İkinci Kat’ın Karaköy’deki salonunda yerlerimize oturmuş bekliyoruz. Işıklar yanıyor, bir evin salonu... İki tane orta yaşlı kadın... Fazilet ve Azra... Belli ki önem verdikleri bir buluşmaya hazırlanıyorlar. Biri diğerini hazırlıyor demek daha doğru aslında. Pervane oluyor etrafında... Belli ki öyle bir ilişki var aralarında, ‘birinin varlığı diğerine armağan olmuş.’ Yani en azından ilk bakışta öyle görünüyor...
Oyundaki pek çok şey gibi bunun da sadece ‘görünüşte’ böyle olduğunu zamanla anlayacağız...
Bu kadınları birbirine bağlayan bir adam var: Rıdvan Kahraman. Adı gibi bir ‘kahraman’ kendisi...
Üniversitede ders veriyormuş ve çektiği bir fotoğrafla hem ödüller almış, hem tarihe geçmiş...
RIDVAN'IN HİKAYESİ
Bugün ‘derin devletin öldürdüğü’ Rıdvan’ın birinci ölüm yıldönümü. Bu kadınlardan biri karısıymış, diğeri asistanı, sek-reteri, yardımcısı, artık ne derseniz deyin... Birazdan bir gazeteci, karısının deyişiyle adamın ‘en beğendiği ve kalemini satmadığına inandığı’ gazeteci gelecek ve bu kadınlarla adam hakkında bir belgesel çekilecek. Bir de öğrencisi gelecek...
En iyi öğrencisi, en sevdiği öğrencisi, karısının en çok kıskandığı öğrencisi...
Ve bu dört kadın marifetiyle, bir puzzle gibi parça parça tamamlanacak Rıdvan’ın öyküsü...
İlk yarım saatte düşündüğümüz hiçbir şeyin gerçek olmadığını göreceğiz...
“Ağustos sıcağında ne oyunundan söz ediyor bu?” diye düşünmeniz normaldir. Bizde Açıkhavada’da bininci kez oynanan ‘yaz oyunları’ dışında yazın tiyatro izlemek mümkün değildir pek.
“Seyirci olmadığından mı, oyun olmadığından mı böyle bu?” sorusunun cevabı ise bu yaz tiyatro yapmaya karar veren İkinci Kat’ın tamamen dolu salonunda gizli. Sami Berat Marçalı çok isabetli bir kararla, bu yaz için ‘Yarının Oyunları’ diye bir proje tasarlamış...
Seyirci oylarıyla dört tane konu başlığı belirlenmiş ve dört yazar bu konularda dört oyun yazmış.
Önce kulağıma fazla iddialı gelmişti, belirlenen bir konuda oyun yazma fikri... İnsanın bir derdi olmamalı mıydı, oyun yazmak için? Ama izlediğim ikinci oyunun teması ‘ahlak’tı ve neredeyse hayattaki bütün dertlerimizi bir yerinden bu temaya bağlamak mümkün. Aynı şekilde diğer üç oyunun temalarından ‘dönüşüm’ ve ‘adalet’ için de geçerli bu...
‘Medya’ konulu oyunu ise özellikle merak etmekteyim.
'POZ' MÜTHİŞ AKICI
‘Yarının Oyunları’ndan Deniz Madanoğlu’nun yazıp Sami Berat Marçalı'nın sahnelediği ‘Poz’, parlak bir fikirden yola çıkıp dört iyi oyuncunun müthiş kimyasından güç alan, çok eğlenerek izlenen bir oyun...
Kim bunlar sayalım...
Dünyanın en ezik, en sessiz sedasız, en kendisini başkalarına feda etmiş insanı görünürken; içinde fırtınalar kopan ‘Azra’da Esra Dermancıoğlu.
Hayatını bir erkeğin karısı olmak üzerine inşa etmiş, o ölünce kendisi diye birinin olmadığını fark edip politikaya atılan ‘Fazilet’de Selen Uçer.
Ortamdaki samimiyet sorununa olanca pervasızlığıyla çözüm üreten ama asabi kahkahalarının ardında derin acılar taşıyan zamane kızı ‘İrem’de Gülce Oral.
Salona bir fırtına gibi dalıp, bu üç kadını ve de onları birleştiren mevtayı hallaç pamuğu gibi savuran hızlı gazeteci ‘Betül’de Banu Çiçek Barutçugil.
Dediğim gibi, müthiş akıcı ve eğlenerek izlenen bir oyun ‘Poz’...
Yalnız esrarengiz öğrenci kızın kimliği ve adamın çektiği fotoğrafın sırları etrafında ilerlerken bir noktada biraz fazla dağılıyor. Sonunda bir şekilde toparlansa da, o aradaki savrulma sürecinin gözden geçirilmesi bence şahane olur... Tabii şimdilik sadece 10 kez oynanacağı duyurulan oyunun sezonda devam etmesi de öyle...
Siz yine de elinizi çabuk tutun derim.
Dikkat! Bizim gibi yağmurlu bir günde giderseniz, çıkışta sizi korumaya şemsiye yetmez, belinize varan Karaköy göletlerinde evinize varabilmek için mayonuzu, paletinizi eksik etmeyiniz. İstanbul böyle bir şehir artık...
Sıcaklara karşı çözümünü de kendi üretiyor...
Akıp gitsin, heba mı olsun o sular yani?