SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Lohusayım, Haklıyım!

Lohusalık kafası dediğimiz bir gerçek var. Her annenin farklı şekillerde yaşadığı ve yaşattığı.

Ağlamalı-gülmeli, full bilinmezli, duyguların vücuttaki organlar gibi birbirine girdiği, her şeyin menapozlu teyzeler gibi bastığı vs. bir dönem. Kendinle bir şekilde mücadele ediyorsun o tamam ama ya “the others” dediğimiz çevreyi ne yapmak lazım onu bilemiyoruz işte.

Ben yaşça büyük herkesin tavsiyesini dinlemeyi severim, sonuçta tecrübesi var der kulak kabartır ve elimden geldiğince de uygularım. Benim sıkıntım anlaşılamamak. “Biz sizin zamanınızdayken…” diye başlayan her cümle beni lohusalık döneminde ekstra yoruyordu. Bak kendi ağzınla diyorsun senin zamanın. Eski dönemlerle şimdiki dönemi kıyaslamaya kalkarsak varoluşumuza aykırı bir yaşam tarzımız olur zaten. Eski dönemdeki birçok kadın çalışmıyordu, kadın dediğin evde oturur hizmet eder felsefesiyle oturuyordu. Bizim dönemimizde durum daha farklı. Çalışan, eşiyle dostuyla sürekli sosyal çevre içerisinde olan, gezmeyi ve özgürlüğü seven kesimiz biz. Bunların bir anda yok olması, eve kapanmak, alışkanlıklarını terk ederek fedakarlığın dibine vurmak bitiş noktası oluyor bence. Artık çoğu insanın tek çocuk yeter algısı da bundan ötürü var.

Mesela ben emzirmeye o kadar da aşkla bağlanan bir anne olamadım hiçbir zaman. Lohusalık kafasıyla sütüm geliyor değil mi kaygısını tabi ki yaşadım, emsin istedim o ayrı ama ben emzirmekten haz alamadım. Göğüs ucu yarası denen belayı öyle acılı yaşadım ki bende derin izler bıraktı desem abartmış olmam. Herhalde yaptığım en büyük fedakarlık o dayanılması güç acıya rağmen emzirmek için verdiğim çabadır. Lohusa kafasıyla “aman be canıma kastım mı var benimki de emmesin” diyemiyorsun veya ben diyemedim bilemiyorum. O nasıl bir kafaysa her şeye rağmen onu beslenmeye odaklı halde devam ediyorsun hayatına. Şimdi düşününce insan kendine bunu niye yapar diye sormuyor değilim. Emmese ne olacak sanki? Her çocuk emmek zorunda değil ki emmeyen çocuklarda gayet yaşıyor yani ben çokta ekstra bir hal görmüyorum.

Hep kulaktan kulağa işlenmiş bilgilerle lohusalığı daha da işin içinden çıkılmaz bir hale soktuğumuzun farkına varamıyoruz. “Lohusa 40 gün dışarı çıkmaz” Neden? Ben gayet de çıktım hiçbir şey de olmadı. Ben zaten o bebeyle ne yapacağımı bilmez halde oturuyorum, o bana bakıyor ben ona, ikimiz de hem kendimizi toplama hem birbirimize alışma süreciyle uğraşmaktan heba oluyoruz bir de dışarı çıkmayınca ben ne olacağım bir fikriniz var mı?

“Mama verme sakın yoksa sütün gider”, “Biberon kullandırma bir daha seni emmez”, “Her acıktığında ver memeyi yoksa doymazsa sarılık olur” ve nice “meme” sohbeti. O anki gazla çocukla yapışıp kalıyorsun birbirine. Ya arkadaş oldu da bu dedikleriniz gerçekleşti ee ne olmuş yani. Kimse bunu düşünmüyor mu? Dünyanın sonu gelecekmiş gibi davranıp da o aklı bir karış olan lohusayı neden geriyorsunuz lütfen biri bana açıklasın. Mama da verdim, biberon da kullandım, emzik de taktım vee hiçbir şey olmadı. Hee olabilirdi de mutlaka bunları yaşayan da vardır ama buradaki sorun bu zaten yaşanırsa yaşansın koy verin.

Bir de altın vuruşlar vardır lohusalıkla ilgili. “Lohusanın kırk gün mezarı açık kalır”, “Lohusa hep ötelere açık bir kapının önünde durur.”, “Lohusanın bir ayağı hep mezardadır.” ve “Lohusa cinleri”. Bunlar yalandır, yanlıştır demiyorum vardır bir hikmeti ki söylendi diye bakmaya çalışıyorum ama lohusalar bunlara neden maruz kalıyor ben onu sorguluyorum. Bir lohusaya bu cümlelerin söylenmesini veya bunları anlatıp zaten psikolojisiyle boğuşan bir insan evladını daha da dağıtmanın anlamını kavrayamıyorum. “İyi niyetimizle uyarıyoruz” cümlesinin ne kadar gelişigüzel olduğunun bir kanıtı bunlar. Eğer bunlarla bir lohusaya destek olabildiğinizi düşünüyorsanız mümkünse onlardan uzak durun ki daha çok destek olabilesiniz!

Kısacası; lütfen lohusa kadınları rahat bırakın veya o sorgulamacı “sözde” iyi niyetlerinizi evde bırakıp gidin. Lohusanın tek istediği anlaşılmak. Çok basit değil mi? Her kadın lohusalık dönemini farklı yaşar çünkü her kadının içinde bulunduğu şartlar, kişilik yapıları, aile dinamikleri, psikolojik alt yapıları farklıdır. Herkesin yaşadığı duygular ve verdiği tepkiler biriciktir, kendine hastır. Genel olan tek bir şey vardır o da kendisini anlayan birilerinin gerçek desteği. “Sen doyur bana bırak git uyu”, “Hadi sen bir yürüyüşe çık ben buradayım merak etme”, “Sana yemek getirdim”, “Bir ihtiyacın olursa ya da konuşmak istersen ara ben hep yanındayım.”, “Seni anlıyorum yaşadığın şey büyük bir değişim bir anda bunu yaşamak seni yoruyor olmalı” gibi ona iyi gelebilecek birçok şey söyleyebilir ve yapabilirsiniz. Sadece sevin, sarın onları ama sorgulamayın. Bırakın size ne çocuğun etinden, sütünden.

Empati kurun, güzel bakın ve güzel görün o zaman hayat herkese daha kolay.



Yazının devamı...

Bence Kadın Olmak

Son günlerde Mehmet Aslantuğ’un kadınlar ile ilgili bir televizyon programında söylemiş olduğu sözler herkes gibi beni de etkiledi.

Bir cümle bu kadar güzel ifade eder kadının toplumda olması gereken yerini. Eminim bu duygu sadece bende canlanmamıştır. Daha nasıl ifade edilebilirdi ve kadınların durması gereken yer, elinde var olan güç nasıl gösterilebilirdi bilmiyorum.

Başlangıçta kadının yerini aile içindeki ve toplumdaki yeri olarak iki alanda ele almak gerekir. Çok küçük yaşlarda aile içerisinde korunmaya muhtaç ve kısıtlı özgürlüğe sahip olarak yetiştirildik. Aslında kendimizi korumamız gereken de bize kendini koru diyenlerle aynı cinsiyete sahip değiller miydi?

Toplum içindeki, sosyal yaşantıdan tutun da iş yaşantısına kadar kadının elinin değdiği her yer güzelleşir. Özgürlüklerin eşitçe olduğu, kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olduğu zaman, medeniyet seviyesine ulaşacaktır her toplum. Bizim ülkemiz değil miydi dünya üzerinde kadına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilklerden; ya da bizim dinimiz değil miydi cennetin anaların ayaklarının altında yattığını söyleyen. Hangi ara elimize anamızın, kardeşimizin, eşimizin kanı bulaştı, hangi ara ötekileştik akıl erdiremiyorum.

Yıllarca duyduğumuz cümleler vardır. “Kadının yeri kocasının yanıdır”, “Kadın annedir”, “Kadın iyi yemek yapmalı, temiz olmalıdır” , “Kadın çalışmaz, evinde oturup çocuklarına bakmalı” gibi. Tabi ki kadının görevleri var, aynı erkeklere yüklenenler gibi ama farkındaysanız kadına yüklenen her sıfat bağımlılık barındırıyor. Kocana bağımlılık, çocuğuna bağımlılık, evine bağımlılık. Neden Ayşe, Fatma değiliz de Ahmet’in kocası, Mehmet’in annesiyiz?

Durdurulması gereken tam da bu düzen işte. Birey olduğumuzu unutmadan yaşayabilmekte bitiyor her şey. Öyle bir kafamız yıkanmışki bu zamana kadar bizler de kendi kimliklerimizi unutur olmuşuz. Evlenme kriterlerimiz; bize bakacak, bizi çalıştırmayacak koca bulmaktan geçiyor ya da nasıl ekmek elden su gölden yaşayabiliriz diye yollar aramakla zaman kaybediyoruz. Kadınına bakacak, açıkta bırakmayacak erkek bulmanın haklı gururlarını yaşayıp, çevremize bir marifetmiş gibi anlatıyoruz.
Çok ince düşünmeye gerek yok, basit düşünsek de anlarız kadının gücünü. 9 ay karnında çocuk taşımak nedir? Ya daha sonrası, lohusalık dediğimiz o karmaşa. Bütün vücut yerinden oynuyor bir kere, ne duygular kalıyor ne organlar. Normal doğum veya sezaryen fark etmez, bunların acılarını göğüslemek kolay bir şey mi? Bu kaosa rağmen bir canlının bütün ihtiyaçlarını karşılamak için çabalamak. Daha yaşamamış olsak bile bunları yapabilecek güce sahip olduğumuzu biliyoruz en azından. Birçok fedakarlığı, zorluğu başka bir canlı için gerçekleştirebiliyorsak neden kendimiz için yapamıyoruz? Kendi ayakların üzerinde durmak, kendi fikirlerini savunmak, üretmek, ben de varım bu düzende demek neden zor olsun ki?

Son olarak Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesiyle ilgili görüşmeler sırasında kürsüden söylemiş olduğu bir cümleyi hatırlatmak isterim.


Üzerine söylenecek başka söz yok. 8 Mart Kadınlar Günü’müz kutlu, mutlu ola dostlar.

İnstagram: https://www.instagram.com/seletonin/

Yazının devamı...

Çocuklarımızın Yeni Tehdidi ‘Bilgisayar Oyun Bağımlılığı’

Son günlerde yine bir oyun, bir gencin canını aldı. “Mavi Balina” olarak bilinen sosyal platform oyunu, çeşitli görevler vererek reel hayatı kontrol altında tutmaya yönelmekte, sonucunda da ölüme kadar sürüklemektedir. Oyunda 50 görev olduğu ve her görevin bir öncekinden daha riskli olduğu biliniyor. Mavi balina dövmesi yaptırmaktan, elini kesip gönderme ve intihar etmeye kadar giden tehlike dolu görevler bunlar.

Teknolojinin hayatımızdaki yeri tartışılmaz bir konu. Bir uzvumuz gibi hayatımızda yer alıyorlar. Haliyle artık çocuklarımızda bu çağın içerisinde bir eğlence aracı olarak interneti kullanıyor. İnternetin eğitici birçok faydası olduğunu hepimiz kabul ediyoruz ama çocuklarımız üzerinde psikolojik ve sosyal anlamda olumsuz etkileri olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Bir danışanımın annesiyle geçirdiğim görüşmede dediği şeyler hep aklımdadır. Bu anne, çocuğunu olabildiğince geç tanıştırmış teknolojiyle ve sadece renkli topları patlatma gibi basit bir oyun oynamasına izin veriyormuş. Tabi saatleri de varmış, belirli saatler haricinde o oyunu dahi oynayamıyor çocuk. Buraya kadar her şey normal ve olması gereken düzeyde ilerlemiş. Çocuk artık ilkokulun sonlarına yaklaştığı dönemde annesiyle bu konuda çatışmaya başlamış. Sebebi ise, diğer arkadaşları tarafından dışlanıyor olmak. Anne ne yapacağını bilemez halde gelmişti. Çünkü çocuğunu bu kadar naif bir şekilde korumaya çalışırken sosyal çevrenin üzerinde oluşturabileceği baskıyı hiç aklına getirmemişti. Çocuklar, zamanla danışanım olan çocuğu onların oynadığı oyunları oynamadığı için aralarına almıyor ve aynı dilden konuşmadıkları için onunla sohbet etmekten zevk almıyorlardı. O anda tek düşündüğüm şey çocuklarımızın sadece internet oyunu üzerinden sosyal çevre oluşturabiliyor olmasının ne kadar acı olduğuydu.

Bu oyunlara karşı geliştirilen bağımlılık çocuklarımızda hoşgörüsüzlük, empati kuramama, çözüm üretememe, agresiflik gibi etkiler yarattığı gibi toplumda var olamama hali de yaratıyor. Çünkü kendilerini ifade etme, iletişim kurma yetilerini kaybetmeye başlıyorlar. Oynadıkları oyunlarda yaşanan olayları hayatlarına dahil ederek gerçeklik algılarını yitirmeye başlıyorlar.

Peki biz ebeveynler bu konuda nasıl önlemler almalıyız?

-Çocuğumuzla sürekli bir iletişim halinde olalım. Arkadaşları, hobileri, ilgisini çeken konular gibi hayatını oluşturacak şeylerle ilgili bilgimiz olsun.

-Gün içinde neler yaptığıyla ilgili sık sık sohbet edin. Siz de hergün gününüzü anlatarak bunu bir ritüel haline getirin.

-Filtre programları gibi teknik konular hakkında destek alın.

-Çocuğunuzla etkinlikler düzenleyin. Yaşıtlarıyla kaynaşabileceği ve zevk alabileceğini düşündüğünüz planlar yapın.

-Bir hobisi varsa veya sizin yönlendirmenize ayak uyduruyorsa, hoşlanabileceği kurslara yönlendirin. Bu durum onun hem sosyalleşmesini hem de kendini ifade edecek bir dal bulmasını sağlayacaktır.

-En en önemlisi de sizler de kendinize sınırlama getirin. Çocuklarımızın internet kullanımına sınırlar getirebiliriz ama bir çocuk karşısındaki ebeveynlerinin sürekli internette zaman geçirdiğini görürse, bir zaman sonra aranızda çatışma başlayacaktır. Mümkün olduğunca onunla birlikte geçirdiğiniz zamanlarda tamamen dikkatinizin onun üzerinde olmasına ve internetsiz de zaman geçirilebildiğini ona gösterebilmenize önem verin.

Çocuklarımızla gerçek anlamda ilgilendiğimizde onların ihtiyaçlarını da öğrenmiş oluyoruz. Birçok çocuk interneti kendini özgürce ifade edebildiği için tercih ediyor. Çocuğumuzu ne kadar iyi tanırsak o kadar ihtiyaç olan dala yönlendirme şansımız artar. Enerjisini atmaya ihtiyacı varsa spora yönlendirmek gibi veya duygularını ifade etmekte zorlanıyorsa müzik aleti çalmaya teşvik etmek gibi.

İnstagram: seletonin

Yazının devamı...

Çocuklarımız Susmasın Onların Sesi Olalım

Yıllarca ailelerden, yakınlarımızdan kız çocukları hep aynı şeyleri duydu “” ve buna benzer birçok cümle. Neden bu cümlelerle bastırıldı her zaman kız çocukları? Çünkü kötü niyetli erkekler seni yanlış anlayabilir ve sana kötü muamelede bulunabilir. Peki hiç düşündük mü erkekler niye kadınların özgürlüğüne saygı duymuyor da kızlar fanusun içine kapatılıyor diye. Neden hep “ denildi?

Asıl zor olan erkek çocuk yetiştirmek ya da yetiştirebilmektir. Annemin hep kulağımda olan, abime söylediği bir cümle vardı; Temel olması gereken şey, empati kavramının hayatımızda ne kadar önemli olduğunu evlatlarımıza aktarmaktır. Kız çocuklarımıza “kocandır ne yapsa katlanacaksın” demek yerine, erkek çocuklarımıza kadına saygıyı öğretebilmek yagane olmalıdır. Ağam, paşam, ne yapsan elinin kiri gibi yaklaşmak yerine onlara merhametli, vicdanlı, düşünce ve yaşam seçeneklerine saygılı bireyler olarak yetiştirmektir asıl olan.

Benim de bir oğlum var ve ben onu nasıl yetiştireceğim konusunda hep tedirgin oluyorum. Çünkü onun doğru bir insan olarak yetişmesi ve bu bilinçle toplum içinde olması, benim anne olarak en önemli görevim olarak görüyorum.

İnsanları, hayvanları, bitkileri kısacası canlı olan her şeye sevgiyle bakabilen bireyler yetiştirelim. Giyimiyle, cinsiyetiyle, gülüşüyle, bakışıyla veya savunmasızlığıyla canlıları yargılayacak ve bu sebeple “hak ediyor” kelimesine sığınacak bireyler olmasın toplumda. İşte bu sebeplerden dolayı erkek çocuk yetiştirmek zordur.

Bunların yanı sıra cinsiyet farkı olmadan çocuklarımıza özgürce konuşabilme hakkı vermemiz gerekir. Bir sorun yaşadığında veya ters giden bir şeyler olduğunu hissettiğinde ebeveynine anlatabileceğini ve destek göreceğini bilen çocuklar yetiştirmeliyiz. Bazı ebeveynler çocuklarına mahremiyeti anlatmak konusunda geri planda kalmayı tercih ediyor ve bunları konuşmanın ayıp olduğunu düşünüyor. Haliyle bu durum çocuğun yaşadığı şeyi anlamlandıramamasına ve tabiri caizse evde “kapalı kutu” olarak görünen konuyu ebeveynleriyle paylaşmaktan çekiniyor.

Çocuğunuza 2-3 yaş itibariyle vücudunun özel bölgelerini ve bu bölgelere kimsenin dokunmaması gerektiğini anlatın. Kötü hissettiği bir davranışla karşılaştığında mutlaka size anlatması gerektiğini açıklayın. İzniniz olmadan kimseden bir yiyecek almaması gerektiğini öğretin. En önemlisi de böyle şeylerin onun suçu veya ayıbı olmadığını, karşıdakinin kişinin suç işlediği ve bununla ilgili önlem alınması gerektiğini defalarca anlatın.

Çocuklarımıza bazı sebeplerden dolayı, yaşanan sorunları örtbas etmeyle çözümlemeye çalıştığımızda, onlar da yetişkin olduğunda hayatını böyle devam ettirecektir. Onun için artık sorun çözme yöntemi, sorunun eylemsel olarak çözümlenmesi değil, göz yumularak kapatılması gereken bir şey olarak görecektir. O da çocuklarına aynı şekilde davranıyor ve bu yargı üzerine bir aile kuruyor olacaktır. Bu sadece aile hayatı için de geçerli değil, aynı zamanda iş ve sosyal ortamında da kendini gösterecektir. Yaşadığı sorunlara çözüm üretemeyen bir birey olacak ve kendini nasıl ifade edeceğini bilmez hale gelecektir. Var olan sıkıntısını karşısındakiyle nasıl konuşması gerektiğini, kendini nasıl savunması gerektiğini ve nasıl bir çözüm önerisi sunması gerektiğini bilmediğinden her türlü zorluğu kendi içerisinde yaşayarak birçok psikolojik sıkıntıyı hayatına dahil etmiş olacaktır.

Unutmayalım; çocuklarımız her zaman çocuk olarak kalmayacaklar. Bizim bu dönemlerde onlara aşıladığımız her bilgiyle büyüyecek ve bu halleriyle şekillenmiş bireyler olacaklar. Ebeveynler olarak bizlere büyük görevler düşüyor. Herkes üzerine düşeni yaptığında daha yaşanabilir bir dünya yaratılacak. İnanıyorum, inanmak istiyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.