YUNUS'TAN DEYİŞLER
YUNUS'TAN DEYİŞLER
Bir yıl sonrasını düşünürsen tohum ek,
On yıl sonrasını düşünürsen ağaç dik,
Yüz yıl ve daha sonrası ise düşündüğün, adam yetiştir.
Bir kimseye bir balık verirsen karnını bir defa doyurur,
Ama balık tutmayı öğretirsen o kimseye, karnını her zaman doyurur.
ZAMANIMIZDAN iki bin yıl önce yaşamış bir Çin şairine atfedilen bu sözler, eğitimin konusunu, amacını, kendisinden ne beklenmesi gerektiğini sanırız doğru şekilde ortaya koyuyor.
Eğitim; bir insan yetiştirme, onu hayata en iyi şekilde hazırlama, kişiyi benliğinde mevcut kusur ve kötülüklerden arındırıp, iyiliklerini, meziyet ve kabiliyetlerini en üstün düzeylere yükseltme sanatıdır.
Eğitime bu çerçeveden bakınca, İslam'ın onu neden önemsediğini, Peygamberimiz (s.a.v.)'e Yüce Allah tarafından verilen en önemli görevin niçin bu olduğunu anlamak kolaylaşır.
Allah katında insan farklı ve seçkin bir varlıktır. Bunun için, "ahsen - i takvim" üzere (en güzel şekilde) yaratılmış ve buna bağlı olarak "eşref - i mahlukat" (yaratıkların en şereflisi) kabul edilmiştir. Böyle bir valığın Cenab - ı Hak tarafından başıboş bırakılması, sözlerinde ve eylemlerinde kendi haline terkedilmesi, dinin mantığıyla uyuşmazdı. Allah (c.c.), içinde yaşadığımız şu dünyayı ve içindeki bitkileri, hayvanları ve diğer şeyleri özel olarak insan için yaratmış; ayrıca tüm kainatı da insanın emrine boyun eğici kılmıştır. Bütün bunların sonucu olarak da insana sorumluluk yüklemiştir. İnsan, en üstün sorumluluk bilincine ancak eğitimle ulaşabilir. Bu kendiliğinden olacak bir şey değildir. Hz. Muhammed'in en büyük görevi insanoğlunu bu bilince erdirmektir. O bu görevi büyük bir liyakatle ve insanüstü bir gayretle yerine getirmiştir. Peygamber olduğu dönemin her yönden ilkel bir ortam içinde bulunan, içinde bulundukları çağa, ahlak dışı yaşayışlarıyla "cahiliye çağı" dedirten insanlarını ve onların oluşturduğu toplumu kısa zamanda eğitmiş, İslami sorumluluk bilincine erdirmiştir. Müslüman olmadan önce astığı astık, kestiği kestik bir kabadayı olan Hz. Ömer'i,
Kenar - ı Dicle'de bir kurt kapsa bir koyunu,
Gelir de adl - i ilahi sorar Ömer'den onu.
dedirtecek bir anlayış ve kavrayışa ulaştıran odur.
Müslüman olmadan önce bir eşkıya olan büyük sahabe Ebu Zerr'i, hak ve adalet konusunda kılı kırk yardıracak titizliğe ulaştıran da yine onun eğitimi idi.
Her türlü bilgi, görgü ve meziyetten yoksun birçok cahiliye dönemi insanı da onun eğitiminden geçtikten sonra dinin, ilmin, devletin en yüksek basamaklarına çıkma ehliyeti kazanmışlardır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), içinde bulunduğu toplumun en sıradan kişilerine bile ahlaki - manevi bir biçim verebilmiş, toplumun bütününü de uluvi bir amaca yöneltebilmiştir.
Peki, okuma yazması dahi olmayan bu güçlü ve etkili eğitimciyi kim eğitmişti?
Bunun cevabını kendisi veriyor:
- Beni Rabbim terbiye etti (Feeddebeni Rabbi).
Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil
Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki hakkı göre
Er odur ki alçakta dura
Yüceden bakan göz değil
Yunus EMRE
Paris'te, 1938'de, Casino de Paris (Gazino dö Pari)'nin kadın vestiyeri, gösteriler bittikten sonra, Amerikalı müşterilerden birine pardösüsünü giydirir. Müşteri hemen pardösüyü çıkarır:
- Bu benim değil, der.
Vestiyer, Amerikalının trençkotunu arar, arar, bulamaz. Yanlışlıkla bunu bir müşteriye giydirdiğini anlar, hatta onun da yüzünü hatırlar. Trençkotun cebinde yüz elli dolar kadar para ve değerli hatıra eşyası vardır. Vestiyer kadın, bütün bunları ödemekle kalmayacak, işinden de olacaktır. Telaş içindedir. Amerikalıdan ertesi güne kadar mühlet ister. O geceyi uykusuz geçirir. Mesleği gereği yıllardan beri çeşitli insanlarla karşılaşmıştır. Kafasından şöyle bir düşünce geçer: "Bu trençkotu yanlışlıkla giyip giden müşteri Fransız ise geri getireceği şüphelidir; İngiliz ise getireceği muhakkaktır." Böylece, zihninde bütün milletlere göre birer ahlak notu verir.
Ertesi gün sabahtan itibaren gözleri kapıda. Öğleye doğru, zayıf, gözlüklü, orta yaşlı, orta boylu bir adam çıkagelir, trençkotu, ceplerindeki dolarlar ve eşya ile vestiyere teslim eder. Kadın sevinçten deli gibidir. Namuslu müşteriye bir çift orkestra koltuğu bileti hediye etmek ister, kabul ettiremez. Sorar:
- Fransız mısınız siz?
- Hayır, madam.
- İngiliz?
- Hayır.
- İtalyan?
- Hayır madam, ben Türk'üm.
O zaman kadın, gece düşündüklerini anlattıktan sonra:
- Türkler hiç hatırıma gelmemişti, der.
Ve müşteriye, Türk bayrağının rengini hatırlatan kırmızı beyaz güllerden alelacele yaptırdığı buketi hediye eder.
Bu hikaye gerçektir; çünkü buketi alan Türk, benim. Trençkotu geri getirmek, benim için üstünde durulmayacak kadar önemsiz, uygarca bir davranıştı. Sadece vazifemi yapmıştım. Fakat kadının, bu davranışım karşısında gösterdiği hayret ve duyarlılık dünya ahlakına karşı duyduğu şüphenin bir belirtisiydi; beni ondan çok şaşırtmıştı. İnsanlar bu kadar mı birbirlerine güvenlerini yitirmişlerdi?
Peyami SAFA
(Seçmeler, Devlet Kitapları, İst. 1970, s. 118)
İslam dini, kolaylık dinidir. Kendi elinde olmaksızın mazereti bulunan kimselere, ibadet için aranan temizlik şartında geniş bir tolerans gösterilmiştir. Özür ile ilgili hükümler bunun açık bir delilidir. Abdest bozucu durumların sürekli görülmesine "özür" denir. İdrarını tutamama, sık sık burun kanaması veya vücudun bir yerinden kan yahut ağrılı mayi ve irin akması, devamlı ishal ve yel birer özür halidir. Özürün çoğulu "a'zar"dır. Özürlü erkeğe "ma'zur", kadına "mazure" denir. Bir kimsenin özürlü sayılması için kaide şudur: Özür hali, abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre kesilmemek kaydıyla tam bir namaz vakti boyunca devam eder ve daha sonra her namaz vaktinde en az bir defa görülürse, o kimse özürlüdür.
Özürlü kimse, her namaz vakti için ayrı abdest alır. Abdesti bozan başka bir durum olmadıkça, bu abdest ile o vakit içinde dilediği neviden namazı dilediği miktarda kılabilir, abdest ile yapılması gerekli her şeyi yapabilir, hatta kaza namazı kılabilir. Kısaca, bu durumda abdestli hükmündedir. Özürlü kimsenin, özründen neşet edip çamaşırına veya vücuduna bulaşan pislikler, özrü devam ettikçe namaza mani olmaz. Tabii, olabildiğince bunlar temizlenmeye çalışılmalıdır. Özürlü sayılmak için zikredilen kaidenin dışında kalındığında, mesela bir namaz vaktinde özür bir kere olsun görülmediği takdirde özürlülük hali sona erer.