SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Panik Atak Bozukluğu !

Panik Atak Bozukluğu!

Değerli okurlarım “Benim hayatım hep böyle mi geçecek?” diye endişe etmeyin, uzman yardımı beraberinde stres ve korkudan uzak durarak panik atağı yenmeniz mümkün. Son günlerin yaygın hastalıklarından biri olan panik bozukluk kontrol altına alınması mümkünken ne yazık ki kulaktan dolma ve doğru sanılan bir çok yanlış sayesinde daha da ilerleyerek hasta ve yakınlarını bezdiriyor. Gelin şöyle bir bakalım panik atak nedir ve neler yapılmalıdır?

Kişinin aniden yaşadığı stresli bir olay veya nedeni o an için belirsiz yoğun bir kaygı durumu panik atağı başlatabilir. Panik atak ruhsal açıdan başlar ve fiziksel belirtilerle devam eder. Yaşanan kaygının ne zaman ortaya çıkacağı bilinmez; yemek yerken, karanlıkta, asansörde, uyurken, kalabalık bir ortamda veya bir başına kalındığında görülebilir. Bu durum kişinin bireysel yaşantılarına özgü olarak değişim göstermektedir.

Birey geçirdiği panik atakları yanlış yorumlayarak tekrar yaşamaya yönelik korku duyar ve tetikte bekler. Bedensel duyumlarına daha çok dikkat etmeye, onları izlemeye başlar. Benzer duyumları hissetmeye başladığında aynı şeyleri yaşayacağını düşünerek yoğun bir kaygı ve korku içine girer. Bu durum her insanın hayatı boyunca birkaç kez yaşaması mümkün normal bir seyirdir. Ancak buna bir bozukluk ismini verebilmemiz için bireyin hayatını zorlayacak sıklıkta panik bozukluk belirtilerinin yaşanması ve her defasında bu sürenin uzaması gerekmektedir.

Panik bozukluk belirtileri genellikle kalp krizi belirtileriyle karıştırılmaktadır. Atak geçirildiği sırada kişi kendini ölecekmiş gibi hisseder. Kalp atışları hızlanabilir, nefes daralabilir, gözler kararabilir, vücudun belirli yerlerinde terlemeler, dudaklarda uyuşma, ağız kuruluğu, göğüs bölgesinde sıkışma ve baş dönmeleri yaşanabilir. Nadiren mide bulantısı, karın ağrısı ve bayılmalar görülebilir. Kişi kontrolünü kaybetme korkusu yaşar. Doğru teşhis için mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır.

Geçirilen ataklar genellikle 7-8 dakikaya kadar sürmektedir. Fakat bazen 1-2 dakika da atlatılırken bazen ise 10-12 dakikaya kadar uzayabilmektedir. Bu süreçte beden savaş ya da kaç taktiğini uygulayarak kendine bir savunma düzeneği oluşturur. Ve fiziksel olarak yukarıda belirtilen tepkileri verir.

Panik atak bozukluğu, tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Süreçte mutlaka bir psikiyatrist ve psikologdan destek alınmalıdır. Pek çok hasta yalnız ilaç kullanarak hastalığın iyileşebileceği yanlışına kapılmaktadır. Ancak ilaç tedavisiyle birlikte psikologla terapi seansları ayarlanarak panik bozukluk tedavi edilmektedir. Yalnızca ilaç tedavisi uygulandığı durumlarda ilaç kullanımı bittikten sonra şikayetler aynen tekrarlanabilmektedir. Hatta bazı hastalarda ilaç kullanımına gerek kalmadan yalnızca terapi yöntemiyle bozukluğun ortadan kalkması mümkündür.

- Atak geçiren hasta yakını atak sırasında sakinliğini korumalıdır.

- Hastayla birlikte paniğe kapılıp telaş yapmamalıdır.

- Hastaya telkin edici sözler söyleyerek onu rahatlatmalıdır.

- Her panik atak sırasında hastanede defalarca tetkik yaptırma isteğinin gereksiz olduğunu hastaya anlatmalıdır.

- Hastaya güven verici yaklaşımda bulunarak geçirdiği atağın az sonra sona ereceğini hatırlatmalıdır.

- Nefesini kontrol etmekte ona yardımcı olmalıdır.

- Hastanın panik ataktan kaynaklanan davranışları abartı, naz, geçimsizlik ya da rol yapma olarak görülmemelidir. Aksine böyle durumlarda hastalar aile desteğine fazlasıyla ihtiyaç duyarlar, hasta yakınları hastaların yanında olarak onlara destek vermelidir.

- Atak sırasında hemen ilaç alınması yanlış bir davranıştır. Panik durum zaten kısa süreli olduğu için atak geçtikten sonra alınmasıyla atak anında alınması arasında bir fark yoktur. İlaç etkisini gösterinceye dek panik atak çoktan bitmiş olacaktır.

Genellikle fazla sorumluluk yetisine sahip kontrolcü insanların yakalandığı bir nevi çağın hastalığı diyebileceğimiz bu rahatsızlık tedavi edilmediği takdirde kaygı nöbeti ve büyüyen korkulara sebep olmaktadır. Hastalığın seyrinin ilerlemesi hastada depresyon ve alkol-madde kullanımına yol açabilmektedir. Kıymetli okurlarım eğer sizde teşhisi koyulmuş bir panik atak hastasıysanız ya da bu konuda ciddi şüpheleriniz varsa geç kalmadan güvenilir bir uzmanla tedaviye başlamanızı önemle rica ediyorum.

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.

Yazının devamı...

Vedaları Sev!

Veda insanı en çok zorlayan duygulardan biridir. Bazen hayatın akışı bizi buna zorlarken bazen de hoşça kalabilmek için gideriz. O halde tam olarak ne için veda ederiz? Bir daha görmeme ihtimali mi bize bunu yaptıran, yoksa yaşananlara, edinilen tecrübelere bir teşekkür mü? İyi ya da kötü paylaşımda bulunduğumuz bir yerden, bir kimseden taşınırken o son noktaya varıldığındaki isteksizliğin sebebi ne olabilir?

Elbette hiçbir şeye veda etmek kolay değildir ancak yaşam boyunca bazen kucak açar, bazen de veda ederiz. Alışkanlıklarla, kişilerle, yer/mekan ya da bir şehirle vedalaştığımızı sanırken aslında veda ettiğimiz yaşarken paylaşılan duygularımız, biriken anılarımızdır. Bazı vedalar kısa süreliyken bazıları bir daha görmemek üzere olabiliyor. İste tam bu nokta da vedanın süresi aslında yaşadığımız acıyla paralel ilerliyor. Birey eğer kısa süreli veda ediyorsa pek bir sarsıntı yaşamazken, bir daha görüşmemek üzere veda ettiğinde aslında ölüm acısıyla eş bir yas sürecine giriyor. Nasıl ki bir yakınımız vefat ettiğinde onu bir daha görmeyeceğimizi bilerek acı çekiyorsak, hayattayken ettiğimiz uzun süreli vedalarda da aynı acıyı yaşıyoruz.

İyi hissettiren, eksikliği yaşanan vedaların yanında kötü hisler uyandıran, hazzetmediği yer veya kişiden ayrılırken de beden ilginç bir şekilde aynı duyguları yaşıyor.

Vedaları kabul etmek önümüze yeni çıkan olanaklara kucak açmamızı sağlıyor. Rahatlıkla vedalaşın, üzüntülerinize ufak tecrübeler edinin, hatıralarınızla yüzleşin, kazanımlarınızı sevin. Yaşamın götürdüklerine yürekten veda edin, yaşamın getireceklerine tebessümle kucak açın.

Sizlere; olayın üzüntüsünü yaşadıktan sonra veda edilen şeye ya da bireye değil, vedanın ardından gelecek yeniliklere konsantre olmanızı ve o anıları en nadide köşenizde saklamanızı öneriyorum.

Sağlıcakla kalın.

PSİKOLOG AYŞE DÜŞÜNGÜLÜ

Yazının devamı...

Çok kaygılıyım ve bu duruma engel olamıyorum. Ne yapmalıyım?

ÇOK KAYGILIYIM VE BU DURUMA ENGEL OLAMIYORUM, NE YAPMALIYIM?

Sevgili okurlarım; belirsizlikler insan hayatını karanlığa sürükleyen bir çukur olarak görülse de, bu çukuru fırsata çevirmek takdir edersiniz ki yine sizin elinizdedir. İnsanoğlu yaratılışı gereği hep bir merak içinde ve umut ederek yaşar. Bu umudun sonunda iyi veya kötü “peki şimdi ne olacak?” belirsizliği ise kaygıyı ortaya çıkarır.

Kaygı (anksiyete) bir olay veyahut durum karşısında yoğun bir korku ve panik duyma halidir. Bu kaygıyı tetikleyen faktör ortadan kalktığında ise korku ve panik durumu da sona erer. Ancak tetikleyici faktör kalkmasına rağmen kaygı devam ediyorsa ve kişinin günlük işlevlerini dahi yerine getirmesine engel oluyorsa burada bir kaygı (anksiyete) bozukluğu problemi olduğu söylenebilir.

Bireyin kısıtlandığında ya da stresli bir durumla karşılaştığında korkup tasalanması beklenen bir durumdur. Kaygı ve beraberinde duyulan korku vücudumuzun tehlikeye karşı verdiği, normal bir tepkidir. Ancak yaşamımızı, duygularımızı ve hareketlerimizi büyük oranda etkilemeye başladıysa, bu olması beklenilenin dışına çıktığını gösteren kaygı bozukluğunun habercisidir.

Elbette ki kişide gözlenen belirtiler yalnız korku ve panik durumu değildir. Beraberinde ; sinirli ve gergin ruh hali, huzursuzluk, sürekli kötü bir şeyler olacağı düşüncesi, ansızın beliren kalp çarpmaları, tehlike yada felakete uğrayacağı düşüncesi, aşırı endişe ve her an tetikte olma hali, kaygı anında terleme, nefes almada zorluk, baş ve kas ağrısı, uykuya dalmada güçlük veya sık sık sıçrayarak uyanma halleri de kaygı anında görülebilir.

Psikolojik olan bu kaygı bozukluğuna vücudumuz tepki olarak fiziksel belirtiler de gösterir. Bu nedenle bir çok anksiyete hastası, ruhsal bir problem olan anksiyete bozukluğu tanısı koyulana dek bu durumun bedensel bir hastalık olduğunu düşünür ve doktor doktor gezer, bir çok hastaneyi ziyaret ederler.

Anksiyete bozukluğu tedavisi mümkün ve bir uzmandan yardım alındığı takdirde 6-8 seans arasında kontrol altına alınarak normal bir düzeye indirgenebilir bir rahatsızlıktır.

ÖNERİLER

Kaygı anında;

Yazının devamı...

Peki özgüvenimiz ne durumda?

PEKİ ÖZGÜVENİMİZ NE DURUMDA?

“Özgüven” bir diğer adıyla “Benlik Saygısı” bugün bulunduğumuz toplumda çokça konuşulan, üzerine doğru/yanlış yorumlar yapılan son derece önemli ve merak edilen bir kavramdır. Bu hususta Psikoloji alanında yapılan pek çok araştırma özgüvenin insan davranışları ile ilişkisini bize göstermektedir. Öncelikle Benlik ve Benlik Saygısının tanımıyla konuya girmek istiyorum.

Benlik kendi kişilik özelliklerimize olan kanaatimiz, bir nevi olumlu/olumsuz yönlerimizi değerlendirme şeklimizdir. Benlik saygısı yani özgüven ise bireyin kendiyle, barışık olma durumudur. Bireyin özünden memnun olması, kendini sevip değer vermesi, benliğini ve çevresini kontrol ederek olumlu duygular geliştirebilmesidir.

Aslına bakıldığında pek çoğumuz özgüvenimizin yüksek olduğunu ifade ederiz. Ancak uygulamaya gelince durum içler acısıdır. Sizin de çevrenizde bu tiplerin azımsanmayacak kadar çok olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim. Bu tip bireyler kendimden memnunum, kendimi seviyorum der yalnız herhangi bir eyleme geçmez, olumsuz düşünce yapısına sahip, memnuniyetsiz bir hayat sürerler. Görürüz ki bu özgüven sadece sözde kalır. Çünkü birey o kişi olmak istiyordur ancak cesaret ve benlik saygısı yetersiz kalıyordur.

Fert, kendi istek ve kararları yönünde hareket ederek değer yargıları üzerinde denetim sağladığında olumlu duygular pekiştiriyor. Bu da ferdin benliğine olan güvenini arttırarak kendinden emin ve özgüveni yüksek olmasını sağlıyor.

Özgüven genlerle kişilere doğuştan gelen bir nitelik değil, çocukluktan itibaren zamanla gelişen merkezi bir husustur. Bu hususta yaşanılan hayal kırıklıkları, sosyal çevre, anne/baba yoksunluğu ve yetiştirilme şekli özgüveni etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.

Peki özgüveni yüksek ve düşük olan bireyler nasıl olur?

Sevgi, öz güven verir beden ve ruh sağlığı için önemlidir.

Yazının devamı...

Çalışma hayatında stres

ÇALIŞMA HAYATINDA STRES

Bilindiği üzere stres hayatımızın her alanında karşılaştığımız psikolojik bir durumdur. Kimi zaman bizim için iyi sonuçlar doğururken, kimi zaman da ne yazık ki kötü sonuçlanabiliyor. Çalışma hayatının bireye yüklediği bazı görev ve sorumluluklar çalışanda bir takım stres durumlarına neden olmaktadır. Toplumda çalışana verilen görevlerin yükünün artması çalışma isteğini de etkilemektedir.

Peki ama iyi ya da kötü çalışma hayatında karşılaşılan bu stres nedir? Gelin şöyle bir göz atalım:

Kelime anlamı olarak stres Latince kökenli olup ‘estrictia’ dan gelmektedir. Stres; olağandışı talepler, birtakım baskılar ve karşımıza çıkan fırsatlardan dolayı bireylerde oluşan gerilim durumudur.

Stresi bulunduğumuz yüzyılın modern hastalığı diye de nitelendirebiliriz. Kişi hangi alanda çalışırsa çalışsın stres kavramıyla dönem dönem karşı karşıya kalmaktadır. Ancak stresin seviyesi işin içerik ve yapısına göre artıp azalmaktadır. Uzun zaman strese maruz kalan birey de, bu strese bağımlı hale gelerek çeşitli psikolojik ve bedensel rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Kişi stresli olayların üstesinden gelebilecek seviyede olduğu sürece kendini aşırı gerilim ve olumsuzluklardan uzak tutabilir.

Stres basit bir endişe hali ya da zannedildiği gibi sadece sinirsel bir tansiyon değildir. Ancak tamamıyla sakınılacak veya zararlı bir durum olduğu da söylenemez.

Genellikle olumsuz olarak bilinen stres her zaman kötü ve istenilmeyen bir sonuç doğurmaz. Hatta belli oranlarda ki stres kişiyi başarıya götürmektedir.

İş hayatı günümüz insanının hayatında önemli bir yer tutar ve insanlar vakitlerinin büyük bir kısmını işle ilgili kafa yorarak veya çalışarak geçirirler. Çalışanların birinde görülen stres, çalışma arkadaşlarına ve toplumun güvenliğine de yansımaktadır. Her iş bir miktar zorluk ve karmaşıklığı içinde barındırırken, iş yükü ve sorumluluğuyla da can sıkar. İş yaşamında ki strese gerektiği kadar önem verilmediği durumlardaysa çalışanlarda iş tatminsizliği baş gösterir.

Stresin olmadığı bir iş ortamı ise monotonluğu beraberinde getirir. İş ortamının monotonlaşması da yüksek oranda sıkıntı ve gerginlik yaratabilir. Bu sebeple orta düzeyde stres yaşamak aslında tekdüze olan iş ortamını geriye atarak çalışanlar üzerinde olumlu etkiler yaratır. Birey kendine ne kadar zevk veren bir iş ortamında çalışıyorsa verimi de o kadar artmakta ve işinden hoşnut olmaktadır. Böylelikle stresten de daha az etkilenmektedir.

Çalışma ortamında birçok stres etmeni mevcuttur. Hepsinin başında ise “aşırı iş-çok iş” yükü gelmektedir. Belirli bir süre içinde çok fazla iş yapıp bitirme ve bunun kişiye yüklediği sorumluluk, beraberinde gerginlik ve strese sebep olmaktadır. Bir diğer etmen ise değişimle alakalıdır. Eğer birey kendine meydan okuyan ve heyecanlandıran işleri yapmaktan hoşlanıyorsa stresten çok daha az etkilenmektedir. Fakat değişimi kendileri için ürkütücü etmen olarak algılıyorlarsa stresten daha çok etkilenmeleri kaçınılmaz olmaktadır.

Bir diğer önemli stres etmeni ise iş değerlendirilmesidir. Çalışanlar aslında bir başkası tarafından değerlendirilmekten hoşlanmazlar çünkü bu değerlendirmenin yeterli ve objektif olabileceğine inanmazlar. Yanlı ve yetersiz değerlendirme ise strese sebep olmaktadır.

Çalışılan iş yükünün fazla olması çalışana ağır bir görev-sorumluluk yüklemektedir. Her iş ortamında çalışma saatleri içinde yapılan işlerin miktarıyla ilgili düzen ve kanaat getirilmelidir. Çalışanın yapacağı işin belirlenmesi esnasında onun motivasyonuna uygun olacak şekilde seçimler birlikte yapılmalıdır.

Çalışma hayatının verdiği zorluk ve sorumluluklarla beraber birey de artan stres durumlarına psikolojik destek sağlanarak, bir takım bilgilendirmeler uzmanlar tarafından yapılmalıdır. Stresin ne olduğu anlatılarak, çalışan da bu strese neden olan etmenler değerlendirilmelidir. Stresin belirtileri ve stresle karşılaşınca nasıl başa çıkacağı bireylere öğretilmelidir.

Strese maruz kaldıktan bir süre sonra çalışanlar maruz kaldıkları bu strese bağlı olarak çeşitli belirtiler göstermeye başlarlar. Bu belirtiler psikolojik belirtiler, fiziksel belirtiler ve davranışsal belirtilerdir.

Gergin ruh hali, geçimsizlik, sinirlilik, duygusallık, devamlı endişe hali, yetersizlik duygusu, gereksiz telaş ve hayal kırıklığı olarak belirtilebilir.

İnsan bedenine zararlı etkenler bireye fiziksel işlevlerinde bir takım belirtilerle geri döner. Bunları; yüksek tansiyon, boşaltım (sindirim) yollarında bozukluk, nefes alıp vermekte zorluk, unutkanlık, başta ağrı, halsizlik, mide bulantısı, kasılmalar ve alerji olarak belirtebiliriz.

Stres yaşanan durumlarda bireyin davranışları üzerinde açık,net ve direk etkiler görülmektedir. Bunları; uyku problemleri (aşırı uyuma ya da hiç uyuyamama), iştahta azalma veya yemek yemede artış, konuşmada güçlük, sigara ve alkol kullanımında artış olarak belirtebiliriz.

Yazının devamı...

Nefes alıyorsan denemekten korkma

NEFES ALIYORSAN DENEMEKTEN KORKMA

Dünyaya gözlerimizi açtığımız o ilk an ne kadar ömür biçilmiş bilmeden aslında başlıyoruz hayatla mücadele etmeye. Peki ne kadarını kendimiz olarak yaşayıp kendi hayallerimizin peşinden koşuyoruz? Şöyle bir arkanıza yaslanıp bu soruyla bir süre baş başa kalmanızı istiyorum. Evet sorun kendinize: Siz kimsiniz? İdealleriniz neler? Yaşadığınız bu hayattan ne kadar memnunsunuz?

Bugünün tekrarı yok, bırakın hayatı memnun etmeyi. Hayat sizi memnun etsin. Benliğinizi sevin ve ona değer verin. Bu hayat sizin ve onu en güzel şekilde yaşamak sizin elinizde. Elbette ki inişler/çıkışlar olacak, elbette üzüleceksin, bazen kaybedeceksin ama kaybettiğin zaman aldığın dersleri unutmayacaksın. Umutsuzluğa kapılma kimsenin hayatı düz bir zeminde ilerlemiyor, nefes alıyorsan hala bir şansın var demektir.

Hayatı basitçe yaşa, beklenti içinde olma, davet bekleme, sevgi isteme, karşılık gözetmeksizin bunları yap ama sen yaptın diye ondan da yapmasını bekleme. Kendi kendine yetebilmeyi öğren.

İyi bir insan olmaktan korkma! İyiliği iyilik bulmak için değil, güzel yüreğinin sadakası olarak gör ve bunun için yap. Unutma yalnızca bencil insanlar yaptığı iyiliğin karşılığını bekler. Bencil olma, paylaşımcı ol. Kim ne derse desin bunları karşılıksız yap. İyilik yaptım şimdi sıra sende deme. Ancak gerektiğinden fazla verici olma ve yeri geldiğinde hayır diyebileceğini kendine söyle.

Mükemmel olmaya çalışma. Sen hatalarınla ve yanlışlarınla varsın. Kimse seni anlamak zorunda değil ya da sen herkesi anlamak zorunda değilsin. Hatalar bize hayatı öğretir ve yıllar sonra tecrübe adını alırlar. Seni sen yapan hatalarını sev.

Hep haklı olacağım diye uğraşma. Yeri geldiğinde haksız da olabileceğini kabul et. Hem haklı hem mutlu olmak zordur. Bazen mutlu olabilmek için haklı çıkma sevdamızdan vazgeçmemiz gerekir.

Olmayanları oldurmaya çalışma. Bırak hayat akışında gitsin. Güzellikleri beklemeyi değil, hayatı kendi güzelliklerinle yaşamayı dene.

Yaşadığın hayatta huzur varsa nefes alıyorsun demektir. Ya da huzuru bulamadıysan hala nefes aldığını unutuyorsundur. Çevrenden huzur isteme, bunu sen inşa et. Çünkü huzur insanın kendi içindedir başkalarının bunu çıkarmasını bekleme, içindeki huzuru bul ve onu özgürlüğüne kavuştur.

Belirsiz olma, ne karar verirsen arkasında durmayı bil. Unutma sonucu kötü bile olsa pişmanlık duymamalısın çünkü sen fikirleri olan bir bireysin ve yaptığın bu seçim sana ait. Kararsız olmadığın için kendini kutla.

Bir insan ömrünün sonuna ‘hayallerini yaşayamamış’ olarak geldiğinde yeri dolmayan bir pişmanlık duyuyor. Bu pişmanlık ise; söylemediği sözleri, almadığı riskleri, kaçırdığı fırsatları ve yapamadıklarını içinde barındıran büyük bir boşluk oluşturuyor. Kaybedilen en kıymetli eşyanın, malın/mülkün ve daha bir çok dünya servetinin yeri dolabiliyor veya zamanla unutulabiliyorken bazı keşke ve pişmanlıklar akıldan çıkmadığı gibi insanın içini de günden güne kemiriyor. Sonrasında avuçta kalan cümle ise “bu böyle olmayabilirdi” oluyor. DENEMEKTEN KORKMA.

Sana bir sır vereyim! Hayat aslında kurduğun hayalleri gerçekleştirebileceğin kadar uzun. Yeter ki bir yerlerden başla.

Rotanız yüreğiniz olsun, sevgiyle kalın.

Yazının devamı...

Çocuklar arasında neden ayrım yapmamalıyız?

ÇOCUKLAR ARASINDA NEDEN AYRIM YAPMAMALIYIZ?

Yazıma başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki çocuk büyütmek, bu mesuliyeti almak beceri ve emek isteyen uzun, yorucu bir yol. Hani her yiğidin harcı değil desem sanırım yadırgamazsınız beni. Önemli olanın yalnızca çocuğu doğurmak değil, onu hakkıyla sağlıklı bir şekilde büyütmek de olduğuna inananlardanım. Öncellikle çocuğuyla ilgili, ayrım yapmaksızın koşulsuz seven değerli anne ve babalar sizleri kutluyorum…

Ebeveynlerin çocuklar üzerinde isteyerek veya farkına varmadan yaptıkları ayrım, onarılması güç sonuçlara sebebiyet vermektedir.

Çocuklara eşit sevgi ve ilgi verilmesi onların birbirleriyle kardeş ilişkilerini olumlu yönde etkilemektedir. Aksi takdirde çocuklar arasında; saldırganlık, öfke, kıskançlık, birbirlerinin eşyalarına zarar verme, içine kapanma, nefret duyguları ortaya çıkarak gelişmektedir. Bu durum patolojik bir seyir aldığında mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır.

Her çocuk farklı ilgi alanlarına, yeteneklere, mizaca, görünüşe, ve farklı kişilik yapılarına sahiptir. Kardeşler arasında kıyas ve baskı yaparak onların yaşam alanlarını bir nevi daraltmış olan anne ve babalar çoğu zaman bunun farkında olmasalar da gerçek şu ki; bir kardeşte takdir edilen yetenek ve davranışların diğer kardeşte de olması beklenilemez bir durumdur. Böyle bir durumda çocuk anlayışla karşılanmalı ve sırf istenildiği gibi başarılı değil, kardeşine göre daha kötü diye dışlanmamalıdır.

Çocuğunuzun ilk sosyal çevresi kardeşidir. Bu yüzden hayata karşı ilk izlenimlerini, ilk yaşantılarını, ilk hata ve ilk tecrübelerini kardeşiyle deneyimler, onunla gözlemler ve iyi ya da kötü bir bağ kurar. Burada ailenin tutumu çok önemlidir. Kardeşler arasındaki ilişkiyi pekiştiren, birbiriyle yarıştırmak yerine destek verici bir tutum sergilenmelidir.

Siz değerli anne ve babalar; unutmamalısınız ki çocuklar aileden ne görürse onu uygular. Bu gerçeğin farkında olmalı ve çocukları yetiştirirken ki tutumunuzun çocuklarınız tarafından ileride gelecek nesillere sizden gördükleri şekilde aktarılacağını bilmenizi isterim..

ÖNERİLER

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.