Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Altın Kestane ödüllerinde ‘Kaptan Feza’ filmiyle ‘Alarm Zili’ne layık görülen Ümit Ünal’ın tepkisi, bir ‘eleştiriye tahammül’ dersi niteliğinde

Eleştirilmekten mutlu olan kimse var mıdır, bilmiyorum. Aslında “Beni ciddiye alıyor ki söylüyor, kulak vereyim, belki doğruluk payı vardır” gibi erdemli yaklaşımlardan söz etmek mümkün ama gerçek hayatta karşılığı olduğundan emin değilim. Daha doğrusu değildim, yönetmen Ümit Ünal’ın Altın Kestane ödülleri dağıtıldıktan sonra twitter’da yazdıklarını okuyana kadar. Bu yıl ikincisi verilen Altın Kestane, Hollywood’un Altın Ahududu’sunun bizdeki karşılığı diyebileceğimiz, o yılın ‘en fena’ işlerinin layık görüldüğü bir tür ‘ödül’. Online sinema dergisi Arka Pencere tarafından düzenlenen Altın Kestaneler, bu yıl da 33 kişilik jürinin takdiri olarak sahiplerini buldu.
En fena film, İstanbul 2010 Ajansı tarafından finanse edilen ‘Sultanın Sırrı’, en fena yönetmen ‘Cehennem 3D’ ile Biray Dalkıran, en fena oyuncular Mustafa Sandal (New York’ta Beş Minare) ve Sinem Kobal (Romantik Komedi) seçildi. Okan Bayülgen ve Hıncal Uluç vecizeleriyle Altın Çıngırak’a layık görülürken, ‘Alarm Zili’ Ümit Ünal’ın oldu.
Burada duruyoruz işte. Alarm Zili, sinema yazarlarının bir yönetmene “Kardeş, dikkat et, gittiğin yol yol değil, tehlike çanları çalıyor” deme biçimi. Kestane jürisi ‘Kaptan Feza’ nedeniyle uygun görmüş bu ödülü Ümit Ünal’a. Peki o ne yapmış? Şöyle yazmış
twitter’a: “Kaptan Feza’ya alarm zili için teşekkürler. Hayatta her yönetmenin bir film için ‘Basiretim bağlandı’ deme hakkı olmalı. NAR’ı bekleyin.”
İşte bu. Filmini beğenmeyen sinema yazarlarından bilet parası isteyenlerin, SİYAD’a küsüp filmini göstermeyenlerin, şarkısını eleştiren müzik yazarına beddua edenlerin ülkesinde, bu olgun tavır beni ne kadar duygulandırdı anlatamam. Sanat okullarına ‘eleştiriye tahammül’ derslerinin konmasını, örnek olarak da Ümit Ünal’ın davranışının gösterilmesini istedim. Kendisine yeni başladığı filmi ‘Nar’da başarılar diliyorum.

DJ kabininde Özen Yula
DJ’lik bulaşıcı bir hastalık. Ben yıllarca sevgili dostlarım Naim Dilmener’i, Hakan Eren’i, Hakan Tok’u, Murat Meriç’i, Alper Fidaner’i dinledim, onların şarkılarıyla coşup eğlendim, sonunda attım kendimi kabinin arkasına. “Biraz da ben çalayım, başkaları nasiplensin” hesabı.
Derken beni dinlemeye gelen arkadaşlarımda başladı sendromlar. Benim çaldığım barın, Asmalımescit’teki Off Pera’nın DJ katında, perşembeleri her an sürpriz bir isimle karşılaşabilirsiniz artık. Levent Can olabilir bu, Yaşar Gaga olabilir, ya da bu haftaki gibi Özen Yula olabilir.
Özen Yula’nın gecesinin adı “Men Dakka Dukka”. Ne demek? Eden bulur. Arabesk olacak, Türkçe pop olacak, türlü türlü sürprizler olacak ve tahminim o ki, çoğumuzun evde gizli gizli dinlediği şarkılarla göğsümüzü gere gere uluorta eğlendiğimiz bir gece olacak. Kaçmaz!

Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Yok “Kadınlar en iyisine layıktır, onları pırlantayla sevindirin”, yok efendim “Hayat kadınla güzel, kadın bakımla”, kadın çiçektir, kadın melektir, başımızın tacıdır, gönlümüzün kraliçesidir.
8 Mart edebiyatı aldı yürüdü yine. Bir konu üzerine bu kadar çok laf üretilmesi bile ortada ciddi bir sorun olduğunu göstermiyor mu?
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Gazetelere bir de bu gözle bakın bugün. Bakın bakalım, güzide ülkemizde kaç kadın daha başının tacı olduğu kocası, gözünün bebeği olduğu babası tarafından dövülmüş, sakatlanmış, katledilmiş?
Kadınlar Günü’nüz kutlu olsun...