Engin Altan Düzyatan diyor ki, eleştirilere dikkat ederseniz altında hep başka şeylerin olduğunu görürsünüz. Ne gibi mesela?
Eleştirmenlerle eleştirdikleri alanda iş yapan insanlar arasında gergin bir ilişki olduğu gerçek. Normal, kimse yaptığı işin kötü olduğunun söylenmesinden hoşlanmaz. Ama bu hoşlanmamanın da bir sınırı olmalı, değil mi? Neticede karşındaki de işini yapıyor. Böyle bir meslek var,
üzgünüm...
Bu hafta Engin Altan Düzyatan’ın Pazar Eki programında yaptığı açıklamalar dolaştı durdu internette. ‘Anadolu Kartalları’nı beğenmeyen eleştirmenleri yerden yere vurma kampanyası başlattılar program sunucularıyla birlikte. Diyor ki Engin Altan Düzyatan, sizi eleştirenlere dikkat ederseniz altında hep başka şeylerin olduğunu görürsünüz. Ne gibi mesela? Kıskançlık? Çekememezlik? Kişisel husumet? Bu kadar insan hep birden sizden nefret mi ediyor? Ya da ben şu an o konuşmaları eleştiriyorum, bunun altında ne yatıyor olabilir? Bu ülkenin genç, bir zaman ‘Kürklü Merkür’ gibi bir oyunda oynamış oyuncusunun bu kadar tatsız cümleler ediyor olmasından duyulan üzüntü dışında...
10 trilyonluk mal
Efendim birisi filmin sonunu yazmış... Havacılık konularında yazan biriymiş bu, sinema eleştirmeni de değil. “Siz bir mal hazırlıyorsunuz, o mala 10 trilyon yatırıyorsunuz” diyor Engin Altan Düzyatan, “10 trilyon, ömrünüz boyunca o parayı bir arada göremeyeceksiniz beyefendi.”
Neresinden tutmalı ki? Filme ‘mal’ diye yaklaşmaktaki tuhaflıktan mı? Yatırılan paranın ölçüt kabul edilmesinden mi? Yoksa birinin 10 trilyonu olmamasının onu hor görmemiz için bir vesile olmasından mı? Neyse, sunucularla birlikte o paranın adamın maaşından
20-30 yıla bölünerek kesilmesi gerektiğine karar verdiler de rahatladık.
“Tamam filmin sorunları var, çatışması yok” diyor sonra kendi ağzıyla. “Ama biz bunu zaten biliyorduk. Eleştirmenler bunu öyle bir şekilde yazdılar ki sanki sadece onlar fark ettiler.” Şaka mı bu? Fark ettiyseniz yapmayın. Ya da yapınız ama adamlar da yazar yani, bundan daha doğal ne olabilir?
Ve tabii bu tür tartışmalarda varılan son nokta: “Sen çek bakalım çekebiliyor musun?” Hayır niye çeksin? Adamın işi yazı yazmak. Sinema yazarı arkadaşım Nil Kural’la bunu diğer mesleklere uyarladık sonra. Bir restorana gittin, yemeği beğenmedin, aşçı kızıyor, “Gir sen pişir” diye. Bir bina yapıyorsun, yıkılıyor, “Sen yapabiliyor musun bir bina bakalım?” diyorlar sana... Örnekler çoğaltılabilir. Bir film yapıyorsan, insanlara gösteriyorsan, sinema eleştirmeni diye de bir adam varsa o da işini yapacak, yazacak. Bu gerçekle barışsak artık...