Yazılı kanyonun gizemi
Yazılı kanyonun gizemi
Eğirdir ve çevresini dolaşmak bir güne sığacak gibi değil. Tarih yüklü şehir ve doğası öylesine güçlü ki...
Sabah erken saatlerde göl kıyısında kahvaltı ettikten sonra Yeşilada'yı dolaşmaya başlıyoruz. Rumlardan kalan ahşap yapıların çoğu ya harap olmuş ya da yerini betona bırakmış. Adanın Karabağlar ve Göktaş köyüne bakan kısmında 1998'de restore edilen Ayastefanos Kilisesi. Az ötede 2. Osman'ın bir fermanıyla kiliseden camiye çevrilen Ada Camii. Sahilde göle girenler çoğunlukta. Minikler ise optimisleriyle pupa yelken gölde süzülüyorlar.
Yeşilada'dan Canada'ya doğru ilerliyoruz. Şimdi park haline getirilen yedi dönümlük Canada ise 1933'te Atatürk'e armağan edilmiş. Ata'nın ölümünden sonra ada tekrar mirasçılarından belediyeye geçmiş. Adayı arkamızda bırakıp Eğirdir'e çok özel bir görünüm kazandıran, Lidyalılar zamanında yapılan kalenin yanından geçiyoruz. Ardından 1237'de Selçuklu Sultanı 2. Giyasettin Keyhüsrev zamanında han, 1301'de de Hamidoğlu Dündar Bey tarafından medrese haline getirilen göle çok yakın mesafedeki enfes bir yapı geliyor. Tepelerde Yılanlıoğlu, Kale ve Ağa camileri...
Gölde yat sefası
Turizme başladığı zaman yöre halkından dayak yiyen ama tüm engellemelere rağmen yılmayan ve yatçılığı Eğirdir'de geliştirmek isteyen Aydın Bey, iki bin yılında Hz. İsa'dan daha fazla Hıristiyanlığı dünyaya yaymak isteyen St. Paul'un yaşadığı Yalvaç Pisidia Antiocheia'sının ününü tüm dünyaya yaymak için inanç turizmi üzerine yoğunlaşmak istediğini söylüyor.
Yazılı Kanyon dinamit kurbanı
Eğirdir'den çıktıktan sonra Konya yolu üzerindeki Kovada Gölü'ne giden yoldan içeri giriyoruz. Bahçeler kiraz ve elma ağaçlarıyla kaplı. Koyu bordo renkli iri Napolyon kirazları göz dolduruyor. Elma ise yörenin en önemli geçim kaynağı. Bahçelerden sonra asırlık çınar, çam ağaçları ve Kovada Gölü tüm görkemiyle karşımıza çıkıyor. Uzaklardaki Dedegöl Dağı karlı zirvesiyle sanki bizi selamlıyor. Gölün ortasındaki ada ise komandoların eğitim yaptığı bir yermiş.
Taş işçiliğinin en güzel örnekleriyle dolu olan evlerin yanından geçip, Türkiye'nin üçüncü büyük ormanlarının olduğu Çandır yolundan Sütçüler bölgesinin içine giriyoruz. Uzaklarda Karacaören baraj gölü... Ve orman deposunun yanından Yazılı Kanyon Tabiat Ormanı'nın içine dalıyoruz.
Aman tanrım öldük de cennete mi geldik? Böylesine bir güzellik olabilir mi?
Lezzetli sular bembeyaz taşların arasından akarak Göksu ırmağına karışıyor. Zakkum ağaçlarının altlarında tahta masalar, insan kalkmak istemiyor.
Ayaklarımız suda serinlerken kahvelerimizi içtikten sonra altından masmavi suların köpürerek aktığı tahta köprülerden geçip, Lidyalılar zamanında Efes'ten Babil'e giden Kral Yolu'na varıyoruz. Kayaların üzerinde bir kitabe ama defineciler para buluruz umuduyla tam ortadan dinamitlemişler! Hemen yanında bir sunak yeri. Sunağın iki tarafında da yazıtlar var. Kral Yolu'nda yürürken tarihin sararmış sayfalarında gezinti yapmamak mümkün mü?
Adada antik şehri
Hem fizik hocası, hem tıp doktoru olan ancak beş ay önce kaza geçirdiği için kırık bacağıyla bize eşlik eden Sütçüler Belediye Başkanı Bircan Turan'la önce merkeze 12 kilometre uzaklıkta, M.Ö 1. yüzyılda kurulan Psidia şehri Adada'ya varıyoruz.
Girişte hala ayakta kalan tiyatro, az ötede şehir yöneticiler kurulunun toplandığı Bouleuterion, ev şeklinde anıtsal bir mezar, sarnıç, sütün başlıkları, kitabeler ve Adada'nın sembolü, güç simgesi Triskeles kabartması tam yerinde durmasa bile diğer taşların arasında kendini hemen gösteriyor.
Antik şehirde, şimdiye kadar arkeolojik yönden büyük bir araştırma yapılmamış. Ancak 1890'da Prof. William Ramsay yayınladığı bir kitabında, Adada antik şehrinin para darpedilen bir merkez ve dini yönden piskoposluk olduğunu belirtmiş.