SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Anne Olmak

Kadınlar için önce yıllar geçmek bilmezler sonra da hızlıca uçup gidiverirler. Bir kadın için yıllarla baş etmenin ne kadar zor olduğunu bilirim. Hayatı kaçırmamak, zamanı yakalamak için verdiği savaşı bilirim. Hele çocukları varsa onlara tecrübelendikçe, olgunlaştıkça öğrendiklerini onlara aktarmaya zamanı olsun ister. Yanlışlarını düzeltmek, telafi etmek için adeta zamana savaş açar. Çünkü anne bilir ki “doğru bilgi hayatımızı değiştirir” yanlış bilgi de… Yine anne bilir ki “inanmak” onu yaşamaktır.

Annelik bilinmeyene açılan ve her gün yeniden doğan bir kapı, sürprizli günlerle dolu dolu geçen yıllar, Tanrı’yla yaptığın gizli bir kontrattır.

Anne olmak kadına iyi gelir. Birine kendini ait hissetmek, unuttuklarını hatırlamak, çocukluğunu, gençliğini yeniden yaşamak, yaşam enerjisi verir.

Anneler çocuklarının doğuştan getirdikleri işaretleri görürler ve kendimizi bulma yolculuğumuzda baş kahraman olurlar. Kendimizi ve yaşamı doğru tanımamızda pusula olurlar. Hayat bizi üşüttüğünde kalpleri ile yol gösterirler. Annemiz yanımızdaysa, bunu hissetirmişse kaygılarımızı bir rüzgar alır götürür. Yerine yağmurla gelen huzur oturur.Başkaları için bir şey yapan kendisi için de yapabilir. Bazen annelerin bunu kaçırdığını düşünüyorum.Bunu kaçıran kadın yanlışa düşer. Kendini herşeyin üstesinden gelebilecek güçte olduklarını düşünür, herşeyi düşünüp hesap edebileceğini. Bazen de gücünün farkında olmaz. Hayatını tek birşeye adar. Oysa kendinin farkında olmamak hayatı ziyan etmeyi getirir. Hayatta tek bir şeyle yaşamak tek birşeyle yıkılmayı doğurur.

Tüm kadınlara gücünün ve güçsüzlüğünün farkında olmalarını ve hayatlarında kendilerini yasladıkları başka başka renkler olan bir hayat kurmalarını diliyorum.

Fedakarlığı, sabrı, emeği ile bizim için yapamayacağı bir şey olmayan bunu cesurca ortaya koyan annelerimiz. Sevgilerini en içten, en zarif halleriyle sıcacık hissetmemize sebep olan, içimize ılık ılık şefkat ve güven aşılayan annelerimiz. Onları hep içimizden taktir ettik; ellerini, gözlerini öptük. Yokluklarında çektik kokularını içimize. Bugünden sonra dışımızdan öpmek, taktir etmek ve bunu hissettirmek dileğiyle.

Kalbimizle yaptığımız kontratı tazelemek, yenilemek ve sevgiyle yoğurmak umuduyla.

Yazının devamı...

Ülkemde Otizm ile Yaşamak

Otizm benim ülkemde yalnızca kendi çığlığının yüzene çarptığı dipsiz bir kuyudur.

Düştün mü o kuyuya, sardı mı otizm her bir yanını
Gidecek yerin, çalacak kapın yoktur.
Açılan eller ya acımadır,
Ya yetersizdir,
Ya iyi niyetli çaresiz ellerdir.
Çok azdır ruhunun şifa, çocuğunun eğitim kapısı.

Eğer hayat biraz göz kırpmışsa sana, yanında mücadele eden iyilerle karşılaşırsın.
Ve artık otizmi duyduğun ilk günlerin şaşkınlığını atarsın aklından, gönlünden, bedeninden…
İyilerin kazanacağına, kötülerin kaybedeceğine inanırsın. Çünkü dünya senin için adaletli bir yerdir. Bir umuda ihtiyacın vardır ve adalet senin umudundur. Sen akılla ve vicdanla yürürsen, kötüye karşı durursan, kimseler engel olamaz sana. Evladını ve evladın gibilerini kurtarabilirsin. Onlara bu dünyada, bu ülkede, bu şehirde yer açabilirsin diye düşünürsün.

Artık sen kahramansındır. Örümcek adam, batman, he-men, she-ra, Cüneyt Arkın…

Otizme, ön yargılara, engellere, kötülüklere karşı savaşan bir savaşçı. Evladına devletsindir, okulsundur, eğitimcisindir, arkadaşsındır, kardeşsindir…

Yeni güzel şeyler olacağına, farkındalık yaratacağına inanır, belki de farklılık yaratmayı umarsın. Çocuğun iyi olacak, iyiler çoğalacak, otizme bakış açısı farklılaşacak, devlet el uzatacak, eğitim kurumları, uzmanlar yanınızda olacak diye düşünürsün.

Evladınızın o çakmak çakmak parlayan gözleri; bilgiye ve öğrenmeye aç, otizme karşı durmaya çalışan davranışları sizi ümitlendirir. Güzel günlerin geleceğine ve hep birlikte o günleri göreceğine inanırsın.

Yapılan her iş iyilikle yapılırsa anlamlıdır. İyilikle yapacaksındır, iyilik ise en zorudur. Ama ne kolaydır ki hayatta diye düşünürsün.
İyilik emek ister, mutluluğa götürür, çoğalır dersin… Ant içersin mutlu olacağına. Bu dipsiz kuyuda karanlığın içine gömülmeyeceğine!
Yıkarsın tabuları. Evladının gelecekte kendi duygusal gelişimini tamamlamış, kendine yeten mutlu bir yetişkin olacağını düşünürsün.

Her şeyi başarabilirdin artık, kahramandın sen sonuçta. Fakat kahraman olmak zordur benim ülkemde. Mesela Cüneyt Arkın. Ben en çok onun kahramanlığını severim. Çok zordur işi; teknolojisi yok, parası yok, yardımcısı yok, tek tabancaJsafi iyidir o. Bir kız için dünyayı kurtarmak ister, bir garibanın mutluluğu için dünyayı değiştirmeye kalkar. Biz farklı çocukları olan aileleri kahramanlardan en çok Cüneyt Arkın’ a benzetirim. Sınırlı ve yetersiz destekle, otizmin bilinmez yarınların karanlığındayız. Ülkemde çocuğunun kalacak yeri, çalışacak işi, okuyacak okulu yokken tek başına var gücünle mücadele edersin. Yoktan var etmeye çalışırsın.

Yıllar geçer, yollar geçer…
Senin ve çocuğunun enerjisi, çabası ve senin kahramanlığının bazı şeyleri tek başına, değiştirmeye yetmediğini canın yanarak anlarsın.
Kapılar birer birer yüzüne kapandığında sığınacağınız güvenli bir liman yoktur.

Ve sardı mı çaresizlik bir kere geride kalan yalnızca acıdır.
Biliyor musunuz? Acıdın tadı yoktur. Çaresizliğin de rengi.
Renksiz ve tatsız yaşamak zordur.

Otizm ile bir gün en dibi, cehennemi görürsün, bir gün en tepeyi, cenneti görürsün.
Cennetle cehennem arasında bilinmezlikte kaybolursun. Çünkü otizm ülkemde belirsizliktir.

Bir gün belki hayatta başka hiçbir ana-babanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşarsın. Öyle sizin bildiğiniz büyük mutluluklardan olmaz bu. Yedi yaşında anne dedi diye veya anne demeden bir şarkı mırıldandı diye olabilir. Mutluluğun nedeni bir küçük umuttur aslında.

Bir gün belki hayatta hiçbir ana-babanın yaşayamayacağı kadar mutsuz olursun. Bu da sizin bildiğiniz mutsuzluklardan değildir. Evladın öfke krizi yaşarken, farkında bile olmadan sana vurması ve bu eylemin kötü bir şey olduğunu anlayamaması ya da sen ona sarıldığında karşılık olarak sana sürtünmesi sizi derin bir mutsuzluğa sürükleyebilir. Mutsuzluğunun nedeni umutsuzluktur aslında.

Hiçbir kurum, hiç kimse otizmli çocuğunu bir yere koyamaz. Ve senin enerjin, bilgin, çaban ne olursa olsun güçlüdür ülkemde önyargılar.
Otizm için her yer ya çok dardır, ya da çok geniş…

Aslında sen de her geçen gün otizme benzersin. Gülmelerin ağlamalarına karışır. Sadece sen bilirsin gülüyor musun yoksa ağlıyor musun? Tıpkı çocuğunun gülme ve ağlama krizlerini gerçek gülmesinden ve ağlamasından ayırabildiğin gibi.

Yazının devamı...

Yeni Yıldan Dileklerimiz Nasıl Gerçek Olur

Her yeni yıl geldiğinde hepimiz birbirimize birçok güzel dileklerde bulunuruz.

Bu sene yeni yıla girerken bu dilekler üzerine düşündüm. Kalıplaşmış, söylemiş olmak için söylediğimiz, dilemek için dilediğimiz dilekleri dilemek içimden gelmedi.

İçini boşalttığımız, çürüttüğümüz, düşünmeden harcadığımız, yok ettiğimiz birçok şey gibi güzelim sözcükleri de pervasız harcamış, içini çürütmüşüz.

Mutlu, umutlu, sağlıklı, başarılı yıllar dilemişiz birbirimize… Düşünmeden, hissetmeden, inanmadan tıpkı birbirimizin sevgisine inanmadığımız ama birçok kere birçok kişiye sevgi sözcüğünü kullandığımız gibi.

Hep istiyoruz…

Sevilmek istiyoruz mesela. Birileri bizi sevsin istiyoruz her daim. Buna karşılık sevmeyi aklımızdan geçirmiyoruz. Oysa sevilmek “sevebilmekle” başlar bilmiyoruz.

Hep bekliyoruz…

“Umut” ne güzel bir kelimedir. Birileri hep umudumuz olsun istiyoruz ama biz “birilerinin” umudu olmaktan imtina ediyoruz.

Umutla işlenmiş bakışlar istiyoruz, okşayan dokunuşlar… ama gözlerimiz konuşmuyor sevgiyle; seninleyim, buradayım, yanındayım demiyor gözlerimiz. Gözlerle gelen o kadifemsi duygu tüm bedeni sarar harman olur duygular. Beklediğimizin gelmesi “eylemle” başlar bilmiyoruz.

Dokunmuyoruz sevdiğimize sıcacık. Sevgiye dokunmuyoruz; hissedilen ipek bir dokunuş ruhun buzlarını eritir, düşünmüyoruz.

Yalnız kalmak istemiyoruz ama kimsenin yalnızlığına ses olmuyoruz. Oysa bir başkasının yalnızlığını paylaşmak, yalnızlığımızı yalnız bırakmak olduğunu bilmiyoruz.

Hep yaralarımız sarılsın istiyoruz. Geçmişten gelen, kanayan, kabuk bağlayan yaralarımız iyileşsin, izi geçsin istiyoruz. Birinin yarasına merhem olmanın da “mutluluğu” getirebileceğini yaralarımızı sarabileceğini bilmiyoruz. Bunun sevmekle ilgili olduğunu, geçmişimizle yüzleşmek olduğunu, anılarımızı anlarımızı geri çağırmak onlarla konuşmak, aramızdaki perdeleri kaldırmak ve geçmişle sarılıp koklaşmak, dost olmaktan geçtiğini bilmiyoruz.

Mucizeler istiyoruz. Yalnız bizim için gelecek mucizeler… Kimsenin mucizesi olmak istemiyoruz. Işıldayan bir kalp yapamıyoruz ki, ışıldayan bir kalbimiz olsun.

Samimiyet bekliyoruz, olduğu gibi istiyoruz sevdiğimizi kendi gibi geldiğinde olduğu gibi kabul etmiyoruz. Her zaman amalarımız var. Tüm beklentilerimiz kendimiz için, diğerlerinin beklentilerine gelince “amaların” arkasına saklanıyoruz.

Ne var çıksak amaların arkasından, korkuyor muyuz duygularımızın açığa çıkacağından?

İncinmekten korkarak kilitleyip anahtarını uzaklara attığımız sevgimizin, cesaretimizin kapılarını tekrar açsak. Bırakalım çaresizliğimizi, korkularımızı görsünler. Sahi bu kadar mı kötü zaaflarımızın görülmesi? kimse incitemiyor mu duygularımızı, benliğimizi, inançlarımızı?

Hemen şimdi bu yıl başında tüm kalkanlarımızı bıraksak, bizi koruduğunu düşündüğümüz ne kadar silahımız varsa atsak uzaklara bir daha almasak yanımıza. Saklamasak kendimizi, tam da istediğimiz gibi kendimiz gibi, olduğumuz gibi çırılçıplak kalsak, öylece göz göze gelsek bitecek belki. Umduklarımız, beklentilerimiz gerçekleşecek belki.

Samimi, güvenliksiz, biz gibi özgürlüğe uçsak. Ve böylece umutlarımız bize koşsa… kucaklasak onu sevgiyle ve yeniden açsak kendimizi, risk alsak, yanılsak, yenilsek, başarısız olsak. Tekrar kalksak ve tekrar tekrar denesek sevmeyi tıpkı çocukluğumuzdaki gibi.

Vaktimiz az paylaşmak, sevmek, kucaklaşmak için…

Şartlarımız ağır evet, bulunduğumuz ortam kara kış, geçit vermiyor sis ama olsun varsın. Yüreğimizi daha fazla küstürmeyelim.

Bu yeni yılda özlemlerimizi çağıralım…

Kendimize karşı ördüğümüz duvarları yıkmakla başlayalım işe. Önce kendimizi sevelim, sevmek demek yaşamak demek çünkü. Yaşamak ise; var olmak demek, anlam demek, mutluluk demek. Yıkalım duvarlarımızı birbirimize karşı.

Ve sonra… sebep olalım sevdiğimizin gözlerinin yıldızlara benzemesine, seyredelim etrafa ışık saçmasını.

Yeni yıldan hepimiz için sevebilmeyi diliyorum ve her şeye sevgiyle sahip çıkabilmeyi.

Yazının devamı...
Yazının devamı...

"Şimdi Tanrıya Şükretmeliyiz"

Kafka'nın 'Dönüşüm' kitabının en etkileyici yerlerinden biri. Gregor böcek olarak öldüğünde annesinin ilk söylediği söz. Romandaki tüm yaşananlar imgeleme ve metafor şekilde anlatılmış. Ben ne zaman bu kitabı elime alsam gerçekmiş hissiyle okurum.

Geçenlerde bir ressam hanımefendinin evine misafir oldum. Odasının duvarında kitapla ilgili bir resmi vardı. Odaya ilk girdiğimde dikkatimi çekti. Resmedilen şekilde hiç düşünmemiştim daha önce. Resimde Gregor'un kafasında birçok karışık ve böcekli düşünce var gibiydi. Oysa ben Gregor'un düşünmediğimden, sorgulamadığından, sisteme ayak uydurduğundan ve aynılaşmadan böceğe dönüştüğünü düşünürüm. Oradan ayrılıp eve döndüğümde kitabı bir daha okudum, bu sefer farklı bir gözle. Okuyuşumda; kendime/hepimize ve içinde yaşamak zorunda kaldığımız bu saçma düzene karşı, ruhumda tarifsiz bir acı, çaresizlik hissi ve bu hislerin yarattığı bir öfke oluştu.

İçinde yaşadığımız sistemin (modernleşme-kapitalizm) insanları böcek gibi hissettirdiği, değersizlik duygusunu yaşattığını düşünüyorum. Sistemin ihtiyaçlarını karşıladığımız ölçüde işe yararım, hatta sevilirim çünkü sevilmem bile ‘varlığım’dan değil ‘yararım’dan geliyor diye düşünüyoruz. Gitgide kendimize yabancılaşıyoruz. Sistemin dışına çıkmak da kar etmiyor gibi çünkü benzerliklerimiz ne kadar azsa bir o kadar görünmez oluyoruz. "Kabul görmek için benzeşmek durumundayız" İç içe geçmiş aynılıklarımızla yaşamda yer edinebiliriz sadece! Farklılıklara tahammülümüz yok. Sistemin dışına çıkan, insan olduğunu hatırlayanlara yer yok gibi. Çünkü hepsinden önemlisi itaatkar olmamız bekleniyor. Düzenin dışına çıkmak, düzeni bozmak sayılıyor. Bizim atasözlerimizden beni çok etkileyen "sürüden ayrılanı kurt kapar" tam da sistemi anlatıyor. Oysa “biz bir insanız”

Yazının devamı...

Seçimlerimiz Kime Ait?

Varlığımız soluk almaya başladığı anda biyolojik saat işlemeye başlar. Hikayemiz ise doğduğumuz anda başlar. Gün geçtikçe biraz daha farklılaşır, şekilleniriz.
Bazı şeyler biz olmamızda önemli yer kaplar. Bazı şeyler ise bizim biz olmamıza izin vermez.
Başkalaştırır kendimize bizi, yabancılaşırız kendimize.
Zaman zaman karışır kafamız.. Bizi biz yapanları sevmekte zorlanırız. Bu bazen kendimiz, bazen tanrı, bazen aile olur ve öfkeleniriz. Bastırırız anları, anıları ve bunlarla bize gelen tüm duyguları; tekrar başlamak için, yaşamak için, belki de en önemlisi kendimizi kurtarmak için. Yok sayarız bizi biz yapan şeyleri.
Felsefe ve psikolojinin de araştırma alanları olan bu konularda hep sorguladığımız ve sorduğunuz, özgür irademizle mi biz biz oluyoruz? Yoksa herşey kendi irademiz dışında mı gerçekleşiyor? Kim olacağımız bizim terciğimiz mi?

Bir felsefe akımı olan fatalizmin tezi mi doğru olan acaba? İnsan istesin istemesin, olaylar kendi iradesinden başka bir iradenin yönlendirmesi ile gelişir ve insan kendi iradesi ile ne kadar çabalarsa çabalasın sonuç daima üstteki iradenin ne istediği ve ne yapacağı ile mi ilgilidir ? Tanrının iradesi dışında irade yok mudur?
Yine bir felsefe akımı olan belirnenimcilik (determinizm) de davranışların dış etkenler tarafından belirlendiğini söyler. Özgür iradeye dayalı bir eylem/seçim olmadığını savunur. Bunu da bilimle açıklar.
Nedenselliği reddetmeden özgür iradenin var olabileceğini savunan tez ise bağdaşırcılık yani ılımlı determinizmdir. Bu teze göre özgür iradeden kaynaklanan eylem ve seçimlerden doğan seçinlerin varlığı, nedensellik ilkesinin olmadığı anlamına gelmez veya nedensellik ilkesinin varlığı, özgür iradeden kaynaklanan eylem ve seçimlerin olmadığı anlamına gelmez. Ilımlı determinizme göre insan herşeyi kendi özgür iradesi ile yapamaz. Coğrafi, biyolojik, fizyolojik, genetik, ekonomik, psikolojik ve sosyolojik etmenlerin etkili olduğunu söyler. Yani doğduğumuz yer, ailemiz, yetiştiğimiz çevre, genetik mirasımız çerçevesinde şekilleniriz der.

Tüm bu bilgilerden yola çıkarak neye inanırsak inanalım, varlığınızı, davranış ve eylemlerimizi neye bağlarsak bağlayalım; seçinlerimizi ister özgür irademize bağlayalım, istersek tanrısal olarak addedelim, istersekte bilimle açıklayalım yeter ki bizi biz yapanlarla barışalım. Buna kendimizi sevmekle başlayalım ve nefes almaya başladığımız andan itibaren hayatımızda her ne varsa, her ne olmuşsa barışalım, kabul edelim. Üzerini örtmeyelim. Bizi biz yapan herşeye, bize ait olan herkese, her duyguya sahip çıkalım.

Yazının devamı...

Sizin İçin Başarı Nedir?

Başarı Nedir?

Zaman hızla akarken, yaşantıyla birlikte insanlarda hızla gelişip, değişiyor. Önceliklerimiz, beklentilerimiz, yaşantımız... Bence yaşamda bizim için öncelikli değerler var. Vicdan, adil olmak, akıl, öğrenme ve anlama kapasitemiz gibi... Bu değerleri kullanarak bir yola çıkarız. Hayatta ben de varım demek için, başarılı olmak için bunları kullanırız. Düşünüyorum "Başarı" nedir? İyi bir iş sahibi olmak mı? fazla para kazanmak mı?, iyi bir eğitim almak mı?, iyi birer anne-baba olmak mı? mutluluğu yakalayabilmek? Ya da hayata tutunabilmek mi? Hatırladığım kadarıyla Goethe başarı için derki "Yapabileceğiniz ya da yapabileceğinizi hayal ettiğiniz her ne ise başlayın yapmaya. Cesur olmanın kendi içinde bir dehası, gücü ve büyüsü vardır." Goethe gibi düşündüğümüzde başarı için hayal etmek, cesur olmak mı gerekir? Bunlar başarı için bir olgu mudur? Ben bunların cevaplarının kişiye, yaşantıya, çevreye hatta cinsiyete göre değişebileceğini düşünüyorum. Bursa' ya yaptığım üç günlük seyahatte farklı ve özel gereksinime ihtiyacı olan çocuklarımızı, gençlerimizi ve onların annelerini, babalarını gördüm. Keyifli sohbetlerimiz oldu. Çocuklarımız üzerine konuşmalarımız... Paylaşımlarımız yoğun, coşkulu bir nehir gibi serin ve ferahlatan. Aynı zamanda içimizi yakan, susatan, bir çöl gibi sıcak... Duygularımız karışık, bir an ferahtan, bir an göğsümüzü daraltan. Bir an kahkahalara boğan anılar, bir an gözyaşlarının sel olduğu anlar. Eskiden biriktirdiğim müthiş dostlarımı gördüm. Güzel anılar biriktirmişiz, güzel insanlarla. Duygular, anlar, anılar paylaşmışız; sevgiyle, dostlukla, vicdanla, akılla... Ve ayrı kaldığımız hızla akan zamanlarda biriktirmişiz duyguları. Birleşince tekrar yürekler, duygularda su gibi akıverdi , kum gibi oluverdi; duygular bir an karıştı birbirine güzel bir koku gibi. Biriktirdiklerimin yanında yeni dostlar tanıdım. Yeni kadınlar, yeni erkekler, yeni gençler. Onlarla birlikte yeni hayatlar tanıdım. Yeni yüzler gördüm, yüzlerde çizgiler, yaşanmışlıklar gördüm. Düşündüm, izledim, öğrendim..! Guethe' in de dediği gibi hayal ettiklerini gerçekleştirmek için var gücüyle başlayan insanlar, cesurca, büyülü... Sonra başarı dedim, başarı! "Bizler" için her şeye rağmen ayakta kalabilmek, yoktan var edebilmek, anlamak, en çokta anlaşılmak dedim. Dilinden anlayan insanlar tanımak, yardımlaşabilmek; acıyla, sevgiyle, şefkatle sarılmak birbirine, birlikte kök salmak dedim. Dönerken ben, eski ve yeni dostların bana kazandırdığı, öğrettiği en önemli şey: Bir ömür hızla geçerken büyük başarılara imza atan ama hiç başarmamış gibi yola devam eden insanlar var şu hayatta. Başarı, her bir yeni günün belirsizliğinde, birbirinden zor başlayan her bir yeni günde, her zorlukta biraz daha güçlenip, yeni başarılara imza atmakmış. Farklı evlatlarımızı yaşatmak, topluma katmak, adil bir yaşam sürmeleri için savaşmakmış. O gençlerin bir gülüşü için ömrünü feda etmekmiş, rahat bir nefesleri için belki de kendi nefesinden kısmakmış..! Bursa' ya, benim için çok değerli ve çok özel olan eski dostlarıma ve yeni dostlarıma " özel insanlara" selam olsun... Yeni anılarla ve huzurla döndüm Ankara' ya. Şununla da bitiriyorum yazımı. Ey hayat! Yine de gülümseyerek bakıyorsak sana, bil ki zafer bizimdir ??(Farid Farjad)

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.