SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Anne - çocuk bağlanması yetişkinlikteki ilişki kurma biçimimizi şekillendiriyor!

Hangimiz gerek duygusal gerek arkadaş ilişkilerimizde bir problem yaşadığımızda “Neden hep böyle oluyor?” diye sormamışızdır ki? Aslında yaşadığımız ilişki kurma biçimlerine, ilişkilerimizin nasıl ilerlediğine, ilişkileri nasıl sürdürdüğümüze, ne zaman problemler çıktığına bakarsak benzer özelliklerin hep tekrarladığını görebiliriz.

Bunun sebebi çocukluk çağımızda annemizle veya bize bakım veren kişi ile kurduğumuz bağlanma biçiminden kaynaklanmaktadır. Bir gelişim psikoloğu olan Mary Ainsworth çocukların bağlanma biçimlerini gözlemleyebilmek için bir deney oluşturmuştur. Bu deney 12 – 24 ay arası çocuklarla gerçekleştirilmiştir. Deneyin sonucunda, çocukların annelerinin varlığı ve yokluğu durumunda geliştirdikleri davranış biçimlerini gözlemleyerek üç çeşit bağlanma biçimi sunmuşlardır. Öncelikle bunlardan biraz bahsedelim:

Bu bağlanma biçiminde çocuklar anneleri yanlarındayken ilk kez gördükleri bir odada özgürce hareket etmiş, odanın içindeki nesneleri keşfetmişlerdir. Bu, aslında annelerini “güvenli” olarak tanımladıklarını göstermektedir. Anneleri yanlarındayken odaya bir yabancı girdiğinde de rahat davranışlar sergileyip bu yabancı ile de rahatça iletişime geçebilmişlerdir. Anneleri odayı terk ettiğinde gözlemlenebilir bir şekilde üzülmüş, odaya geri döndüğünde ise onu gördüğüne sevinmişlerdir. Bu, aslında çocukların annelerinin varlığı ve geri döneceği konusunda kendilerini güvenli ve güvende hissettiklerini göstermektedir.

Bu bağlanma biçimini gösteren çocuklar annelerinin varlığında dahi gerginlik belirtileri göstermişlerdir. Anne odayı terk ettiğinde yüksek kaygı düzeyine ulaşan bu belirtileri, anne odaya döndüğünde sakinleştirmekte zorlanmıştır. Çocuklar, annelerine adeta “yapışmış” bir davranış biçimi göstermiş, yanlarından ayrılmamış, bazıları annelerinin kucağından inmemiştir. Bazı çocuklar annelerine kızgınlık ve küskünlük yaşayıp bunu onlara vurma, yumruklama, tekmeleme gibi fiziksel şiddet davranışları kullanarak anlatmışlardır.

Bu bağlanma biçimindeki çocuklar ise anne odadayken anneden kaçınma veya onu yoksayma davranışları gösterirler. Anneleri odayı terkettiğinde, bir yabancı odaya geldiğinde ve anne geri geldiğinde çok az duygu değişimi gözlenmiştir. Çocuklar – anne odada olsun veya olmasın – odanın içindeki nesneleri keşfetmek için istekli davranışlar sergilememiştir. Anneleri odayı terkettiğinde gerginlik belirtileri göstermemiş, anneleri odaya döndüğündeyse ya biraz iletişim kurmaya çalışmış ve biraz yok saymış ya da annelerini reddetmişlerdir.

Sağlıksız bağlanma biçimlerinin nedenleri nelerdir?

Kaygılı bağlanma davranış biçimleri çocuk açısından öngörülemez, bağdaştırılamaz olan ve sabit, sürekliliği, yapılanması olmayan bir bakım verildiğinde ortaya çıkmaktadır. Bu davranış biçimi anneye karşı öfke ya da çaresizlik duyguları uyandırmaktadır. Vurma, yumruklama, tekmeleme aslında annenin varlığını sürdürmesi ve iletişimi kontrol altına alabilmek için çocuk tarafından geliştirilmiş bir stratejidir.

Kaçıngan bağlanma geliştiren çocukların bu telaşsız, kayıtsız, heyecansız davranışlarının aslında gerginliklerini gizleme adına geliştirdikleri bir maske olduğu söylenebilir. Bu davranış biçiminin gelişmesine en büyük sebep ise aslında aynı davranışı anneleri ile ilişkilerinde deneyimlemiş olmalarıdır. Yani bu çocukların annelerinin tekrar bir araya gelme durumunda heyecansız, kayıtsız davranışlar sergilediği söylenebilir. Çocuğun ihtiyaçları genellikle karşılanmamıştır ve çocuk ihtiyaçları için annesiyle iletişime girmesinin annesinin üzerinde bir etki yaratmayacağı inancını geliştirmiştir.

Peki bu bağlanma biçimleri yetişkinlik ilişkilerimizi nasıl etkiler?

Anneyle olan bağlanma deneyimleri aslında yetişkinlik dönemimizdeki her türlü yakın ilişkinin bir provasıgibidir, bu ilişki biçimini model alarak davranırız. Bu deneyimler esnasında bireyin benlik değerini geliştirmektedir. Kendisini ne kadar sevdiği, başkaları tarafından ne kadar sevgiye, saygıya layık olduğu, ne kadar değerli bir birey olduğu bu deneyimlerden elde ettiği sonuçlarla oluşmaktadır. Aynı şekilde başkaları ile ilgili geliştirdiği düşünce biçimleri de yine bu ilişkinin sonucudur. Başkalarının ne kadar güvenilir, tutarlı, önemseyen, sevgi dolu bireyler olduğuna anne modelinden yola çıkarak karar verilir.

Yukarıdaki bağlanma biçimlerini baz alırsak yetişkinler de yetişkinlik ilişkilerinde benzer özellikler göstermektedir. Güvenli bağlanmakuran bireyler hem benlik hem başkalarının değeri açısından olumlu düşüncelere sahiplerdir. İlişkilerini sürdürme konusunda istekli ve başarılı olan bu bireyler için kişisel özelliklerini kaybetmemek de aynı şekilde önemlidir. Kaygılı bağlananbireyler çocukluk dönemlerinde annelerinden sürekli ve yapılandırılmış bir sevgi ve güven sağlayamadıklarından kendileri ve başkaları hakkında geliştirdikleri inançları olumsuzdur. Her an ilgiden yoksun kalacağını düşünen bu bireylerilişkilerinde de benzer özellikler gösterip karşılarındakine aşırı bağlılık hatta bağımlılık gösterirler. Kaçıngan bağlananbireyler hem benlik değerlerini hem başkalarının değerlerini olumsuz görme eğilimindelerdir. Yakın ilişkiler onlar için çok önemli olsa dahi bunu reddeder, kolayca yakın ilişki kuramazlar. Bu bireyler kimsenin ilgisinin gerçekliğine inanmazlar – onlar için bağlanmak ve birisinin onlara bağlanması korkutucu bir senaryodur. Kendilerine ve kendi kararlarına güvenmeyen bireyler başkalarını kendilerinden daha üstün, daha yetkin ve doğru kararlar alabilen bireyler olarak görmektelerdir, dolayısı ile takıntılı bir bağlanma kurabilirler.

Web: www.ozlemataoglu.com.tr

Instagram: psikologozlemataoglu

Yazının devamı...

"Zehirli" ilişkilerin 5 yüzü!

Pek çoğunuz kendine yardım kitapları okuyarak ilişkilerini daha iyi hale getirmeye çalışmıştır eminim, fakat buna rağmen pek çoğumuz halen bizi “zehirleyen” ilişkiler yaşamaya devam ediyoruz. Bunun sebebi genellikle bize zarar verici bu zehirleri yaratanlarla kendimizi ortaya koyarak konuşmaktan ve hatta bu romantik ilişkiyi, arkadaşlığı ya da işi terketmekten korkutuğumuz için oluyor.

Bu “zehir” kendisini farklı yüzlerle gösterir ve maalesef en kötüleri parlak, kibar, güçlü görünen bireyler tarafından gösterilmektedir. Bu parlak ve kibar dış görüntü bir illüzyon olabilir – hiçbir şey göründüğü gibi olmak zorunda olmadığı gibi insanlar da değildir. Bu “zehirli ilişki”lerin en tanıdık 5 yüzü, başarılı ve beklenmedik derecede kibar insanların arkasına saklanabilir. Bunlar, sık rastlanan ve kötüye kullanılan ilişkilerde yaygın olan kişilik özelliklerindendir.

Arkadaşlık, romantik ilişki, aile bireyi veya iş – söz konusu hangi ilişkiyi bitirmek olursa olsun, çoğumuz kendimizi boğuluyor gibi hissettiğimiz için bitirmek isteriz. Elbette bu zehirli ilişkilerin beşten fazla yüzü var fakat en sık rastlananlarının aşağıdakiler olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzler çakışabilir, iki veya ikiden fazlası aynı anda gözükebilir.

ELEŞTİREL

Kendinizi hiç ne yaparsanız yapın yargılandığınız ve eleştirildiğiniz bir ilişkide hissettiğiniz oldu mu? Eleştiri, öneriden farklıdır ve bu noktada aradaki farkı anlamak önemlidir. Örneğin, randevuya gecikme örneğine bakalım. Sürekli gecikme, hiçbir koşulda sahip olunan iyi bir özellik değildir. Profesyonel ve kişisel ilişkilerinizi engelleyebilir, bu özelliğe sahip bireyler çoğunluk tarafından kötü karaktere sahip olarak değerlendirilmektelerdir. Fakat bu, birinin “kötü karaktere” sahip olduğunu göstermez, her bireyin üzerinde çalışması gereken kişisel özellikleri vardır ve hepimizin hatalar yapıyoruz.

Şu örneği düşünelim, partnerinizle olan yemek randevunuza uyarmadan 15 dakika geciktiniz. Partnerinizi gördüğünüz kadarıyla çok öfkeli ve neden geciktiğinizi ya da ne olduğunu sormak yerine sizi aşağılamaya başlıyor. “Her zaman geç kalıyorsun, kendinden başka kimseyi düşünmüyorsun. 15 dakikadır oturmuş seni bekliyorum ve ne olursa olsun hiçbir zaman da zamanında gelecek gibi gözükmüyorsun.”

Bu, eleştirelliğin mükemmel bir örneği ve muhtemelen bu kişi sizin her hareketinizi eleştiriyor. “Onu mu giyeceksin?”, “Neden hiç ……?”, “Problemin ne senin?” gibi sorularla listeyi uzatabiliriz. Kendinizi küçümsenmiş ve ne yaparsanız yapın iyi ya da yeterince iyi yapamadığınızı hissedersiniz.

Şimdi yine aynı senaryoyu düşünelim. Partneriniz öfkeli görünmesine rağmen size eleştiri oklarını yönlendirmek yerine bu durumla ilgili soru soruyor: “Genellikle geç kaldığını fark ettim. Bir sebebi var mı veya başka biri de hiç bunu farketti mi?”. Bu, bir bireyin istenmeyen bir davranış biçiminin neden oluştuğunu sorgulamasına yönelik bir örnek – kişiyi suçlama yerine, davranışı suçlama olarak da düşünebiliriz.

Eleştirel, ilişkinizin içine çok fazla zehir getirebilir. Eleştirel, size hiçbir zaman aşağılayıcı isimlerle çağırmaz fakat sürekli düşüncelerinizi, görünüşünüzü, hayata bakışınızı aşağılayabilir. Bu, genellikle, düşük kendilik değerine sahip olmaları ve kontrolün onlarda olmasını istediklerindendir. Kötü alışkanlıklarınızı değiştirerek geliştirmek için önerilerde bulunmak yerine bu alışkanlıkları eleştirmek ve sizi birey olarak engellemek için her fırsatı kollarlar. Eleştirel, davranış yerine kişiyi eleştirir. Bir ebeveynin çocuğuna söyleyebileceği en zararlı cümle “Kötü bir şey yaptın.” yerine “Kötü bir çocuksun.” demektir.

PASİF AGRESİF

Hepimiz pasif agresif insanları biliriz, en zehirli karakterlerden biridir. Bu bireylerin ne mesajı vermeye çalıştığını hiçbir zaman anlayamazsınız. Kendinizi her zaman diken üstünde hissedersiniz. Duygularının reddi, alaycılık, yarım ağızla ve istemeden yapılan komplimanlar bir bireyin pasif agresif olduğunu söyleyebilmek için kesin yollardır.

Partnerinizi kızdıracak bir şey yaptığınızı düşünün ama tam olarak ne yaptığınız konusunda emin değilsiniz. Neden öfkeli olduğunu sorarak içgörü kazanma, gelecekte aynı davranışı yaparak ona tekrar böyle hissettirme ihtimalini ortadan kaldırabilme adına bu talepte bulunabilirsiniz. Fakat, ne kadar size uzak davranıyor gözükürse gözüksün, partneriniz neden öfkelendiğini söylemek yerine “İyiyim.” veya “Kızgın değilim.” diyecektir. Bu da beyninizde daireler çizmenize, partnerinizin ne düşündüğünü ve neden bu gizli mesajları gönderdiğini anlamaya çalışmanıza sebep olacaktır. Partnerinizin zihnini okumak için sayısız saatler geçirebilir, kendi davranışlarınızı ve hareketlerinizi tekrar tekrar gözden geçirmeye başlayabilirsiniz.

Bir birey açık bir iletişim kuramıyor, bir başetme mekanizması olarak alay ediyor, karışık mesajlar gönderiyor veya öfkeli davranışlar sergilemesine rağmen yolunda gitmeyen bir şey yokmuş gibi davranıyorsa, bir Pasif Agresif ile iletişimdesiniz demektir.

Pasif agresiflik aslında öfkenin pasif bir şekilde dışavurumudur. Sık rastlanan örnekler tekrarlayan bir şekilde sizi bekletmek veya bir randevunuza geç kalmanıza sebep olmaktır.

NARSİSİST

Bir narsisist, kendisinin dünyaya gönderilmiş bir hediye olduğuna inanır ve öyle davranır; her şeyi bilir, her şeyde en iyidir ve bunu söylemekten çekinmez. Ne kadar zeki veya deneyimli olursanız olun, hiçbir zaman bu bireyle kıyaslanacak düzeye gelemezsiniz. Pasif agresiflik gibi, narsisizm de bir kişilik bozukluğudur ve zehirlidir. Narsisist kendisini bir kürsüye koyar ve size bulunduğu yerden tepeden bakar. Bu bireylerle kendinizi her alanda, her durumda sürekli yarışıyor olarak hissedebilirsiniz. Narsisistler genellikle uzlaşma konusunda istekli değillerdir, içgörü ve empati yoksunluğu içindelerdir ve dikkat odağı olmak isterler. Özel durumları, anları bozmak için davranışlarda bulunabilirler – örneğin doğumgününüzde veya kariyerinizde önemli bir gelişmede – her ne kadar günün insanı siz de olsanız, ilgi odağı onlar olmak isteyeceklerdir çünkü bu bireyler sürekli olarak yüceltilmeye ihtiyaç duyarlar.

Antik Yunan mitolojisinden Narkissos bize narsisistik karakterleri anlamada yardımcı olabilir. Narkissos suya baktığında ve kendisi yerine çok güzel bir çiçek gördüğünde şaşırmıştı. Narsisist aslında kendinden nefret etmektedir, kolayca incinebilen ince bir teni vardır ve bu onda, kendilik değeri çok düşük olduğundan, öfke, hiddet ve nefret duyguları uyandırmaktadır. Narsisist, incinmiş veya reddedilmiş hissettiğinde çevresindeki her şeye ve herkese zarar vermek, onları yok etmek istemektedir. Bu, özellikle siyasi alanda tanık olunabilecek korkutucu bir senaryodur.

ENGELLEYİCİ

Pek çoğumuz engelleyici bireyleri görmüş veya duymuşuzdur – konuşmayı veya bir konu olduğunda duygularını paylaşmayı reddeden bireylerden bahsediyoruz. Engelleme aslında konuyu geçiştirebilmek için iletişim kurmayı reddetme anlamına gelmektedir. Bu, diğer bireye genellikle önemsiz olduğunu ve açık iletişim kurmaya değer biri olmadığını hissettirecektir. Engelleyici, soğuk gözükebilir ve ortada bir problem olduğunu kabul etmeyi reddedebilir. İletişim kurmayı reddetme, gelecekte sağlıklı bir ilişki kurabilmenin önüne engeller ve negatif düşünceler yaratacaktır. Ayrıca, bu sizin de kırgınlık ve suçluluk duyguları barındırmanıza sebep olacaktır. Tanıdığınız biriyle iletişim kurmaya çalışıyor ve bu kişi dürüst olmayı, kendisini size açmayı reddediyorsa o zaman bu ilişkinin içinde neden yer aldığınızı tekrar düşünmek isteyebilirsiniz.

Engelleyici’nin sorunuza cevap vermemesi ve iletişim kurmaması beklenen kişilerarası yakınlıkta olmadığından sizi kızdırabilir hatta öfkelendirebilir. Siyasi bir tartışmada bu davranış kullanışlı olabilir ancak günlük hayatımızda değil. Engelleyici’nin davranışı pasif agresif davranışla benzer özellikler göstermektedir.

ANTİSOSYAL KİŞİLİK

Antisosyal Kişilik Bozukluğu, DSM – 5’te tanımlandığı gibi sosyopat (çocukluk çağı travmalarınıın sebep olduğu düşünülen, patlayıcı ve şiddet içeren davranışlarla şekillenmiş) ve pişmanlık veya empati gibi duyguları deneyimlemeyen, başkalarından yararlanan, sahtekarlık gibi suçları açgözlülük ve intikam gibi duygu motivasyonlarıyla gösteren psikopat özellikleri barındırmaktadır. Bu psikopatik davranış biçiminin genetik veya doğuştan olduğu düşünülmektedir.

Hepimizin belli kişilik özelliklerine yatkınlığı vardır. Belki de bu sebeple toplumun büyük bir kısmı antisosyal davranışlara kanmaktadır – bir kısmını kendimizde de gördüğümüzden. Aynı zamanda, defalarca bir daha affetmeyeceğinizi, bunun son olduğunu, çok yıprandığınızı söylemenize rağmen bu bireyleri affeder ve hayatımıza geri alırız – aynı kendimizi affettiğimiz gibi. Fakat, psikopatları psikolojik bukalemunlar olarak düşünebiliriz – karşısındaki kişiyi veya durumu beklenen duyguları gösterip manipüle ederek para, seks, güç, ego tatmini elde etmektelerdir. Genellikle o kadar yeteneklilerdir ki kurbanları neler olduğunu farkedemezler. Bu psikolojik şiddet davranışı ancak deneyimlenen acının ustalıkla sorgulanması ile engellenebilir. Beklendik bir şekilde, çoğu birey buna inanmamakta ve kanıtları çok geç olana kadar yok saymaktadır. Psikopatın aşkı kendi kitaplarına uydurdukları kontrol, güç ve pohpohlanma ile ilgilidir.

YÜZLEŞME ZAMANI

Eğer buna benzer kişilik özellikleri gösteren biriyle ilişki içindeyseniz, bu kişiyle beraberken, vakit geçirirken kendinizi nasıl hissettiğinizle ilgili düşünmeye zaman ayırmanız akıllıca olabilir.

Web: www.ozlemataoglu.com.tr

Instagram: psikologozlemataoglu

Yazının devamı...

"Sağlıklı olumsuz duygu" da nedir?

Bir önceki yazımda istenmeyen duyguların aslında hayatta kalmamızı, hayata adapte olmamızı sağladığından bahsetmiştim. Peki bu olumsuz duygular her zaman sağlıklı mıdır? Nasıl ayırt ederiz?

Olumsuz duygularımız elbette her zaman sağlıklı değildir. Öncelikle bunları iki başlık altında toplayalım; ve olarak ikiye ayıralım.

Sağlıklı olumsuz duygular istenmeyen, kötü, mutsuz edici, kaygı verici olaylar karşısında deneyimlediğimiz, herkesin bunu deneyimlemesini doğal olarak kabul edebileceğimiz fakat yine de hoşa gitmeyen, istenmeyen duygulardır. Örneğin, sevdiğiniz birinin kaybı durumunda yaşayacağımız duygu derin bir üzüntü, hüzün, mutsuzluktur; buna yas da diyebiliriz. Bu dönemi geçirmek normal, hatta sağlıklıdır.

Başka bir örneği düşünelim; çok kalabalık bir topluluğun karşısında performansınızın değerlendirileceği, alanında uzman kişilerin katıldığı bir seminerde sunum yapacağınızı düşünün. Yaşayacağınız duyguyu heyecan, kaygı, huzursuzluk olarak değerlendirirsiniz ve bu da yaşanması çok normal bir duygudur, optimal (en uygun) düzeyde bir kaygı – aslında performansınızı arttıracağından – yine sağlıklıdır.

Şimdi bir de şunu düşünelim; varsayalım okulda veya iştesiniz. Koridorda yürürken bir arkadaşınızı gördünüz, yanındaki kişi ile sohbet ederek yürüyor. Sizi gördü fakat selam vermeden yanınızdan geçti. Olasılıklarımız neler olabilir? Sizi aslında görmedi, o esnada yanındaki kişi ile önemli bir konu üzerine konuşuyordu veya bilmediğiniz bir sebepten arkadaşınızı kırdınız. Hangi düşünce sizde daha yoğun olurdu? Eğer sadece üçüncü seçeneğe yoğunlaşıyor, sadece bunun üzerine düşünüyor, üzülüyor, kaygılanıyor, işinizi yapamamaya başlıyor, arkadaşınızı 5 dakikalık aralıklarla arıyor her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol ediyorsanız sağlıksız olumsuz duygular deneyimliyorsunuz demektir.

Burada ayırt etmek için anahtar soru olarak kendimize şunu sorabiliriz; “Böyle bir durumda, en yakınımdaki 10 kişiye sorsam onlar da aynı duyguları deneyimler, aynı şekilde davranır mıydı?”. Bu yöntem, psikoterapi seanslarında sıkça kullandığımız bir yoldur. Bu soruyu genişletip sokaktan 100 kişi çevirsek onlar da aynısını yapar mıydı olarak da sorabiliriz. Verdiğimiz cevapların objektif olduğunu, gerçekten düşünerek cevap verdiğimizi kabul edelim; evet diyorsak yaşadığımız duyguları sağlıklı olumsuz duygular olarak kabul edebiliriz. Fakat ya herkes aynı şekilde davranmıyor, aynı şekilde hissetmiyorsa? Bu noktada akılcı olmayan, irrasyonel düşüncelerimiz bizi yönetmeye başlamış demektir. Bunları değiştirmek her zaman çok kolay olmayabilir. Böyle bir durumda alanında uzman bir psikolog ile bunların üzerine çalışmaya başlamalısınız.

Web: www.ozlemataoglu.com.tr

Instagram: psikologozlemataoglu

Yazının devamı...

İstenmeyen duygular hayatta kalmamızı sağlıyor

Gün içinde ne kadar çok duygu yaşadığımızın farkında mısınız? Bir kısmını rahatça yakalayabiliyoruz, bir kısmını ise farketmeden deneyimleyip hayatımıza devam ediyoruz fakat farketmesek dahi bu duygular o anki ruh halimizi oldukça etkiliyor. Bazı duyguları çok rahatça yakalayabilmemizin nedenini ise bu duyguları çok yoğun yaşamamız olarak düşünebiliriz.

Kendinizi trafikte sıkışmış hayal edin, çok önemli bir toplantınız olduğunu, mesainizin başlamasına 10 dakika kala önünüzde yarım saatlik bir yol olduğunu düşünmeye çalışın. Kalabalık bir topluluk önünde konuşma yapacağınız gün konuşma metninizi unuttuğunuzu varsayın. Ya da ilk evlilik yıldönümünüzü unuttuğunuzu düşünün. Üç saat önce evde olması gereken ev arkadaşınızın eve halen gelmemiş olduğunu hayal edin.

Örneklerin hepsi olumsuz, stresli, istenmeyen duyguları çağrıştırıyor olmalı. Hangimiz böyle stresli durumlarda kalmayı, bu tip durumları deneyimlemeyi veya herhangi bir yakınımızın deneyimlemesini isteriz? Muhtemelen hiçbirimiz bu konuda pek de gönüllü olmayacağız. Peki bu olumsuz duyguların deneyimlenmesinin aslında psikolojik açıdan hayatta kalmanızı sağlayan, adaptasyon gücünüzü arttıran çok önemli bir faktör olduğunu bilseniz fikriniz değişir miydi?

Araştırmalar, özellikle olumsuz duyguların hızlı, otomatik ve faydalı tepkiler vererek hem duygusal hem fiziksel açıdan hayatta kalmamızı sağladığını göstermektedir. Özellikle terapi seanslarımda, duygulardan bahsederken sıkça verdiğim bir örnek bunu zihninizde biraz daha somutlaştıracaktır; karşıdan karşıya geçerken üzerinize doğru 180 km hızla bir arabanın geldiğini düşünün. Yaşayacağınız duygu – her ne kadar istenmedik olsa da – korkudur ve onun sayesinde kendinizi yolun kenarına atıp hayatta kalırsınız. Bu yüzden olumsuz duygular istenmedik olsa da bu duyguların işlevselliklerinin olduğunu düşünebiliriz.

Nedir bu işlevsellik dediğimiz?

İşlevsellik kavramını, yine somutlaştırmak gerekirse, bir makinanın çalışması için gerekli olan tüm parçaların çalışması, yapması gereken görevi yerine getirmesi olarak düşünebiliriz. Yani bir nevi tüm parçaların çalışır durumda, fonksiyonunu tam kapasite gösteriyor olması olarak tanımlanabilir.

Bir bireyin işlevsellik alanlarından birisi de duygularıdır. Peki bu olumsuz duygular bireyin sisteminin çalışıp fonksiyon göstermesine nasıl yardımcı oluyor? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için öncelikle duyguları hangi durumlar karşısında geliştirdiğimize bakalım, yani duygularımızı tanımlayabilmeyi öğrenelim. Duygumuzu tanımlamadan ve bir olay karşısında hislerimizi belirleyemeden ne yaşadığımızı tam olarak anlamlandıramayız; bu, duygu işlevinin tam olarak çalışamamasına dolayısı ile duygusal işlev açısından hayatta kalamamamıza sebep olacaktır. Aşağıda belli başlı olumsuz duyguların hangi durumlarda ortaya çıktığına ve bunların ne bağlamlarda işimize yaradığına bakalım:

Korku Hayatımızı, sağlığımızı ve genel iyilik halimizi tehdit eden durumlara karşı tepkimizi belirleyen bir duygudur. Bize tehlikeden kaçmamızı söyler.

Öfke Önem verdiğimiz bir hedefin, planın veya aktivitenin engellenmesi, özbenliğimize ya da önem verdiğimiz birinin benliğine gelebilecek olası bir saldırı karşısında gösterdiğimiz duygudur. Bizi kendimizi savunma, hakimiyet ve kontrolde olma durumuna odaklamaktadır.

İğrenme Nahoş, hakarete uğramış hissettiren, bulaşıcı olabilen durumlara veya nesnelere verdiğimiz duygusal tepkidir. Nesneyi, durumu ya da olayı reddetme ve bu durumdan uzaklaşmamız üzerine davranışlarımızı organize etmektedir.

Üzüntü Sevdiğimiz birinin veya bizim için önemli olan bir nesnenin kaybı, kaybedilmiş ya da ulaşılamamış hedefler veya amaçlar karşısında deneyimlediğimiz duygudur. Bizi aslında neyin önemli olduğunu, amaçların peşinden gitmenin ne anlama geldiğini düşünmeye ve yardıma ihtiyacımız olduğunu söylemek için diğerleriyle ilişki içine girmeye sevketmektedir.

Utanç Kişisel özelliklerimize ve/veya davranışlarımıza içinde bulunduğumuz topluluk tarafından itibar edilmemesi ve bunların onaylanmaması akabinde gelişen duygudur. Sınırları aşan özellik ve davranışlarımızı saklamaya veya zaten çevremiz tarafından biliniyorsa hafifletme ya da bastırmaya yönelik davranışlar geliştirmeye yönlendirmektedir.

Suçluluk Belirli davranışlarımız değerlere karşı bir ihlal gerçekleştirdiğinde ortaya çıkan duygudur. Bu ihlali ortadan kaldırmaya yönelik davranışlar ve eylemler yapmamızı sağlamaktadır.

KıskançlıkBizim için çok değerli olan ilişkilerin veya nesnelerin elimizden alınması tehdidi ile karşı karşıya kaldığımızda başkalarına karşı gösterdiğimiz duygusal tepkidir. Bizi sahip olduğumuzu koruma davranışları geliştirmeye güdülemektedir.

İmrenme/Gıpta Etme Bizim istediğimiz veya ihtiyacımız olan ve sahip olmadığımız fakat başkalarının bunları alabilme, elde edebilme, sahip olabilme durumuna ve gücüne karşı deneyimlediğimiz duygudur. Bu duygu bizi istediğimizi elde edebilme konusunda daha çok çalışmaya motive etmektedir.

Bu olumsuz ve istenmeyen duygularımızı öncelikle tanımlamak, deneyimlediğimizde belirleyebilmek ve işlevsel bir şekilde kullanabilmek hayat kalitemizi arttıracaktır. Unutmayalım ki hayatta sürekli olumsuz ya da sürekli olumlu duygular yaşamak diye bir beklenti gerçekçi olmayacaktır.

Bu nokta da bizi yeni bir soruya yönlendiriyor. Bu olumsuz duygular her zaman işlevsel midir? Ne zaman değildir? İşlevsel olmadığını nasıl anlarız? Bu duygular ne kadar yerinde ve uygun duygusal tepkilerdir? Bir sonraki yazımda bu konuya değineceğim...

Web: www.ozlemataoglu.com.tr

Instagram: psikologozlemataoglu

Yazının devamı...

Narsisistik bireyler yetiştirmemek için çocuğunuza nasıl davranmalısınız?

Narsisizm hakkında hepimizin genel de olsa bir bilgisi vardır. Çevremizdeki narsisistik bireylerin bizleri nasıl etkilediğini gözlemleme şansımız olmuştur – birebir deneyimleyerek veya bu bireylerle yaşanan öyküleri dinleyerek. Hepsinin ortak özelliği ise pek hoşa giden deneyimler olmamalarıdır.

Peki nedir bu narsisizm?

Erişkinlikte başlayan, hayatın çeşitli alanlarında ortaya çıkan, kişilerarası ilişkileri yoğunlukla etkileyen kendi değerini çok önemseme, hayranlığa karşı duyulan derin ihtiyaç ve empati yapabilme eksikliği olarak tanımlanan bir kişilik bozukluğudur. Bu kendine olan aşırı özgüven sizi yanıltmasın, bu maskenin altında kırılgan, eleştiriye aşırı duyarlı, öfke duygusu ile yoğrulmuş bir benlik değeri yatmaktadır.

Tüm psikiyatrik rahatsızlıkların olduğu gibi narsisizmin de genetik yatkınlığı bulunmaktadır fakat daha sıklıkla ebeveylerin çocuğa davranış biçimi ile zaman içinde gelişen bir kişilik özelliğidir.

Hangi ebeveynlik biçiminin narsisistik özellikler geliştirdiğini ölçen bir araştırma, çocuklarını haddinden fazla öven, diğerlerinden daha üstün olduğunu ve özel muamele hakettiğini söyleyen ebeveynlerin çocuklarının narsisistik bir yetişkin olmasının daha olası olduğunu bulmuştur.

Peki bu çocuklarımıza duygularımızı göstermeyeceğimiz anlamına mı geliyor? Elbette hayır! Tam tersi, çocuklarımıza onlara karşı beslediğimiz olumlu duyguları göstermemiz çok önemlidir. Paylaşımı yaparken, bu güzel ve olumlu duygulara başkalarından daha üstün oldukları için sahip olmadıklarının altını çizmekte fayda var.

Çocuklarımızı narsisizme yatkınlaştırmadan kendileri hakkında olumlu duygular ve düşünceler beslemelerini nasıl sağlarız?

*Kaynak: https://www.davidwolfe.com/1-parenting-trait-narcissistic-children/

Web: www.ozlemataoglu.com.tr

Instagram: psikologozlemataoglu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.