19.06.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Yağmur Atsız, İlber Ortaylı, Ali Nesin, Ahmet Turan Alkan, Nabi Yağcı, İhsan Oktay Anar, İskender Pala, Hamdi Koç, Roni Margulies, Erol Göka, Vahit Erdem, Refik Erduran, Yorgo Kırbaki, Ufuk Uras, Yılmaz Öztuna ve Kadir Cangızbay kitaba katkıda bulunanlardan bazıları.
İHSAN OKTAY ANAR: “Keşke hiçbir kitabım yayımlanmasaydı ve bir kitap yazabilecek azıcık bir yeteneğe bile sahip olmasaydım da babam yaşasaydı. Onun anlattığı hikayeleri dinleseydim ve çocukluğumda olduğu gibi ona kendimce kurduğum hikayeleri anlatsaydım! Ne yazık ki ağzımdan sadece bir tek sözcük çıkıyor: Babacığım!”
HÜSAMETTİN ARSLAN: “Şişli’ye doğru yürüyoruz. Apartmanlar, arabalar ve mağazalar ‘emperyalizm’ kadar ezici. Babamla ben iki böcekten başka bir şey değiliz. Babam yanımızdan geçen herkese ‘merhaba gardaş’ diye selam veriyor. Uyarıyorum: ‘Baba selam vermeyi bırak. Burada selam vermeyi anlamsız hale getirecek kadar çok insan var.’ ‘Peki oğlum.’ Elini elimde hissediyorum. Yüzüne bakamıyorum. Yüzüne bakamamıştım. Fakat ağladığından eminim.”
ALİ NESİN: “ Babacığım, öldüğüne öylesine inanamıyorum ki, güzel bir müzik dinlediğimde, ilginç bir olayla karşılaştığımda, torunlarının bir başarısında, ‘bunu babama anlatayım,’ diye içimden geçiriyorum hemen... Sanki ölmemişsin gibi... Öldüğün için sana kızıyorum, çok kızıyorum. Sanki isteseydin ölmezdin gibi geliyor bana.”
HAMDİ KOÇ: “Evlendim ve seni düğüne çağırmam gerektiğine, beni uyaranlar olduysa da, hiç inanmadım. Düğün resimlerini akrabalarda göreceğin ve onlardan sana bir tane olsun resim vermelerini isteyeceğin hiç aklıma gelmemişti. Sonra da o aldığın tek yasak, sana gönderilmemiş resme bakarak düşüncelere dalıp gideceğini, o sırada odaya giren biri olursa gözyaşlarını saklamaya çalışacağını...”
ALİ BULAÇ: “Babamın vefatında bir şeyin farkına vardım: Baba sevgisi gizliymiş, ölünce birdenbire ortaya çıkar, volkan gibi içinizde patlar. Babanızdan zengin olsanız dahi, hatta ona bakıyorsanız bile, o sizi sanki varlığın merkezine bağlayan ana irtibat noktasıdır. Babanın vefatında işte o nokta kopuyor, kendinizi uzayın boşluğunda yuvarlanıyor hissediyorsunuz. Mutlaka herkes babasını çok sever. Ben de çok severdim. Babalar çok tatlıymış meğer!”
REFİK ERDURAN: “Üç yaşındayım. ‘K’ seslerini ‘t’ gibi söylüyorum. Bir gün babam akşam yalıya doğru yürürken koşarak geldiğimi görüyor. Kollarını açarak bekliyor. Ama ben ona bakmadan yanından geçerek arkadaki davulcuya koşuyorum. Çok bozulan babam beni azarladıktan sonra yürüyüp bahçeye gidiyor. Ben de öfkeleniyor ve ne olduğunu soranları yanıtlıyorum: ‘Bıratın şu bot herifi!’”
ÇINAR OSKAY: “İnsanın hâlâ eksik bir insan olduğunu hatırlatanlar dışında hiçbir şeye bu kadar tutkuyla bağlanmadı. Onun tanrıları Marx’tı, Walter Benjamin’di, Adorno’ydu. Eğer gerçekten bir tanrı varsa, ondan tek bir isteğim var. Babamı Melville’in, Cervantes’in, Ece Ayhan’ın, Âşık Veysel’in, Baudelaire’in, Walter Benjamin’in yanına götür. Babamın başını okşasınlar, ona sarılsınlar.”
YAĞMUR ATSIZ: “Atsız, bizi atının terkisine alarak Ötüken’e bir ok atımı mesafede bir kara çadırın önünde indirip ‘Benden bu kadar. Gerisini kendiniz halledersiniz’ dedikten sonra atını mahmuzladığı gibi dörtnala Tanrı Dağları’na doğru gözden kaybolan şahsiyettir.”
KADİR CANGIZBAY: “İlkokula başladığımda devlet kafama nasıl bir model nakşetmeye kalkmıştı ki, bir süre sonra babamdan utanır hale gelmiştim, ‘yatar-ken entari giyiyor’ diye. Ancak daha sonraki yıllarda, işte bu ‘utanç’ yaşantısı ya da deneyimi sayesindedir ki, Cumhuriyet modernleşmesinin, resmi ideolojinin kutsal ilke ve inkılaplarının ne menem şeyler olduğunu çözmekte bana yol gösteren en derunisinden bir fenerle donanmış oldum.”