SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Mutlu Bir Yaşam

Konuya eşek kulaklarıyla meşhur Frigya kralı Kral Midas’tan bir mitolojik öyküyle başlamak istiyorum. Kral Midas’ın kulakları dışında bir diğer önemli hikayesidir bu. Günlerden bir gün şarap tanrısı Bacchus’ün öğretmeni ve babalığı olan Silenos kaybolmuştur. Köylüler sarhoş halde onu bularak kralları Midas’a getirirler. Midas yaşlı adamı bir süre yedirir içirir ve güzel bir şekilde ağırlar. Daha sonra Silenos’u arayan öğrencilerine götürür. Bacchus bu durum karşısında Midas’a “dile benden ne dilersen” diyerek, istediği her şeyi onun için yapabileceğini söyler. Midas dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini ister. Her ne kadar Bacchus bu isteği biraz uygun görmese de yine de kabul eder. Midas sevinçle Bacchus’ün huzurundan ayrılır. Eve doğru yol alırken yolu üzerindeki meşe ağacından bir dal koparır ve o dalın aniden altına dönüştüğünü görünce çok heyecanlanır. Şaşkınlık içinde gerçekten dokunduğu her şeyin altına dönüştüğüne şahitlik eder. Bir zaman sonra evine döndüğünde hizmetkarlarından mükellef bir sofra hazırlamalarını ister. Sofraya oturup yiyeceklere dokunmaya başlamasıyla birlikte o heyecan, sevinç ve elde ettiğini düşündüğü güç adeta bir kabusa dönüşür. Artık neye elini atsa altına dönüşmektedir. Ekmeği eline alıp ağzına attığında altına dönüşen ekmek neredeyse dişini kıracak olur. Bir anda tanımlanması mümkün olmayan bir garabetin içinde hisseder kendisini. Ne yapacağını şaşırmıştır. İsteğinden ve dolayısıyla bu eşsiz gücünden vaz geçebilir mi?. Bu şekilde devam edemeyeceğini anlayınca Bacchus’e danışmaya karar verir. Mecburen dua etmeye başlar. Başlangıçta bir güç ve isteklerinin kabulü olarak gördüğü ve mutluluğu yakaladığını zannettiği bu musibetten bir an evvel kurtulmaya karar verir. Bacchus dualarını kabul eder. Paktolus nehrinde yıkanması karşılığında bu dertten kurtulabileceğini ona söyler.
Kral Midas’ın bu hikayesi “parayla saadet olur” inancını taşıyan günümüz insanlarının hazin sonlarını ifade etmesi bakımından dikkat çekicidir. Daha mutlu bir yaşam için para, güç, şöhret ve güzellik gibi dışsal faktörlerin varlığına inanan zavallıların o gücün ardına sığındıklarında yaşayacakları son bundan pek farklı olmayacaktır. Kaliteli yaşam sadece dış şartların iyileştirilmesiyle elde edilecek basitlikte olsaydı; bireylerin kendilerine, biricik yaratılmışlıklarına gerek kalmaz, cüzi irade mefhumu bir değer olarak ifade edilmezdi. Günümüz dünyasında hala insanların birçoğu makam, mevki, şan, şöhret, para ve güzellik gibi dışsal unsurları mutluluğun ana parametreleri olarak görüyorlar. Materyalist yaklaşımın forse etmesiyle farklı bir anlam kazanan maddeci tutum maalesef insanları gerçeklikten yoksun bırakıyor. Bu parametrelerin aracı unsurlar olarak mutlulukla ilgisi olsa da asıl ve kalıcı bir mutluluk için yeterli olmadıkları açıktır. Biliyoruz ama yapmıyoruz! Ne zaman ki bir ünlü intihar ederek ebediyete vasıl oluyor ancak o zaman onların görünen dünyalarından farklı bir karamsar yaşamları olduğunu anlayabiliyoruz. R. Williams intihar ettiğinde birçok insan şaşırmıştı, onun da bir insan olduğunu unutarak…
Kısacası dostlar, yaşam kalitemiz dış şartların iyileş(tiril)mesinden ve sahip olduklarımızdan ( “sahip olduğumuzu sandıklarımız” demek daha uygun…) öte ve önce; günlük yaşamımızı nasıl daha uyumlu, daha ilişkisel, daha doyurucu ve daha bütünsel (maddi ve manevi değerler birlikteliği) geçirebildiğimizle ilişkilidir. Asli değerlere sahip çıktığımız; empatinin illaki içinde boy gösterdiği daha insancıl bir yaşam biçimi inanın para, şan-şöhret ve güzellikten daha fazla mutluluk getirecektir. Üstelik bu tarz yaşam, mutlu olamadığımız anların dahi kıymetini bizlere fark ettirecek denli değerlidir.

Yazının devamı...

EMDR terapisi

Dünya genelinde söz sahibi olduğumuz alanlardan biri de EMDR’dır. Bu terapi tekniği özellikle travma geçirmiş kişilerde çok iyi sonuçlar vermektedir. EMDR, (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme” kelimelerinin İngilizce karşılığıdır. EMDR, içinde bilişsel davranışçı, psikodinamik ve danışan merkezli terapi yaklaşımlarını da barındıran bütüncül bir psikoterapi anlayışıdır.

Travma sonrası stres bozukluğunun (tecavüz, taciz, terk edilme, boşanma v.d.) tedavisindeki başarısıyla ilk kez terapistlerin dikkatini çekmiştir. Günümüzde artık başarıları sadece bu bozukluk ile sınırlı değildir. Panik atak ve sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarından, migren ve fibromiyalji gibi organik bozukluklara ve okul başarılarındaki etkinliğine kadar birçok psikolojik ve fizyolojik sorunun tedavisinde başarıyla uygulanmaktadır.

EMDR bazı psikolojik sorunları tedavi etmenin yanı sıra zorlu yaşam koşullarıyla mücadelede kişinin becerilerinin artmasına da katkıda bulunur, böylece bireyin yaşama uyumu daha kolay hale gelir. Birçok psikolojik sorunda kişinin ya kendisi ya da çevresiyle alakalı algılarında sorun vardır. İşte bu gibi durumlarda da yine EMDR hem bireyin kendisi, hem çevresi, hem de kişiler arası ilişkilerinde adeta bir yol gösterici olarak işlev görebilir. Tedavi sonunda elde edilen davranış değişikliği kalıcı bir değişim olarak kişinin yaşamına olumlu katkıda bulunur.

EMDR’ı diğer terapi yöntemlerinden ayıran en önemli özellik etkinliğinin yanı sıra hızlı sonuç vermesidir. Hipnozda olduğu gibi EMDR da başlangıçta kimi çevrelerce defansla karşılaşmış ancak elde edilen olumlu sonuçlar karşısında malum çevrelerin direnci kırılmıştır. Yoğun sıkıntı yaşayanların daha ilk seanstan itibaren yaşadıkları değişimle sıkıntılarında meydana gelen azalma, hissettikleri rahatlık, o kötü anıda oluşan çözülme ve duygusal rahatlama EMDR’ın etkinliğini kanıtlar niteliktedir.

Başarılı bir EMDR terapi uygulamasından sonra danışanlar yaşanan olayın travmatik etkisini ya eskisi kadar yoğun hissetmemekte ya da hiç rahatsızlık vermediğinden söz etmektedirler. Çünkü danışan için başlangıçta çok büyük sorun olan travmatik olay artık anlamını yitirmiş ve travmatik olay hatırlandığında da kendisine ilişkin önceki olumsuz inançlarının aksine kişi daha olumlu inançlar geliştirebilmiştir. Bilişsel davranışçı psikoterapilerin de önemle üzerinde durduğu temel inançların olumlu yönde değişime uğraması, “şimdi ve burada” sorunlara çözüm olduğu gibi aynı zamanda, geleceğe yönelik olumlu algılamaların da gelişmesine katkıda bulunabilir. Bütün bunların her biri EMDR uygulamasında tek tek işlenmektedir.

Çoğu zaman seanslarda hızlı gelişen değişimlerle karşılaşılabilir. Adına abreaction dediğimiz çözülmeler (boşalımlar) oluşabilir. Hastalar kadar uygulayıcıları da şaşırtan bu sonuçlar bir şeyin kanıtı gibidir; EMDR işe yarıyor!

EMDR bir hipnoz uygulaması değil. Ancak; bütüncül yaklaşım konusunda aşağıdaki alıntının önemli olduğuna inanıyorum. EMDR uygulamalarında yol gösterici bir yayın olarak okuduğum “Ruhsal Travma Tedavisi için EMDR” kitabının 19.sayfasından yaptığım alıntı şöyle; “”(1)

Başarılı terapi seansları için terapistin alet çantasında ne kadar çok ekipman varsa sonuç o kadar iyi olacaktır.

(1): Ruhsal Travma Tedavisi İçin EMDR. Doç.Dr. Önder KAVAKÇI. HYB. 2012.

Yazının devamı...

Karne Tatili Çocuğun Hakkıdır

Geçen hafta sonu itibariyle milyonlarca öğrenci karnelerini alarak yaz tatiline başladılar. Sevinenleri olduğu kadar üzülenleri de olan bir tatil bu…

Çocukların karne günü heyecanlarına tanık olmak bir başka güzel deneyim olsa da alınan karnelerin sadece çocuklarla sınırlı tutulmasının eksik olduğu görüşündeyim. Karneler çocukların gösterdikleri performansın yanı sıra; öğretmen, idare ve ailenin de katkılarına ışık tutmaktadır. Öğrenci, öğretmen, aile ve okul idaresinin birlikteliği elbette karneye daha farklı yansıyacaktır. Ancak tüm öğrenim yılı içerisinde bir kez dahi idare ve öğretmenle görüşmeyen ve hatta çocuğunun hangi sınıfta olduğundan haberi bile olmayan ailelerin varlığı insanı ister istemez ürkütüyor.

Genel bir okumamazlığımız ve kültürsüzlüğümüz nedeniyle çocuklarımıza yardımcı da olamıyoruz. Eskiden yine de bir miktar ilgilenme ve yardımcı olma çabaları vardı. Ancak şimdilerde bir taraftan yoğun bilgi bombardımanı ve diğer taraftan şehir yaşamının ezici etkisi çocuklarla yeterince ilgilenememeyi de beraberinde getiriyor, hiç değilse büyüklere bir mazeret oluşturuyor. Akşamları eve yorgun argın gelen ebeveynler bırakın çocukla ilgilenmeyi kendilerine vakit ayıramamaktan şikayetçiler.

Ancak yine de çözüm üretmek isterseniz bu mümkün. Küçük bir program yapıp bunu uygulamaya koymak, hangi zaman dilimlerinde ne yapıyor olmayı belirlemek aslında yeterli. Yeter ki isteyin, kolaya kaçmayın. Çocuklara ayrılabilecek kısa ama etkin zaman dilimleri geleceğe atılan önemli birer çapadır. Çocukların çalışmaya başlama ve devamını getirmeleri bakımından motivasyonel bir katkıdır bu… Çoğu ailenin sadece programsız yaşamlarından dolayı bu paylaşım güzelliğinden mahrum kaldığını görüyorum. Oysa güzelim zamanlar akıp gidiyor ve bizler sadece seyrediyoruz, yazık!

Ailelerin en büyük hatalı yaklaşımlarından biri de karnesinde zayıfı olan çocuklara uyguladıkları yanlış muamelelerdir. Çocuklar zayıflarından dolayı adeta cezalandırılırlar. “Zayıfın var, öyleyse dışarıya çıkıp oynamayacaksın!”. Çocukları hemen olumsuzca yargılayıp cezalandırmak uygun değildir. Cezalandırma ve ödüllendirmeden önce cesaretlendirme yöntemi uygulanmalıdır. Bunu zamanında yaptık mı? Zamanında destek olduk mu, yardımda bulunduk mu, çalışmalarına eşlik ettik mi ki şimdi gidip ceza veriyoruz? Ya kendiniz? Aile bireyleri kendileri için acaba ne tür bir ceza uygun buluyorlar? Bu başarısız karnede sizin hiç mi etkiniz yok, masum musunuz? En büyük hatalardan biri bu, bir diğeri de kolaya kaçmaktır. Bu tür ceza ve yasaklama uygulamalarında en çok yapılan iki baş belası tutarsızlık bunlardır. Lütfen, o karnenin iyiyse de iyi olmasında, kötüyse de kötü olmasında önemli bir katkınız olduğunu unutmayın.

Çocuklar karnede zayıf notları olsa da bu tatili hak etmişlerdir. Lütfen tatili iyi, güzel ve verimli geçirmeye çalışın. Öncelikle aile toplantısı şeklinde bir durum değerlendirmesi yapın. Durum değerlendirmesini takiben bir program yapın ama bu yazılı ve günlük olsun. Bu program, günü saatlere bölmüş bir vaziyette; içinde çocuğun istediği kitaplardan oluşan okuma planının da yer aldığı ama mutlaka dinlenmesi ve eğlenmesine de imkan tanıyan bir program olmalıdır.

Öyle ders ağırlıklı değil de, tatil ile dengelenmiş bir program yapılmalıdır. Mümkünse programın hazırlanmasında öğretmenden destek alınmalıdır. Bu programı takip ve kontrol edin. Kontrollerde cesaretlendirme ve ödül beraber olmalı ve süreçten alınabilecek keyfe odaklanılmalıdır.

İyi tatiller çocuklar!

Yazının devamı...

Vajinismus Nedir, Nasıl Tedavi Edilir?

En basit tanımıyla, vajen bölgesi kaslarında meydana gelen istemsiz kasılmaya bağlı olarak, istediğini ifade etmesine rağmen kadının cinsel birleşmeyi gerçekleştirememesi durumuna verilen isimdir. Ülkemiz genelinde vajinismus, kadın cinsel işlev bozuklukları nedeniyle başvuruların yaklaşık %45-75’lik bölümünü oluşturmaktadır. Tedavisi mümkün olan bir sorundur.

DSM tanımlamasına göre vajinismus; cinsel birleşmenin gerçekleşmesini engelleyecek şekilde, vajinanın 1/3 dış kısmındaki kaslarda istemsiz, yineleyici ya da sürekli tarzda kasılmaların meydana gelmesi durumudur. Vajinismusta çoğunlukla cinsel ilişki yaşanmaz, kısmen yaşansa da ağrılı olur. Cinsel ilişki yaşanmadığı gibi çoğu vakada tampon uygulaması ve vajinal muayene neredeyse imkansızdır.

Vajinismus kadınlarında sözü edilen kasılma sadece vajen kasları ile sınırlı değildir. Klinik tecrübelerimize göre genel olarak tüm vücut kaslarında bir kasılma ve gerilme yaşanmakla birlikte özellikle bacak kaslarında kasılmalar gözlenmektedir. Sevişme penis vajen birlikteliğine geldiğinde kişi partnerini itebilir, yatağını terk edebilir ve panik atak belirtilerini sergileyecek boyutta kaygılanabilir.

Cinsel işlev bozuklukları içinde yer alan vajinismus, bilişsel davranışsal öğeleri içinde barındıran psikolojik boyutu da olan bir sorundur. Görülme sıklığı düşük olmakla birlikte, cinsel terapi amacıyla kliniklere başvuruda bulunanlar arasında en sık karşılaşılan cinsel bozukluk olarak kabul edilmektedir.

Toplumda yaygın mitlerin de etkisiyle yoğun bir ağrı, acı ve kanama korkusu kaçınma tepkilerine neden olur. Kaygı bozukluklarında karşılaştığımız tipik bilişsel süreç burada da karşımıza çıkmaktadır; yanlış alarm ve abartılı yorum. Cinsel birlikteliğin ağrı, acı ve yoğun kanama ile sonuçlanacağına dair geliştirdikleri yanlış inanç bilinçaltı düzeyde kendini korumaya yönelik tepkiye yol açmaktadır. Kişi kaygı ve korku karşısında sergileyegeldiği tepkisini vermektedir. Bu bağlamda vajinismusa bir çeşit kaygı ve korku bozukluğu da diyebiliriz.

Vajinismus kadınları her defasında sözel olarak cinsel birlikteliği gerçekleştireceklerini söylerler ve bunu isterler de aslında herkesten önce bunu kendileri istemektedirler. Bu eziyetten kurtulmak isterler. F. hanım evliliğinin ilk yılında müracaat ettiğinde; “artık kendimden sıkılmaya başladım kocamdan utanıyorum, kendimi yarım kadın hissediyorum, bir mucize olsun ve ben bu stresten kurtulayım…” şeklinde yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatmıştı. Sözel istek fiziksel başarıyı maalesef getirmez. Penis vajen birleşmesi ve bunun sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi için yapılması gereken başka şeyler vardır.

Vajinismusu incelerken sosyo kültürel kodları değerlendirme dışında tutamayız. Toplumumuz bağlamında ele aldığımızda cinsellik bir yanıyla mahremiyet ancak diğer yanıyla üzerinde en çok konuşulan konuların başında yer alır. Kimi yerde bir güç gösterisi kimi yerde zevkin tanımıdır. F. hanım örneğinden hareketle tamamlanmamış cinsel birliktelik nedeniyle vajinismus evlilikleri yarım kadın yarım evlilik gibi kabul edilmektedir. Yarım evlilik sosyal yapımız gereği hiçbir zaman o iki kişi arasında kalmaz. Bir şekilde sorun olarak ailelere yansır. Dile getirilen şikayetler itibariyle vajinismus sadece vajen kasları ya da vücut kaslarında meydana gelen kasılmalar ve yaşanan gerilimler ile sınırlı değildir. Fiziksel olduğu kadar duygusal ve sosyal boyutları da olan bir sorundur.

Tanımlaması itibariyle multifaktöriyel paradigma kendini tedavide de göstermektedir. Vajinismusu yalnızca tekli yöntemle tedavi etmek imkansızdır. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, vajinismus tedaviye iyi cevap veren bir bozukluk olup, bütüncül bir yaklaşımla çözüme kavuşturulabilir.

Mekanik anlamda sadece penis vajen birleşmesinin sağlanmış olması bizce yeterli bir tedavi sonucu değildir. Gerçek tedavi biyo-psiko-sosyal tüm boyutları içermelidir.

Tedavi protokolü kişiye özel düzenlenmelidir*. Cinsel terapi tekniklerinin yanı sıra; kişinin içinden geldiği kültürel ve sosyal yapı dikkate alınmalı, bilişsel, davranışçı ve farkındalık temel yapısında bilinçaltı süreçler (hipnoterapi) bütüncül bir perspektifle uygulamaya dahil edilmelidir. Hipnoterapinin dahil edildiği tedavi protokollerinden daha iyi ve kalıcı sonuçlar alındığı çeşitli yayınlarda belirtilmiştir.

*Kaynakça: Dr. Haluk ALAN & Dr. Sinan Güzel. “Vajinismus Tedavisinde; Bilişsel Davranışçı Regresif Hipnoterapi”. Yayına hazırlanıyor.

Yazının devamı...

Antidepresan Efsanesinin Sonu ve Psikoterapiler

Irving Kirsch’in Türkçeye çevrilen bazı kitaplarından daha önce söz etmiştim; “Klinik Hipnozun Esasları; Kanıta dayalı bir yaklaşım”. “Antidepresan Efsanesinin Sonu”. Bazı kişilerin pek hoşuna gitmese de -aynı kişilerin ağızlarından pek düşürmedikleri- etik kuralları harfiyen uygulayan ve bu kurallar çerçevesinde araştırmalar yapan bir bilim adamı Kirsch… Bizde daha çok oturduğumuz yerden sallama yöntemiyle ya da kıskançlık krizlerinin oluşturduğu hezeyanlarla sağa sola ünleyerek sindirme politikası esastır. Oysa gerçek bilim dünyasında böyle şeyler olmaz.

Her şey bir yana artık gerçekler saklanamıyor. Bilgi Özgürlüğü Yasası gereği yazılmayanları, söylenmeyenleri, gözlerden uzak tutulan gerçekleri artık öğrenmek kolay. I. Kirsch, yıllarca “happy Drug”, mutluluk hapı diye “yutturulan” antidepresan ilaçların ipliğini pazara çıkaran önemli bilim insanlarından biri. Ekibiyle birlikte Harvard Üniversitesinde yaptıkları çalışmalarla antidepresan ilaçların plasebo etkisinden farklı olmadığını ortaya koydular. Bu sonuca, üç binden fazla depresyon hastasını kapsayan otuz sekiz klinik testin sonuçlarını analiz ederek ulaşmışlardır.

“Bir ilacın etkileri, içinde bulunan özel maddelerden daha çok ilacın psikolojik anlamına bağlı olduğunda buna plasebo denir” (S.J.Lynn & İ. Kirsch. 2012). Bu yüzden ilaç olarak verilen maddenin içinde hastalığı iyileştirmeye yönelik kimyasal bir terkip söz konusu değildir. Burada etki, ilacın içeriğinde bulunan özel maddelerden çok, ilaç kullanıldığında meydana gelecek iyileşmeye olan inançtan kaynaklanmaktadır. İnsanların iyileşeceklerine yönelik tepki, istek, inanç ve kararlılıkları olumlu sonuçlar doğurabilir. Kendi kendini gerçekleştiren tepki beklentileri çoğu zaman psikolojik tedavilerin zorunlu bir parçası olarak görülmektedir. Plasebo etkileri depresyonun tedavisinde özellikle etkili bir şekilde gözlenmektedir. Kirsch ve arkadaşlarının meta- analiz çalışmalarının sonuçlarına göre; yayınlanmamış veriler göz önünde tutulduğunda plasebolar, ilaçla tedavi etkilerinin % 82’si kadar etkili bulunmuştur. Kısacası; plasebo yani ilaç olmayan ama yeni bulunan ilaçmış gibi verilen şeylerle, antidepresan diye yutturulan ve milyonlarca lira verilerek ilaç firmalarının zengin edildiği ilaçların etkileri arasındaki fark, klinik olarak önemsiz bir farktır.

Peki ne yapılmalı?

Yine Kirsch’in anlatımıyla en iyi ve etkili alternatiflerden biri psikoterapilerdir. “Psikoterapi, antidepresan ilaçların bütün alternatifleri arasında en kapsamlı şekilde araştırılmış olanıdır. Psikoterapi, depresyon tedavisinde işe yarıyor ve yararları da önemli boyutta. Antidepresan ilaçlarla psikoterapinin kısa dönemli etkilerinin kıyaslandığı başa baş karşılaştırmalarda, psikoterapinin, ilaçlar kadar iyi etki ettiği görülür. Bu etki, hastanın başlangıçtaki depresyonunun ne kadar ağır olduğundan bağımsız olarak ortaya çıkar. Orta şiddette depresyon geçiren insanlar için de geçerlidir, ağır depresyondakiler için de, hatta çok şiddetli depresyon geçirenler için de geçerlidir./…/ Uzun dönemdeki etkinlik değerlendirildiğinde, psikoterapi daha iyi görünüyor./…/ Sonuç olarak, psikoterapi, tedavinin tamamlanmasından bir süre sonra değerlendirildiğinde, ilaçlardan çok daha etkili oluyor ve tedavinin bitişinden sonra geçen zaman uzadıkça, ilaçla psikoterapi arasındaki fark açılıyor. Psikoterapinin ilaçlara göre bu uzun vadeli üstünlüğü, depresyonun şiddetinden bağımsızdır. Psikoterapi, orta veya hafif şiddette depresyon geçiren hastalar için olduğu kadar, şiddetli depresyon geçiren hastalar için de antidepresan ilaçlardan daha üstün performans gösteriyor.”(I.Kirsch, 2012. Shf. 21-22-176-177 ve muhtelif sayfalar).

Peki hangi psikoterapi türü daha etkilidir derseniz? Onun cevabını da Kirsch versin; “ depresyon için çeşitli psikoterapi yöntemleri mevcut. Bunlar arasında en yaygın olanı ve en detaylı araştırılmış olanı, bilişsel davranışçı terapilerdir”.

Ancak “kişilerarası (interpersonel) psikoterapi”, “kısa dönemli psikodinamik psikoterapi”, “rasyonel emotif terapi” ve travmatik süreçlerin eşlik ettiği vakalarda kullanılan EMDR ve kanıta dayalı bilişsel davranışçı hipnoterapi de diğer etkili yöntemler arasında sayılabilirler. (S.J.Lynn & İ.Kirsch ve A.Alladin)

Hiç kimse doğal psikoterapist değildir. Psikoterapi yapabilmek için bu konuda eğitimler almak mecburiyetindesiniz. Terapistinizin “tabela terapisti” olmadığına dikkat ederek, gerçekten psikoterapiler üzerine aldığı eğitim ve uygulamalarına bakarak tercih noktasında yaklaşımınızı belirleyebilirsiniz.

Bu arada son bir not olarak şahsi kanaatim; Bırakın ilacınızı hekiminiz düzenlesin. İlaç kullanıp kullanmayacağınıza güvendiğiniz ve inandığınız hekim karar versin. Siz kendi başınıza ne ilaca başlayın ne de başlanan ilacı kesin. Bu hatalı olur. İlaçla tedavi hekiminizin işidir onun sorumluluğundadır. Ama her ne olursa olsun psikoterapiyi ihmal etmeyin, mutlaka dikkate alın.

Kaynakça:

Antidepresan Efsanesinin Sonu, Çıplak Kral’ın Yeni İlacı. İrving KİRSCH. Kuraldışı Yayınları. 2012.

İlaçla Tedavi Efsanesi. Joanna MONCRİEFF. Metis Bilim. 2010.

Klinik Hipnozun Esasları. Kanıta Dayalı Bir Yaklaşım. S.J.Lynn& I.Kirsch. Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları- 66. 2012.

Yazının devamı...

Asıl İhtiyacımız Olan Şey...

İhtiyaçlarımız zamana ve mekana göre değişir. İhtiyaçları değiştiren ve şekillendiren başka unsurlar da var elbette. İhtiyaçların farkına varmak bunların içinde en önemlilerinden biri olarak görülebilir. Bir kişinin her hangi bir konuda ihtiyacı olduğunu biliyor olması bu konudaki farkındalığı ile mümkündür. Çok basit bir bakışla; karnı aç olan ve açlığının farkında olan bir kişi yemek yemeği akıl edebilir. İşte tam bu noktada farklı unsurlar devreye giriyor.

Zamanla otomatikleşmiş kimi alışkanlıklar içsel dünyada farkına varılanı biliş dünyasına çekemeyebiliyor işte o vakit farkındalığı fark edemiyor rutinin içinde kayboluyoruz. İş sadece yemek yiyip karnınızı doyurmakla sınırlı kalıyor. Ne yediğiniz yemeğin farkına varıyor, ne lezzet alabiliyor, ne de şükredebiliyorsunuz. Dolayısıyla farkındalık her alanda önemli. İhtiyaçların farkına varmak yetmiyor. O ihtiyaçların karşılanması süreçlerinde neler yaptığınız ve ne kadar farkında olduğunuz da önemli.


Hep söyler dururuz ya "bugünlerde birliğe ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var" diye... Ben aslında her zamankinden daha fazla farkında olmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu birlik ve beraberlik ihtiyacı söylemi maalesef artık işlev görmüyor, sıradanlaştı. Çünkü ne anlam ifade ettiğiyle ilgilenmiyoruz, içini boşalttığımız için bir işe yaramıyor.

Sıradanlaşmayı öylesine içselleştirmişiz ki, bunun dahi farkında değiliz. Bir an önce yavaşlayıp ruhumuzu da bekleyelim. O geride kaldığı müddetçe yavan bir dünyada her şeyden uzak yaşamaya mahkum olabiliriz.


"Bilinçli farkındalık ve iletişime" yönelik yazdığım bir yazıdan alıntı ile ne demek istediğimi kısaca ifade etmiş olayım:

"Bilinçli farkındalık, Siegel’e göre benden bize geçişi sağlar. Tıpkı ailenin tanımı gibi; ben varlığında biz olabilmek… Bu bağlamda bilinçli farkındalık, empatik bir yaklaşımı da öncelemektedir. Empatik yaklaşım sağlıklı iletişimin olmazsa olmazlarındandır. Bu sayede hoşgörü çerçevesinde uzlaşma ve dayanışmadan yana tavır alabilir, mutlu bir benlik ve mutlu bir çevre içinde yaşamın tadına varabiliriz.
Bilinçli farkındalıkla yargısızlığı hedefleyen kişiler, zihinlerinin tertemiz kalmasına yardımcı olurlar. Çoğumuzun zihni, tıpkı eski bavulların, çerçöpün, ıvır zıvırın atıldığı tozlu tavan arası görünümünden pek de farklı değildir. Bu yüzden günümüze ait bir olayı değerlendirirken her defasında o çöp dünyasına geri döner bir türlü temiz algıya ulaşamayız. Bilinçli farkındalık o an ne yaptığımızı bize göstererek arınmış bir zihinle olayı algılama kolaylığı sağlar. İletişim için yargısızlık ve önyargısızlık özel bir öneme sahiptir. Kişileri olduğu gibi kabul edebilmek âlicenaplığı ancak bu sayede mümkün olabilir.


Kısacası; sağlıklı bir iletişim için bilinçli farkındalık son derece önemli olup, basit birkaç uygulama ile kolaylıkla hayatınıza dâhil edebilirsiniz. İnsan şunu da sormadan edemiyor; ülkeler ulusal düzeyde bilinçli farkındalığa ulaşmış olsalardı, uluslar arası arenada yaşanan şu son acılar acaba yaşanır mıydı?"

Ne dersiniz?

Yazının devamı...

Okuma Notlarım

Sokrates'ten iki inci
"İnsanın, nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi, onun değersiz ve dolayısıyla mutsuz bir hayat sürmesiyle eş anlamlıdır."
Buradan iki çıkarımda bulunabiliriz;

1- Farkındalık hayatımızda önemli bir unsurdur.

2- 2- Olumsuz Otomatik Düşüncelerimizi hemen ve mutlak doğru olduklarını kabul etmek yerine incelemeye alabilir ya da analize tabi tutarak inceleyebilir ve sonra kendi adımıza daha güzel, iyi ya da doğru kararlara ulaşabiliriz. Bu şekilde belki de huzur ve mutluluğun bir ucundan tutabilmeye imkan tanımış oluruz...

...Ve yine Sokrates; " Sorgulanmamış bir hayat süren insanların hayatı kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir."
"Yaşadığım hayat benim hayatımdır!" diyebilmek hayatı artı ve eksileriyle bir bütün olarak kabul etmekten geçer. Onu her şeyiyle yaşayabilme becerisi göstermek ona sahip olabilmektir. Sorgulanmamış yaşamda farkındalık yoktur. Farkındalığın olmadığı yaşamda da mutluluk...

Korkaklar arkanızdan konuşur

Falanca kişi senin aleyhine konuşuyor diyenlere Sokrates şu cevabı vermiş: "O zaten iyi konuşmasını hiçbir zaman öğrenememiştir".
Yüzünüze karşı konuşma cesareti gösteremeyen zavallılara aldırmayın, korkak ve dedikoduculardan dost olmaz...

Samimi İlişkiler

Sağlıklı, uzun süreli ve yakın ilişkinin bazı özellikleri olmalıdır;
Her iki taraf kendini ifade etme özgürlüğüne sahip olmalıdır, mesela…
Kişi bu ilişki için kendini feda etmediği gibi kendine karşı bir ihanet içinde de olmamalıdır, (elbette karşıdan da beklememeli...)
Olaylar ve yaşanılanlar karşısında güç ve kırılganlık, zayıflık ve rekabet bir denge içinde olmalı, kişileri rahatsız edici boyutta yaşanmamalıdır,
İlişkide her iki taraf değerlilik, yeterlilik ve sevilebilir olmaklıklarını hissediyor ve yaşıyor olmalıdırlar...
...Ve İletişimin her unsuru ilişkide kullanılıyor olmalıdır.

Olumsuz Otomatik Düşünceler

Uyumsuz varsayımları (eğer başarısızsan değersizsindir) ve temel inançları (ben değersizim, ben başarısızım) değiştirmeyi öğrenmek, gün içerisinde beliren olumsuz ve çarpık otomatik düşüncelerin sayısını azaltmaya yardımcı olur.
Yeni varsayımlar ve temel inançlar geliştirmek sıkıntınızı azaltabilir ve davranışlarınızı yeni inançlarınızla tutarlı bir şekilde değiştirmenize yardımcı olabilir..
Varsayımlar ve temel inançlar çocukluktan gelir. Onlar yaşama uyum süreçlerimizdir, doğruluk ve yanlışlıkları tartışılmaz. Üstelik o zamanlarda işimize de yaramışlardır. O zamanlardaki yaşamımızın anlamlandırılmasında hiç de yabana atılacak gibi değildirler...
Ne var ki belli bir dönemden sonra artık yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdırlar. Tıpkı eski günler gibi hiç bir denetime tabi tutmadan kabul ettiğimizde sorun yaratırlar...

Mutluluk

Tolstoy'a "Nasıl mutlu olursunuz?" diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
"Sahip olduğum şeylere sevinerek, sahip olamadıklarıma ise hiç üzülmeyerek."

Materyalist algıya ya da doyumsuzluk hazımsızlığı çekenlere ve hatta elindekilerle yetinmeyip, farklı mecralara yelken açanlara “mutedil” bir cevap!

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.