Aklı olan hiç kimse, bir zamanlar Park Otel olan o ‘hayalet bina’nın kentin göbeğinde kara bir leke olarak oturup durmasından hoşnut olmaz. Hele o yakınlarda oturuyorsan faresi, sineği, böceği eksik olmaz. Zifiri karanlıktır, evine korka korka gidersin, haftada bir arabanın camı kırılır, kimsenin ruhu duymaz.
O yüzden, sağduyu sahibi her Ayaspaşa sakini gibi ben de alkışlarla karşıladım Park Otel’in çürümüş bir yıkıntıdan yaşayan bir binaya dönüşeceği haberini. Anıtlar Kurulu 22 yıllık kabusa son vermiş, binayı satın alan CVK Grubu’nun projesini onaylamıştı.
Lobi bölümüyle binanın üç katının yıkılarak otele yeni bir form verileceğini öğrendik. Güzel haberlerdi bunlar.
Biz de biraz toza, biraz gürültüye razı olacaktık, çaresiz.
Ama yanılmışız. Park Otel inşaatı haftanın 7 günü, gece ve gündüz devam ediyor. Artık o civarda yaşamanın, hele hele uyumanın hiç olanağı kalmadı. Gürültü filan denemez buna, düpedüz sarsılıyoruz 24 saat. Komşulardan gece polisi arayanlar oluyor, fakat geldikleri gibi gidiyorlar, çünkü inşaat için 24 saat izin alınmış durumda.
Sizde hiç insaf yok mu?
Nihayet bu cumartesi gecesi Fransız komşum Stephanie cinnet getirdi. Önce haykırışını duydum “Kapatın şunu!” diye. Sonra bir baktım, inşaatın demirlerini yumrukluyor. Ve haklı olarak “Biz burda yaşayamıyoruz, uyuyamıyoruz, makine sesi duymak istemiyorum, yeter!” diye bağırıyor.
Böylece birkaç saatlik sessizlik sağlanıyor Ayaspaşa sokaklarında. Unutmuşuz sahiden kaç aydır.
“Belediye Başkanı burada yaşıyor olsaydı, bu izin alınabilir miydi?” diyor Stephanie. Hiç aklı almıyor, 24 saatlik inşaat iznini. Bizim de pek almıyor ya, sesimizi çıkarmayı da unutmuşuz. Ya da hiç öğrenmemişiz. Sonra inşaatın yetkilileri gelip uzlaşmaya çalışıyor. Bu kez ben atıyorum kendimi ortaya. Hiçbirimizin dayanacak gücü kalmadığını söylüyorum. Kibar ve makul bir kişi karşımdaki. “Çok haklısınız” diyor, “Ama bunun bir an önce bitmesi sizin de yararınıza. Güzel olacak” vesaire.
Sözüm Sayın Demircan’a
Bütün bunlara hiçbir itirazım yok. Ama biz gerçekten yaşayamıyoruz. Rica ediyorum, bu inşaatın 7 gün 24 saat sürmesine izin veren yetkililer bir akşam buyursunlar mahallemizi ziyaret etsinler. Sayın Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan yolunu bir kere Ayaspaşa’ya düşürsün.
Hâlâ bu otelin 2012’ye yetişmesinin bu kadar insana çektirilen bu eziyete değdiğini düşünecek mi merak ediyorum...
“Sarkozy’nin zarfıyla elimi kirletemem”Tatlı bir Fransız romantik komedisi var vizyonda. Adının birebir çevirisi “İnsanların İsimleri” aslında ama bizde yine ‘aşk tutar’ mantığından hareketle “Aşkın Halleri” diye gösteriliyor. Arthur Martin gibi en sıradan Fransız ismiyle hayata başlamış adamımızın (Jacques Gamblin) karşısına ülkede o isme sahip tek kişi olan Baya Benmahmoud (Sara Forestier) çıkıyor. Baya’nın babası Cezayirli, annesi göçmen hakları için savaşan bir Fransız, kendisi de son derece politik, özgürlükçü, muhafazakar erkekleri doğru yola getirmek için ilginç bir yöntem benimsemiş: Onlarla yatıyor.
Arthur da işte, ölü hayvanlar üzerine uzman bir veteriner. Apolitik, Baja’nınkinin aksine, soğuk, mesafeli ve her şeyin örtbas edildiği bir ailede büyümüş. Annesinin Auschwitz’den kurtulmuş bir Yahudi olduğunu biliyor ama bu konu evde yok sayılıyor.
Bu iki zıt kutbun çarpışması ikisinin de hayatını etkiliyor doğal olarak.
Eğlenceli bir film, zeki diyalogları, önemli mesajları var. Etnik kökenlere, dile, dine büyük anlamlar yüklemeden, sadece ‘insan’ olarak da yaşanabilir mi, kendinize bir sormak için görülmeli.
Oy vermeye giden Baya’nın “Sarkozy’nin zarfıyla elimi kirletemem” dediği, sonunda da yanlışlıkla ona oy verdiğini fark edip “Benim yüzümden seçildi” diye tepine tepine ağladığı sahne çok çarpıcı. Kimi ülkelerde cumhurbaşkanına dair böyle sahneler çekilebilmesi de tabii...