SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Fransa'nın Gastronomi Başkenti

Ulaşım ve Konaklama


Lyon’a THY’nin direkt seferiyle 6 Ekim sabah 8:15’te uçtum. Lyon havaalanından metroyla bir kez hat değiştirerek kalacağım “3.Arrondissement” teki Airbnb evime rahatça ulaştım. Eve kahvaltı için alışveriş yapıp, kahvaltıları evde hallettim.  “Casino supermarché” çok şubesi ve bol çeşidi olan iyi bir market seçeneği. Bu arada Vieux Lyon’da gezerken çok hoş bir otel keşfettim, içini de gezdim, alternatif olarak buraya not düşmek isterim: Collège Hôtel, 5 place Saint Paul.

 

Ne zaman gitmeli?

Benim gidişim Ekim ayındaydı.  Fransa’nın geneline göre daha sert bir iklime sahip olan Lyon’u ziyaret etmek için en ideal zaman Nisan-Ekim arası.  Bunun yanı sıra her sene Aralık ayında düzenlenen Lyon Işık Festivali’ni görmek isterseniz çok önceden planlama yapmak lazım çünkü bu dönem şehrin en kalabalık olduğu zamanlardan biri.

Gezilecek yerler

Hop on hop off” tur

Birçok ilk defa gittiğim şehirde yaptığım gibi Lyon’da da önce “Hop on hop off” sistemiyle şehri gezdim.  Bu sistem bana şehir hakkında genel bir fikir veriyor, şehrin planı kafamda oturuyor ve sonradan daha detaylı gezmek için gelmek istediklerimi belirlemiş oluyorum.  Lyon’da otobüs ve tramvay seçenekleri var; ben iki hattı da tamamladım. Özellikle tramvayla gezilen rota çok özgün ve keyifli.

                                                                

Ayrıca Place Bellecour’daki turist ofisine mutlaka uğramanızı öneririm. Çok iyi çalışıyor ve bilgi veriyorlar. Kartpostalda göreceğiniz üzere, Lyon 2019’da Avrupa “Smart Tourism” başkenti seçilmiş.  Bunun kolay ulaşım, iklim değişikliği mücadelesi, doğal yapıyı korumak ve zenginleştirmek gibi birçok kriteri var. Turizm ofisinde, Fransızların meşhur Lyonnaise (Lyonlular kendilerine Lyonnaise diyorlar) şefi Paul Bocuse’un heykeli ile fotoğrafımı da çektirdim.

 

Eski Lyon (Vieux Lyon)

  

Şehrin UNESCO dünya mirası korumasında bulunan tarihi kısmı, yürüyerek keyifle gezilebilecek dar sokaklardan, eski binalardan oluşuyor. Yürüyüşe ek olarak Vieux Lyon’dan Fourviere tepesine çıkan fünikülere binmek de keyifli oluyor.

Cathédrale de Lyon’un içi pek görkemli.  Katedralden çıkan rahipler objektifime takılıyor.

Notre Dame de Fourvière

  

Eski Lyon’da bulunan oldukça heybetli bu bazilika, tepede yer aldığı için muhteşem bir manzaraya sahip.

 

 

Bazilikanın yakınındaki “La Tour Métallique” ise şehrin silüetinin önemli bir parçası.  Küçük Eyfel kulesi diye de bahsedilen bu kule günümüzde televizyon kulesi olarak kullanılıyor ve ziyaretçilere kapalı.

 

La Croix-Rousse ve Duvar Resimleri

Ortaçağda Lyon’dan bağımsız bir yerleşim olarak gelişen La Croix-Rousse, 254 metre yüksekliktedir.  Lyon’da ipek ticaretinin gelişmesiyle  ipek üretimi bu bölgede konumlanmış.  Fransızca “Les canuts” adı verilen ipek işçilerinin evleri, dokuma çalışmasına uygunluk sağlaması için yüksek tavanlı ve geniş pencereli.

La Croix-Rousse’ta en hoşuma giden “La Fresque des Canuts” oldu.  Avrupa’nın en büyüğü olan bu duvar resminde, mahalle hayatı resmedilmiş. İlk yapıldığından beri üç kez baştan boyanan duvarda, mahalle sakinlerinin hayatlarındaki değişiklikler de yansıtılmış.  Mesela ilk yapıldığında evli olmayan aile, sonrakinde çocuklarıyla çizilmiş.

 

Traboules

Lyon’da en çok ilgimi çekenlerden biri, “traboule” adı verilen gizli geçitler oldu.  Vieux Lyon ve La Croix-Rousse’da yer alan bu küçük geçitler, ipek ticaretinin gözden uzak ve kolay ulaşımla yapılmasını sağlıyormuş.  Girişleri sıradan ev kapılarıyla aynı görünümde olduğundan, ok ve mavi aslan işaretlerini aramak ve yerellere sormak gerekiyor.

  

 

Musée des Beaux-Arts de Lyon

Paris’teki Louvre Müzesi’nden sonra Fransa’nın en büyük güzel sanatlar müzesinin harika bir binası ve bahçesi var.  Benim yaptığım gibi Salı günü gitmezseniz gezebilirsiniz.  Ben maalesef sadece bahçesini gezebildim ancak ona bile değdi.

 

Destination Beaujolais

Lyon’a gelmişken, yakındaki şarap rotasını yapmak keyifli oluyor. Daha önce yurtiçi ve yurtdışında yaptığım şarap rotalarına ve üreticilere kıyasla daha mütevazi buldum.

Bu bölgede iki üretici ziyaret ettim.  Biri Beaujolais Dupeuble, Château des Pertonnières.  İşin başında iki kardeş var, ikisiyle de tanıştım.  Ghislaine beni gezdirdi ve tüm işleyişi anlattı.

İkinci üretici ise artizan ve çok küçük: Charpin Vigneron.  Burada da Cédric yaptığı şaraplardan tattırdı.

 

Confluence

Lyon’un içinden akarak geçen La Rhône ve La Saône nehirlerinin birleşerek çevrelediği güney kısım: Confluence.  Nehirlerin birleştiği yerde olduğu için birlikte akma ve kesişme noktası anlamlarına gelen bu ismi almış. 

Eskiden endüstrinin merkezi olan bölge, fabrikaların kapatılması ve teşvikle günümüzde baştan keşfedilip popüler olmuş. Modern mimarinin örnekleri, eski fabrika ve liman binalarına yeniden hayat vermiş. Bu bölge benim için Lyonnais yaşam tarzını görmek açısından ilginçti.

Nehir kenarında yürümek keyifli.  Nehir boyunca insansız giden ve duraklarda duran ilginç ve sempatik araç “Navly” ye de bindim.  Bölgeyle aynı isme sahip, modern binasıyla dikkat çeken Musée des Confluences’i gezebilirsiniz. Ayrıca Confluence alışveriş merkezi de burada.  Ben içine girip şöyle bir dolaştım; üzerinin cam olması sayesinde gün ışığı alıyor, insanın kapalı alanda olmaktan içi kararmamış oluyor ancak dükkanları genelde her ülkede olan zincir mağazalar.  Mola verdiğimde yemek yediğim Vietnam “fast food” restoranı Woko, kalitesi ve tazeliğiyle beni çok mutlu etti.

Yeme & İçme


Le Bouchon Sully

“Bouchon” geleneksel Lyon restoranlarına verilen isim.  Dolayısıyla eski, geleneksel ve yerel Lyon yemeklerini servis eden restoranlarda bu kelime hep karşımıza çıkıyor.  Ben de gitmeden önce, çeşitli kaynaklardan iyi bir “Bouchon” için araştırma yaptım ve Le Bouchon Sully’de karar kılarak masamı rezerve ettim. Çok isabetli bir seçim yapmışım.  Yemekler, Lyon’da yediğimin en iyisiydi.  Bir Fransız garson tüm masalara servis yapıyor, sabırlı olmak gerek çünkü işini hiç aksatmadan hakkıyla yapıyor; başta biraz suratsız gibi görünse de dikkati ve seviyeli şakalarıyla beni etkiliyor.

L’etage

Chef bir arkadaşımın tavsiyesiyle keşfettiğim bu çok özel restorana da iyi ki gitmişim diyorum.  “L’etage” ın anlamı üst katta çünkü bu restoran birinci katta yer alıyor.  Lyon’un giriş katında olmayan tek restoranı burası kalmış.  Daracık merdivenlerden yukarı çıkıyorsunuz ve sadece sekiz masası olan bu karakteristik mekana ulaşıyorsunuz.  Mutfakta Chef Guillaume Mallet hünerini konuşturuken, babası ise derin bilgisiyle seçimime yardımcı oluyor ve tüm salonu parmağında çevirerek servisi yapıyor. Ayrıca restoranın pencereden tüm meydanı gören harika bir manzarası var.

 

 

Les Halles des Lyon Paul Bocuse

İsmini ünlü Lyonnais Chef Paul Bocuse’den alan şehrin gıda pazarı beni hayal kırıklığına uğrattı.  Önceki gezilerimde gittiğim ve çok beğendiğim Madrid’deki Mercado de San Miguel’e göre yıpranmış ve bakımsız kalmış, karanlık ve aynı çeşitlerin tekrarı olarak gördüm.   Yine de istiridye ile jumbo karides yedim ve peynir alarak çıktım.

La Table du Donjon

Destination Beaujolais şarap rotasını yaparken öğle yemeği için yerellere sorarak bulduğum bu restoran harika bir yer çıktı! Hem yemekler, hem ambiyansı ve hem de servisiyle çok etkileyici bir deneyim oldu.

 

 

Restaurant Le Tibouren

Bu restoranı da, asıl gitmek istediğim yerin kapalı olduğunu kapısına gelince öğrenmem üzerine keşfettim.  Yeme&içme aplikasyonları maalesef bazen mekanın kapalı olduğunu göstermeyebiliyor; üşenmeyip gitmeden önce aramakta fayda var. Her işte bir hayır var!  Toplam sadece altı masası olan samimi ve sıcak bir mekanda sade, lezzetli ve hesaplı bir tatlı bir yemek yeme şansına sahip oldum. Chef Alexander, iki başlangıç ve iki ana yemekten seçmeli menüsünü masaya gelerek keyifle anlatıyor.

 

Dolu dolu geçirdiğim dört günde Lyon’un altını üstüne getirdiğime inanıyorum.  Endüstriyel bir şehir olduğu için, Paris gibi estetik olması beklentim karşısında biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim.  “Fransa’nın gastronomi başkenti” dendiği için yeme&içme konusundaki bkelntim aşırı yüksekti; sakatat sevmiyorsanız zorlanacağınız bir mutfak.  Neyse ki ben “Herşeyi yer” cinsinden olduğum için keyif aldım.  Yeni bilgiler ve deneyimlerle mutlu bir gezgin olarak Lyon’dan ayırılıyorum.

Yazının devamı...

İsviçre'nin Sofistike Güzeli: Cenevre

İlk Isviçre gezimi Cenevre’ye yapıyorum. Bu gezimdeki asıl hedef Lyon olduğu için, Cenevre’ye bir gün ve bir gece düşüyor ki bu süre Cenevre’yi gezmek için yeterli. Dolayısıyla bu kombinasyonu tavsiye ederim çünkü trenle 1 saat 50 dakikalık bir yolculukla Lyon’dan Cenevre’ye kolaylıkla ulaşılabiliyor.

Pahalı bir şehir olan Cenevre için seyahat planlarken kalacak yer rezervasyonunu önceden yaparak veya şehrin biraz dışında kalarak daha hesaplı seçenekler bulmak mümkün.

Cenevre, İsviçre'de Cenevre Gölü kıyısında yer alıyor. İsviçre'nin Zürih şehrinden sonra en yüksek nüfuslu ikinci ve Fransızca konuşulan "Suisse Romande" İsviçre bölgesinin ise en büyük şehri. Resmi dil olarak Fransızca kullanılıyor; Fransızcanın yanı sıra Almanca ve İtalyanca konuşuluyor. Uluslararası kuruluşların merkez binalarının Cenevre’de olması, şehri dünya kültür şehri haline getirmiş.

Cenevre küçük ve derli toplu bir şehir. 2018 sayımına göre 495.249 kişi yaşıyor. Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’in de aralarında bulunduğu uluslararası kuruluşların merkezleri burada olduğundan, nüfusun çoğunu yabancılar oluşturuyor.

Şehrin merkezini yürüyerek gezmek mümkün. Dolaşırken başınız yukarıda olsun ki büyüleyen tarihi binaları kaçırmayın. Lüks alışverişseverler için vazgeçilmez şehirlerden biri olan Cenevre’de her yer lüks markaların mağazaları, saat dükkanları ve bankalarla dolu. Almak için bana hitap etmese de çok şık şekilde düzenlenmiş vitrinlere bakarak gezmek pek keyifli.

Cenevre’de dolaşırken en çok görecekleriniz ise İsviçre’nin en meşhur ürünleri olan saat, çikolata, peynir ve çakı.

Gölün suyunu 140 metre havaya püskürten meşhur su fıskiyesi “The Jet d’Eau" çok meşhur. Şehrin heryerinden görülebilen fıskiye hoş manzaralar yaratıyor.

Şehrin tertemiz havasını soluyarak sokaklarda yürümek ve arada mola verip birşeyler içmek çok keyifli. Lüks yaşamın hayat tarzı olduğu şehirde herkesin ilgi odağı olan son model arabalara rastlamak mümkün.

Bu sofistike şehirde yeme içme kültürü de çok gelişmiş. Fotoğraftaki gurme dükkanın vitrininde çeşit çeşit kuşları satışa hazırlayan çalışan dikkatimi çekerek objektifime yakalandı.

Cenevre’deki tek akşamımda, hem Lyon’da Fransız yemeklerine doymuş olduğumdan hem de Hint yemeklerine çok düşkün olduğumdan, tavsiye edilen Hint lokantası Rasoi’de yedim.Mandarin Oriental otelin içinde yer alan Rasoi, geleneksel Hint mutfağını Michelin yıldızlı Şef Vineet Bhatia’nın yorumuyla sunuyor.

Rasoi, Hindu dilinde mutfak demekmiş. Restoranın felsefesi, menüdeki küçük tabaklardan ortaya paylaşmalık sipariş verip, kararsızlık yaşamaktan kurtulmak. Bu felsefe bana çok uyuyor ve ortaya söyleyip paylaşarak merak ettilklerimin tadına bakabiliyorum.

Porsiyonların küçük olması, çeşitli yememize rağmen mide fesadı geçirmemize engel oluyor. Yemekler özgün ve lezzetli, servis profesyonel ve ilgili. Burayı seçmekten memnun olarak ayrılıyorum.

Cenevre temiz havası, şıklığı, farklı fikirlere ve bilime tanıdığı gelişme özgürlüğü ve güzelliğiyle beni beklentimin üzerinde etkiliyor. İsviçre’de veya yakındayken görülmesi gereken bir şehir.

Yazının devamı...

Çizmenin Topuğu: Puglia

Bir kez daha pek popüler olmayan, çok kendine özgü bir yere seyahat etme şansını yakaladım: İtalya’da çizmenin topuğunda yer alan Puglia bölgesi.




Ulaşım
Türk Hava Yolları’nın direkt uçuşuyla Napoli’ye varıyoruz. Buradan bölgeyi gezeceğimiz aracımıza binip hemen yola çıkıyoruz.




Ne zaman gitmeli?
Türkiye ile yaklaşık aynı paralelde bulunan bölgenin iklimi de bize benziyor. Deniz kıyısı ile iç kısımlar arasında yine benzer farklılık var. Ben 26-30 Mart 2019’da gittim. Şansımıza hava genelde bulutlu veya güneşli ve 20 derecelerde seyretti; arada yağmur yedik. İlkbahar ve sonbahar, gitmek için ideal zamanlar.




1. gün
Yaklaşık 2.5 saatlik yolculuk sonrası, gezideki ilk durağımız olan Tormaresca bağlarına varıyoruz. Bizi karşılayan ve gezdiren MaryTeresa, daha sonraki tüm duraklarımızda karşılaşacağımız bölge insanının tatlılığı ve sıcaklığının temsilcisi.

Tarihi 1940’lara uzanan bu üreticinin şaraphanesini MaryTeresa ve rehberimiz Murat Yankı’nın harika anlatımlarıyla geziyoruz. Meşhur şarap yapımcısı Antinori ailesinin 26. kuşağı yönetimdeymiş! Aile, Toscana’dan sonra Puglia’da yatırım yapmaya karar vermiş ve 20 yıldır bölgede kaliteli şarap üretimi için çalışıyorlarmış.




Geziden sonra bizim için hazırlanmış yerel lezzetler eşliğinde şarap tadımına geçiyoruz. Calafuria 2018, %100 negromare ve enfes yöresel atıştırmalıklarla başlayan tadımımız, masaya geçerek devam ediyor.

İkinci şarabımız, Pietrabianca 2017, %90 Chardonnay %10 Fiano: Puglia’nın beni en çok etkileyen yönlerinden biri, bölgede en iyi yetişen ürünleri tespit etmiş olmaları, bu ürünlere gururla ve kararlılıkla sahip çıkmaları ve üründen en iyisini almak için keyifle çalışmaları. Durum üzüm ve şarapçılıkta da böyle; Puglia’da iyi sonuç veren üzümleri var ve şaraplarında ağırlıklı olarak bu üzümleri kullanıyorlar. O kadar yerellik var ki, Tormaresca’nın Puglia bölgesinde bulunan iki bağında bile aynı üzüm yetiştirilmiyor çünkü MaryTeresa’nın haritada gösterdiği gibi, biri deniz kıyısında diğeri ise iç kısımda.




Tadımla birlikte gelen yöresel yemekler enfes.

Kırmızıya geçiyoruz ve benim favorim olan Nero di Troia’yı (Nero, İtalyanca siyah demek; yani Truva Karası üzümümüz) tadıyoruz:




Eşlikçimiz lokum kıvamında pişirilmiş et yemeği. İkinci kırmızımız ise Bocca di Lupo (Serbest çeviriyle “Kurdun ağzı”) 2015 %100 aglianico:




Bölgenin spesiyal tatlısı “Pasticciotto” ile tanışıyoruz ve yanında Kaloro 2016, %100 Moscato tadıyoruz: 
Edindiğimiz yeni bilgiler ve damağımızda şölen havasında geçen tadımmıızdan enfes izlerle, bu harika şaraphaneye ve MaryTeresa’ya veda ederek ayrılıyoruz.

Borgo Egnazia


Akşama doğru otelimize varıyoruz. Otel diyorum ama otel demeye bin şahit ister! Kaldığımız yer resmen tarihi bir köy (Borgo, İtalyanca köy demek)


Bu güzelim tarihi köy restore edilerek enfes bir otele dönüştürülmüş. Bu sayede çok iyi korunmuş. Muhteşem bir yapı, büyülü bir atmosfer, detaya gösterilen özen ve müthiş bir ekip.




Akşam bu büyülü atmosferde dinlenip ertesi güne hazırlanıyoruz.

Sabah kahvaltısı şimdiye dek hayatımda yaptığım en güzel otel kahvaltılardan biriydi. Resim gibi hazırlanmış, en kalitelisinden yerel lezzetlerden favorim ise Ricotta peyniri oldu.


2.gün


Kahvaltının ardından “beyaz şehir” Ostuni’ye gidiyoruz. Beyaz badanalı evlerin arasından, arnavut kaldırımlı dar sokaklarından geçerek bu güzel şehri geziyoruz.




Şehrin dik yerlerine çıkmak için resimdeki bu küçük tatlı araçlara binebiliyorsunuz.

Meydandaki pastaneden, tadı damağımızda kalmış olan “Pasticciotto” alıp paylaşıyoruz.




Zeytinyağı üretimi
Sıradaki durağımız küçük bir zeytinyağı üreticisi.
Zeytinlerin ilk geldiklerinde tartıldıkları büyük teraziden, zeytinyağına dönüşene kadarki serüveni öğreniyoruz.




Daha sonra benzerlerini göreceğimiz tipik bir tarihi “Trullo” nun içinde zeytinyağı tadımımızı yapıyoruz.

Alberobello



Bir sonraki durağımız, “Trulli” isimli, konik taş damlı yapılara ev sahipliği yapan ve UNESCO Dünya Mirası koruması altında olan 15. yüzyıl kasabası Anlatına göre, bu evler zamanında pek fakir olan halkın, devlet yaptıkları evden vergi istediğinde ödeyecek durumları olmadığından, evi yıkıp vergi tehdidi geçince kolayca baştan yapabilme özelliğinden dolayı tercih edilip yaygın hale gelmiş.




Öğlen yemeğimiz için. tam da benim sevdiğim gibi, kendine has bir yer seçiyoruz. Trattoria Terra Madre (“Terra madre” İtalyanca toprak ana demek) bölgenin felsefesiyle uyumlu olarak. buranın toprağı neye uygunsa onları arkamda gördüğünüz kendi bahçesinde yetiştiriyor ve ürün neyse ona göre günlük menü çıkarıyor. Ben “günlük bahçeden” menüsünü seçiyorum ve toprak ne verdiyse keyifle yiyorum:




Polignano a Mare
Sıradaki durağımız falezler üzerine kurulu bir deniz güzeli. Bu büyülü sahil kasabasının sokaklarını, meydanlarını ve limanını geziyoruz.



Gün ışığında başka güzel olan kasaba, havanın kararmasıyla ışıklar içinde başka bir güzelliğe bürünüyor. Yağmaya başlayan yağmura yüz vermeyip sokaklarda dolaşmaya devam ediyoruz.

Ristorante da Tuccino



Akşam yemeği için, kasabanın yerel sosyetesi tarafından tercih edildiği söylenen şık bir lokantasını tercih ediyoruz.

Taze ve kaliteli deniz mahsullerinden oluşan menüsüyle çok lezzetli bir akşam yemeği yiyoruz. Servis de gayet profesyonel ve ilgili.




Tatlının sunumu çok hoş ve pek lezzetli

Oldukça uzun bir günün sonunda, güzel otel köyümüze gidiyor ve keyifle rahatlayıp dinleniyoruz.

3.gün
Kahvaltının ardından otelden ayrılıp Puglia şaraplarını bir kez daha yerinde tatmak üzere, Salento’da bulunan Masseria Altemura’ya geliyoruz. “Masseria” İtalyanca çiftlik demek.

Çiftliğin içinde muhteşem bir tarihi bina, kendi kilisesi, üzüm bağları ve şarap üretim yeri var.




Bizim için hazırlanmış muhteşem masaya oturup, yerel lezzetler eşliğinde şarap tadımımızı yapıyoruz.




“Taralli” ile ilk tanışmam da burada oluyor. Yörenin meşhur unu ve zeytinyağı ile yapılan bu basit ama pek lezzetli kıtır bebeklerle daha sonra yemeklerde ekmek sepetlerinin içinde tekrar karşılaşınca çok mutlu oldum:



Otranto
Şarap tadımından sonra Otranto’yu keşfetmek üzere yola çıkıyoruz. Yat limanı, dar tarihi sokakları, kalesi ve eski şehri çevreleyen surları ile bu güzel şehir de kalbimizde yerini alıyor.

Lecce
“Güneyin Floransa’sı” olarak bilinen Lecce’de; Santa Croce katedralini, “Duomo” yu ve meydanı geziyoruz.




4. gün

Masseria Lamapecora
Kahvaltının ardından Fasano’da bulunan bir “Masseria” yani çiftliğe doğru yola çıkıyoruz. Bu seferki bir peynir üreticisi; kendi hayvanlarının sütünden yerel peynirler yapıyor. Bölgenin meşhur peynirlerinin yapımını baştan sona izleme şansına sahip oluyoruz.

İşini gayet becerikli bir şekilde ve severek yapan Omer, bize sırasıyla Mozzarella, Bocconcini ve Burrata yapımını gösteriyor.




Bu kadar seyredip ağzımızın suyu aktıktan sonra, bahçede bizim için hazırlanmış şahane masada leziz peynirlerin tadına bakıyoruz.

Bozulmadan taşıyabileceğim kadar peynir alarak ve aklım alamadıklarımda kalarak ayrılıyorum bu güzel çiftlikten. Bu arada aşağıda fotoğrafı olan, bölgenin diğer özel peyniri “Cacciocavallo” ise üretilen peynirin bu şekilde sarılıp, asılarak bekletilmesiyle yapılıyormuş. Daha eskiden, ata binildiği dönemde, peynir bu şekilde atın eğerine asılır, gezdikçe doğal şekilde olgunlaşırmış; bu yüzden de ismi “Cacciocavallo” kalmış (Cavallo, İtalyanca at demek).

Matera
Peynir üretimi ve tadımından sonra, UNESCO Dünya Mirası koruması altındaki Matera’yı gezmek için Puglia’nın komşu bölgesi olan Basilicata’ya geçiş yapıyoruz.

Matera, kendine has doğal oluşumlarının benzerliği nedeniyle Ürgüp ile kardeş şehir ilan edilmiş. Tarihte Ürgüp yerleşimiyle aynı zamanlarda yapıldığı bilinen Matera, kayaların içine oyulmuş evleriyle Kapadokya ile neredeyse aynı mimariye sahip.




Birçok filme ev sahipliği yapmış bu kasabanın tarihi merkezi Sassi’de dolaşıyoruz.

Mağara kilise “Chiesa Santa Lucia alle malve” yi geziyoruz.

Zamanında kullanıldığı şekilde düzenlenmiş olan örnek bir eve girerek içini geziyoruz.

Tek göz bir evde tam 11 kişi yaşamışlar! İsim listesi duvara asılmış:

Tuvalet konusunu ise rehberimizin elinde tuttuğu kap ile çözüyorlarmış:

Rehberimiz neşeli, tatlı ve işini çok severek yapan bir insan. Puglia’nın genelinde karşılaştığım tüm insanlarda; işini severek ve elinden gelen en iyi şekilde yapma, neşe ve hayattan keyif alma ortak özelliklerini gözlemledim. Yaşadıkları yeri seviyorlar, sahip çıkıyorlar, keyifle çalışıyorlar ve dinlenmeyi, iyi yemek yemeği ve eğlenmeyi de çok iyi biliyorlar. Ötneğin her gün 2-3 saat her yer kapanıyor, hayat duruyor, insanlar evlerine gidiyorlar, doğru dürüst yemek yiyorlar ve iyice dinlenip günün kalanına enerjiyle devam ediyorlar. Ağırlık yok ama acele de yok. “Slow food” benimsenmiş. Bölge toprağında yetişeni değiştirmeye çalışmadan, ürüne ihtiyacı olanı özenle vererek tarım yapıyorlar.

5. gün
Sabah kahvaltıdan sonra güzel otelimize tekrar gelebilmek dileğiyle veda edip, Bari’ye doğru hareket ediyoruz. Bari’de güneşli hava ve güzel liman bizi karşılıyor.

Aziz Nicholas’ın (Bizdeki adıyla Noel Baba) kemiklerinin üzerine inşa edilen Aziz Nicholas Katedrali’ni geziyoruz.




Daha sonra Bari sokaklarına halkın arasına dalıp, bu eski ve güzel şehrin havasını soluyoruz.

Puglia’nın yöresel lezzeti “Orecchiette” (Orecchio, İtalyanca kulak demek; küçük parçaları kulak şekline benzediğinden makarna bu ismi almış) makarnayı evlerinin önünde elleriyle yapan yaşlı İtalyan hanımları görüyoruz.




Güneşten ama daha çok Puglia insanının sıcaklığından içim ısınmış bir şekilde, yaşadıkları toprağa duydukları saygı, yaptıkları işe gösterdikleri özen ve hayattan keyif almayı bilmelerinin bende uyandırdığı hayranlıkla, ilk fırsatta tekrar gelebilmeyi dileyerek Puglia’dan ayrılıyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.