Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arı kovanına tekme atan adam



İsveçli gazeteci - yazar Stieg Larsson’un yayımlandığını göremeden öldüğü ‘Millenium Üçlemesi’nin ilk halkasından uyarlanan ‘Ejderha Dövmeli Kız’ sinemalarda



50 yaşına merdiven dayamış bir gazeteci olacaksınız, aşırı sağcı örgütler ve neo - naziler uzmanlık alanınız olacak, ama geçiminizi bir haber ajansında grafikerlik yaparak sağlıyor olacaksınız. Habire tehdit aldığınız için sevgilinizle evlenemeyeceksiniz, nerede yaşadığınız bilinmesin diye.
Bir gün bir polisiye roman dizisi yazmaya karar vereceksiniz. 10 ciltten oluşmasını planlayacaksınız, önünüzde uzunca bir yol olduğunu düşünerek. İlk üçünü tamamlayıp vereceksiniz yayınevine. Geçtiği ülkenin tüm kurumlarına ağır eleştiri okları saplayan, ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına kafa tutan, devletin kirli yüzünü gözler önüne seren kitaplar olacak her biri. Cesur kitaplar.
Ama işte 50’nci yaş gününüzü birkaç ay önce kutlamışken, çalıştığınız ajansın merdivenlerine yığılıp kalacaksınız. Kitaplarınızı raflarda göremeden, onların bütün dünyayı nasıl kasıp kavuracağını, 30’a milyona yakın satacağını bilemeden.
Bizdeki tabirle ‘hayat arkadaşınıza’ teslim ettiğiniz vasiyetnamede, kitaplarınızın gelirini ‘komünist işçiler birliği’ne bıraktığınızı açıkça belirtseniz de yasalar buna izin vermeyecek. Kan bağı fikir çatışmasını yenecek, anlaşamadığınız babanız ve kardeşiniz yiyecek çabanızın ekmeğini.
Bu hazin öykünün kahramanı, İşveçli yazar Stieg Larsson. Bitirebildiği üç kitabı; ‘Ejderha Dövmeli Kız’, ‘Ateşle Oynayan Kız’ ve ‘Arı Kovanına Tekme Atan Kız’ (üçüncüsü henüz Türkçeye çevrilmedi ama yolda) tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de müthiş ses getirdi. Baş kahramanları Mikael Blomkvist adlı bir gazeteci ile şiddet eğilimli, biseksüel, bilgisayar korsanı Lisbeth Salander.
İkisinin çok zengin bir ailenin 40 yıl önce kaybolan kızının izini sürdüğü ilk maceraları, bugün gösterime giriyor. Niels Arden Oplev’in yönettiği İsveç yapımı ‘Ejderha Dövmeli Kız’, romanın fanatiklerini çok mutlu etmedi ama tek başına ele alındığında gayet sürükleyici, iyi anlatılmış bir suç filmi. Noomi Rapace da gayet başarılı bir Lisbeth. Mikael’i ise Michael Nyqvist oynuyor. Film 152 dakika sürüyor ama aklınıza hiç saate bakmak gelmiyor...
Çıkarkenki hislerim: Serinin üçüncü kitabının Türkiye’de basılacağı günü heyecanla beklemek, Larsson’un babasıyla kardeşinin kendisine ‘hibe ettiği’ bilgisayarında dördüncü romanın müsveddesini bulan sevgilinin kitabı bir an önce bastırmasını ummak ve bütün bu şanı şöhreti göremeden terk-i diyar eylemiş ‘Arı Kovanına Tekme Atan’ adama saygı duruşunda bulunmak...



İyi ki doğdun Agatha!
Ortaokul yıllarında olmalıyım Agatha Christie’yi keşfettiğimde. Poirot’ya da itirazım yok tabii ama sıkı bir Miss Marple’cıydım. Her şey bir yana, bana göre yaratılmış en başarılı roman kahramanlarından biriydi.
Sıradışı bir zekaya sahip yazarına ise saygım sonsuz. Bu yüzden, Altın Kitaplar ‘Kraliçe’nin 120’nci yılını kutlamak için bir yemek düzenlediğinde koşarak gittim. Hem de nerede? Tabii ki koridorlarında hala Agatha Christie’nin 1920’lerde attığı adımları duyar gibi olduğumuz Pera Palas Oteli’nde.
Yazarın torunu da kalkıp gelmişti, çok da heyecanlı görünüyordu. Bu arada kimi ‘art niyetli’ arkadaşların şanslı torunun banka hesabına dair tahminlerde bulunduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim...
Ortalıkta sarı bir peruk, siyah gözlüklerle gezen dedektif Manolya’nın (Şenay Gürler) çözdüğü cinayetle başlayan yemek, Agatha Christie’nin bir romanında tarifini verdiği ‘Lezzetli Ölüm Pastası’yla sona erdi. Bir de sürprizle: ‘Agatha Christie’nin Gizli Defterleri’yle. Kitap, 2004’te bulunan defterlerden derlenen çok değerli bilgiler barındırıyor içinde. İrlandalı araştırmacı John Curran, Christie’nin el yazısıyla tuttuğu 73 defteri ele alıp yazmış bu kitabı. Sizi uyarıyorum: Gerçek bir hazine avına hazır olun!