Bir kere güçlendi mi zihin - beden - ruh dengesi kasların geri daha kolay oluyor. Canım istemese de kalkıp dans ediyorum mesela şu anda da, iyi geliyor. Yas sürecimi doya doya yaşıyorum, o da iyi geliyor. Kabule geçmek eskisi gibi zul gelmiyor. Kalbimin dediğiyle dilimin söylediği daha bir örtüşüyor artık. Teşekkürler hayat sana...

Kitaba başlarken A.S. Neil'den bir paragraf ile başlamışım:

"Hayalin sınırı nerede başlayıp nerede biter, henüz bulamadım. Bir çocuk, bebeğine küçük, oyuncak bir tepside mama getirdiği zaman gerçekten o an için bebeğin canlı olduğuna inanır mı? Sallanan bir at gerçekten bir at mıdır? Bir erkek çocuk 'Eller yukarı!' diye bağırıp sonra ateş ettiğinde silahının gerçek bir silah olduğunu mu sanıyor? Ya da öyle mi hissediyor? bana öyle geliyor ki, çocuklar oyuncaklarının gerçek olduğunu düşülüyor, ancak duygusuz bir büyük işe karışıp da onlara fantezilerini anımsatınca apar topar yere ayak basıyorlar. Hiçbir sevecen anne baba çocuğun hayal dünyasını bozmamalıdır."

Hayallerimizin gerçeğimiz olduğu bir dünya dilerim her birimize...

Yazının devamı...

Kendinle randevu

Merhaba

Havalar soğudu. Onun dışında malum sebeplerle sokağa daha az çıkabilir, dostlarımızla daha az randevulaşır olduk. Böylesi zamanlarda kendimi “şikâyet” alanından çok “verimlilik” alanına çekmeye özen gösteriyorum. İtiraf ediyorum, her zaman kolay olmuyor, ama kolay olmuyor diyerek vaz geçmediğinde, yola devam ettiğinde oluyor. Yolda bana eşlik eden çok arkadaşım var; yazı, mandala, örgü, film, yemek, aromaterapi… Dedim ki bir gün kendime; “Madem dışarıdaki randevuların senin kontrolün dışında hayatından çıkma noktasına geldi, o halde kendinle randevu zamanları oluştur.” Bu fikir öyle iyi geldi ki kulağıma, sesim içimden yükselir yükselmez yüzüme bir gülümseme yayıldı.

İlk randevumda neler yaptığımı duymak ister misin? Ben anlatayım, belki sen de denemek istersin. Laf aramızda insan kendisiyle randevulaştığında anlıyor ne kadar uzun zamandır onu ihmal ettiğini.

Ben önce “Şefkat meditasyonu” ile başladım işe; şuraya linki bırakıyorum: https://www.youtube.com/watch?v=_ejkrXK5Ogg

Sonra aldım elime bir kağıt bir de kalem yazmaya başladım:

Ne gördüğümü

Ne duyduğumu

Ne hissettiğimi

Burnuma hangi kokuların geldiğini

Ağzımdaki tatları

Fark ettim ki, insan gün içinde gördüklerini duyduklarını farkında bile değilmiş meğerse. Ve fark ettim ki içimde birden fazla his yazılarak dışa vurulmak için benim onları farkında olmamı bekliyorlarmış. İçlerinden bir tanesini seçip, saatimi 6 dakikaya kurdum ve hissimle ilgili içimden gelen ne varsa yazdım.

Baktım bu 6 dakikalık bilinç akışı şeklinde yazmak iyi geliyor, akşama doğru kendimle bir kez daha randevulaştım. Bu sefer “Uzun zamandır…” diye başlayan bir yazı yazdım. Yazarken ne noktalama işaretlerine dikkat ettim, ne cümlelerin süslü püslü ve anlamlı olmasına, ne de imla kurallarına. Yazdım sadece. Öylece. İçimden aktığı gibi. Bir yerde tıkandım, orada da kalemimin durmasına izin vermedim; “Tıkandım, yazamıyorum” yazdım, bir de baktım kalem açılmış yazmaya devam etmişim.

Dediğim gibi ben bu kendimle randevu saatlerinden çok keyif aldım. Sana da samimi bir randevu dilerim. Tüm kalbimle…

Özlem

Yazının devamı...

Karantinada tanışma

Merhaba herkese...

Hem çok heyecanlı hem de çok mutluyum. İçimden öyle kuvvetli bir çocuk enerjisi fışkırıyor ki, sormayın gitsin. Yeni bir oyun alanının keşfine çıkmış bir çocuğun heyecanını pelerin yaptım kendime, yanınıza geldim. Pembe Nar ailesine katılmak büyük keyif. Bundan böyle sık sık birlikte olacağız.

Malum karantina günlerinde tanıştık sizinle. Evlerde olduğumuz zamanlar. Gerçi havalar ısındıkça pek de evlerde değil gibi birçoğumuz ama neyse JE normal elbette, doğamızın gerçeğinin çok üzerinde bir zamandır duruyoruz. Bedenler de ne yapacağını şaşırdı, zihinler de. Süreç ilk başladığında korktuk, kapandık evlere ama sonra giderek alıştık. İnsan her şeye alışıyor. Her süreç kendi içinde bir ritim ve rutin oluşturuyor. Ve her süreç kendi özüne uygun davranış modelleri geliştiriyor. Ve zaman içinde her şey değişiyor.

Her şey değişiyor, hep de değişti ama bir şey var ki o hiç değişmedi: İnsanın en temel ihtiyacı TEMAS.

Temasta olduğumuzda kendimizi güvende hissediyoruz, temasta olduğumuzda kendimizi destekleniyor hissediyoruz. Koskoca karanlık bir boşlukta olduğunuzu düşünün. Koskoca bir karanlıkta gözlerinizi açtığınızı… İlk ihtiyacınız ne olur? Bir yerlere tutunmak değil mi? Bir yerlere dokunmak? Dokunarak tanımlamak, hissetmek… Dokunarak çevrenizdeki sınırları belirlemek…

Sınırlar öyle söylendiği kadar kötü değil bana kalırsa. İnsanın kendisini güvende hissetmesi açısından oldukça önemli olduklarını düşünüyorum. O sınırların içine kendi hapsetmek, o sınırların içinde kendi yaratıcılığını bile bile öldürmekten ya da yok varsaymaktan bahsetmiyorum elbette.

Temas edebildiğimizde “ben varım” mesajı da veriyoruz aslında hem kendimize, hem başkalarına.

Karantina döneminde ne oldu? İlk evvela temas kesildi. Dokunamaz, sarılamaz olduk birbirimize. Ne yaptık peki? Sosyal medya üzerinden temasa geçmeye başladık… “Sosyal mesafe” yi açalım deseler de, biz sosyal mesafeyi yakınlaştırdık ki “fiziksel mesafe”nin aramıza soktuğu soğukluğu ortadan kaldıralım…

Beden ve ruh aslında öyle güzel dengeliyorlar ki hem kendilerini hem de birbirlerini. Ah, bir izin versek onlara! Bir izin versek bedene… Bir açsak kalbimizin kulaklarını bedene o aslında bize nefis hediyeler sunacak ama işte… Bizler binmişiz bir yanılgılar dünyası trenine gidiyoruz.

Neyse ki az biraz mola verdi tren.

Şimdi biraz kendimizi duyma, bedenimizin mucizevi gücünü keşfetme zamanı…

Ben karantina sürecine teşekkür ediyorum bana yaradılışımın mucizevi gücünü hatırlattığı için…

Dolapları yerleştirdik mesela… Neden? Aslında kök çakra kendisini dengelemeye çalışıyordu da ondan. Ekmek yapmaya başlamamız da ondan sebep… Neyse… Şimdi çakralar konusuna girmeyeyim… En iyisi çakraları bir seri olarak yazayım ben.

Öperim hepinizi

Sarılırım her birinize

Özlem Çetinkaya

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.