SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Zümrüt yeşili

Zümrüt yeşili

|

       Karadeniz başka bir dünya, başka bir rüya. Öylesine aşığım ki bu yeşile, bu doğaya, bu dokusu farklı insanlara. Adım atar atmaz yorgun bedenim dinleniyor, stresten eser kalmıyor, yaylalarına çıktığım zaman da kanım canlanıyor. Dört saatlik uyku da 10 saate bedel oluyor.
       Bu sene yine Doğu Karadeniz'in yaylalarına uzanıyoruz sizlerle.
       Önce, ilk yerleşim tarihi M. Ö 7 binli yıllara dayanan, Karadeniz'in incisi Trabzon'a geliyoruz.
       Miletosluların kenti kurarken, masayı andıran şekiller üzerine oturması nedeniyle "Trapesa" adını verdikleri Trabzon; Atatürk Köşkü, Zağnos ve Tabakhane dereleri arasında uzanan surların üzerindeki kalesi, fresklerle süslü Ayasofya Müzesi, St. Anna Kilisesi, Gülbahar Hatun ve Fatih camileri ile dolu, buram buram tarih kokan bir şehir.
       Ya şehrin dışındaki güzelliklere ne demeli. Bir tarafta yalçın dağların tepesindeki görkemli Sümela Manastırı, bir tarafta eski evleri ile ünlü Akçaabat evleri, bir tarafta da her köşesinde bir mücevher gibi parlayan yaylaları.
       Biz Trabzon'dan Maçka'ya doğru gidiyoruz. Yolun iki yanı yeşilin her tonu ile kaplı. Solumuzda Değirmen deresi köpüre köpüre akıyor. Derenin üstünde tek kişilik köprüler. Yaşlı bir karı koca el ele tutuşup, köprüyü geçmeye çalışıyor. Sanki sırat köprüsünden geçiyorlar.
       Maçka'yı geride bırakıp, eski Gümüşhane yoluna sapıyoruz. Yol dar ve yılan gibi kıvrıla kıvrıla gidiyor. Tepelere doğru tırmanmaya başladığımız zaman yamacın altındaki anayol bir ip gibi görünüyor. Önce Aşağı Kiremitli, ardından Yazılıtaş, Bağışlı ve Gürgenağaç köyleri geliyor. Gürgenağaç'ta "Kirazlı yayla 7, Turnagöl 14 km" levhalarını görünce, dayanılmaz bir içgüdü ile sola sapıyoruz. Artık dönülmez bir yoldayız. Nereye gidiyoruz, nelerle karşılaşacağız; hiçbir şey bilmiyoruz.
       İyice yukarılara tırmanmaya başladığımız zaman o güzelim tahta yayla evleri bir kartpostal gibi tek tek karşımıza çıkmaya başlıyor. Yolun bir sağına bir soluna geçen dereler, renk renk çiçekler, uzaklarda sürülerini otlatan çoban ve çıngırak sesleri. Dağların tepelerinde ise öbek öbek kar kütleleri...!
       Dayanamayıp yabani orkide, hayatımda görmediğim mağrur mor çiçekleri, papatyaları topluyorum.
       Aracımızla derenin içinden geçip, Kirazlı Yayla'ya geliyoruz. Çeşme başındaki kırmızı yanaklı küçük Fatma ile Habibe kilim yıkıyor. Anneleri Hamide Hanım ise torunu Gaye ile evin önünde oturup, güneşin tadını çıkarıyor. Evin içine giriyorum. Ortada gürül gürül yanan sobanın üstünde yemek pişiyor. Raflarda muntazam dizilmiş tabak ve tencereler. Musluktan kaynak suyu akıyor. Beş ay yaylada kalan Yazıcı ailesi ise kışlık tereyağ ve peynirlerini yaptıktan sonra şehre dönüyorlarmış.

       Sadece aile ile değil, çam ağaçlarıyla da vedalaşıp, daha da yukarıya tırmanmaya devam ediyoruz. Rakım yükseldikçe ağaçlar tek tek ortadan kalkıp, yerini yemyeşil sonsuz bir çimene bırakıyor.
       Nihayet Lapazan yaylasında, derenin kenarındaki Turnagöl tesislerine geliyoruz. Dağlardan sular akıyor. Alabildiğine büyük bir alanda yapay bir göl ve 13 alabalık havuzu. Elektrik direğinin üzerindeki tahta levhada "Dağa gelin, üstünüzden dağ kalksın", "Aç bir insan yedireceğine ona balık yetiştirmeyi ve tutmayı öğret" yazıları. Ayaklarımın dibinde de besili tavuklar...
       Tesisin sahibi Ahmet Yılmaz yanımıza yaklaşıyor. Gazeteci olduğumuzu öğrenince de dertlerini sıralamaya başlıyor:
       "Bu sonsuz yeşillik kışın karla kaplanır. Kayak için ideal bir yer. Yaz gelince aynı yerde çim kayağı da yapılabilir. Her ikisi için de telesiyej lazım. Ama benim gücüm bunu yapmaya yetmez ki.
       İki katlı otel ve yayla evleri yapmak istiyorum. Proje de çizdirdim. Dağlardan gürül gürül su akıyor. Kendi elektriğimi kendim üretmek için Vakıfbank'tan kredi talep ettim. 3 milyar kredi için kefil istiyorlar. Kim kefil olur. Yani bürokrasiyi aşana kadar para da eriyip gidiyor."
       Bu güzel yerde turizmi geliştirmek için canını dişine takan Ahmet Bey tüm engellemelere rağmen yine de işin peşini bırakmayacağını söylüyor.
       Dağlardan kopup gelen o buz gibi suyla yetiştirilen doğal alabalıkları yedikten sonra tekrar geri dönüp, Gürgenağaç köyünden Hamsiköy'e doğru yol alıyoruz.
       Yol kenarlarında Karadeniz'in çilekeş kadınları. Hepsinin sırtında ağır yük, hepsinin de kamburu çıkmış. Belli ki yaş 35 ama yüzdeki çizgiler 60'a dayanmış.
       Yemyeşil derin vadiler arasındaki sarı ve pembe boyalı evler. Bir kayanın en uç noktasında yalnızlığının keyfini süren konaklar. Doğada inanılmaz bir dinginlik; sesler kuş sesi, çocuk yok sanki...
       Dikkaya'yı geçtikten sonra, her seferinde doğal güzelliğine bir kez daha büyülendiğim Hamsiköy'e geliyoruz. Meydanda çok güzel eski iki ev ama bakımsızlıktan boyaları iyice dökülmüş. Kahvenin önünde tek tük insanlar. Sanki bu büyülü köy boşaltılmış gibi. Sütlacı ile meşhur Yayla Lokantası'na girdiğimiz zaman tesisin sahibi Osman Günel'in yarasına parmak bastığımızı anlıyoruz.
       Hamsiköy'ün yıldızı yeni Gümüşhane yolu açıldıktan sonra sönüvermiş. Yol üstündeki köy, birden dağların arasına sıkışmış. Dar ve virajlı eski yoldan gelmeyi kimse göze almayınca da köylünün ekonomik durumu iyice sarsılmış. Eskiden günde 1600 kase sütlaç satılırken şimdi bu sayı (hem de sadece hafta sonları) 300'e düşmüş. Yoldan iyice uzaklaşan bu güzel köyde önce oteller, ardından lokantalar kapanmış. Bu yetmezmiş gibi para kazanamayan halk köyünü de terketmiş.
       "Dünya Hamsiköy'ü tanıyor ama devlet kıymetini bilmiyor" diyor Osman Bey. Ve ardından ekliyor:
       "Yeni yoldan köyümüze giriş ve çıkış verirlerse burası tekrar canlanabilir. Derdimizi siyasilere hep anlatıyoruz ama kılını kıpırdatan yok. Yazık değil mi bu güzelliklere? PTT şubesini bile kapattılar. 3 milyonluk fatura için 500 bin lira verip Maçka'ya gidiyoruz.
       Oysa ulu önderimiz Atatürk, İnönü ve İran Şahı Hamsiköy'e gelip, o meşhur sütlacımızı yedi. Şimdi bizi iyice mahrumiyet içinde bıraktılar."
       Devlet işi bu, akıl sır ermez. Dünyaca ünlü bu güzel yeri görmezden gelip, unutuverirler işte. Oysa bir araştırsalar; Trabzon, Sümela deyince arkasından sütlacı, inanılmaz güzellikteki doğası ile Hamsiköy gelir.

       Hamsiköy yalnız doğa güzelliği ile değil, sütlacının lezzeti ile de ünlü. Nasıl ünlü olmasın. Her taraf kokulu, kökünden sahlep elde edilen yabani orkide çiçekleri, türlü çeşitli otlar ile kaplı. Bunu yiyen hayvanın sütü de lezzetli mi lezzetli. Gelelim baba mesleğini 25 yıldır taviz vermeden götüren Hamsiköylü Osman Usta'nın sütlaç tarifine.
       Malzeme: 1 kilo süt, 50 gr prinç, 60 gr şeker, bir çimdik tuz. Aile kalabalıksa bu oranları arttırabilirsiniz.
       Yapılışı da şöyle: Sütü kaynattıktan sonra başka bir tencereye boşaltıp, içine yıkanmış prinçleri atın. Bir saat prinç ile sütü kısık ateşte karıştırarak pişirin. Ardından şeker ve tuzu ilave ettikten sonra 20 dakika daha kaynatın. Süt kepçeye sarılmaya başladığı zaman sütlacınız hazır demektir. Altını kapatıp, kaselere boşaltabilirsiniz. İşin püf noktası da; pişme süresi ve miktarlara uymak. Ancak o muhteşem Karadeniz yaylalarında değilseniz o güzel sütü nerede bulacaksınız. Ne yapalım, olanla yetinmek zorundasınız. Afiyet olsun.

       Turnagöl'de dere alabalığı yemek isterseniz Ahmet Yılmaz'ın tesislerine gitmeniz şart. Çünkü buradaki alabalık bol tereyağında ve unsuz kızartılıyor. Çok soğuk suda yetiştirildiği için de inanılmaz lezzetli.
       Trabzon - Turnagöl arası 57 km. Kilometre saatinizi Maçka'ya giden anayolun başında sıfırlayın ve 29 olduğu zaman sola sapın. Bu yol eski Gümüşhane yolu zaten. 14 km sonra Gürgenağaç köyüne gelince Kirazlı yayla ve Turnagöl levhalarını göreceksiniz. İnanılmaz manzaralarla kaplı olan toprak yol da sizi Turnagöl'ün içine kadar götürüyor. TEL: 0 462 532 84 21.
       *Hamsiköy'de yeni yol geçmeden önce 3 otel varmış. Ancak yol yapılıp, Hamsiköy içerde kalınca otel ve lokantalar iş olmadığı için bir bir kapanmış. Geriye sadece 4 odalı Kervansaray pansiyonu kalmış. 70 senelik temiz bir evde konfor yok. Tuvalet dışarıda. Yıkanma derseniz su ısıttıracaksınız. Ama köyün insanları canayakın, manzarası ise olağanüstü. TEL: 0 462 542 60 07.
       *Hamsiköy meydanındaki Yayla Lokantası'nda tarifini verdiğim sütlacın hasını bulabilirsiniz. 25 yıldır lokantacılık yapan Osman Usta'nın sadece sütlacı değil, kurufasulye, köfte ve o güzel tereyağ ile yapılan pilavı da çok meşhur.

       YARIN: Zigana ve İstavroma







© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.