Dün gene gazetelerde bir haber: “Tarihi istismar ediyorlar! Beceremiyorlar!” Ünlü ‘Kara Murat’ımız Cüneyt Arkın tarihi dizilere veryansın ediyor. Hiç yeni bir şey değil tabii. Ne zaman tarihi bir film, bir dizi çekilecek olsa Cüneyt Arkın alıyor sözü ve asla beğenmiyor yeni yapılanı. “Bizimkiler böyle miydi?” diyor
Benzer bir konuya geçenlerde Kayhan Yıldızoğlu da girmişti röportajında. O da 70’li yıllarda tarihi filmlerde daha ziyade papazı oynayan, Bizans kralını oynayan, özetle ‘gavur kanadı’nı temsil eden bir ünlü aktörümüz. “Eski filmlerde duygu vardı, samimiyet, sıcaklık vardı” diyor: “Başa taç, kavuk takmakla padişah, kral oynayamazsın. O devrin tüm değerlerini bileceksin. Şimdi bakıyorum; televizyonda Kanuni Sultan Süleyman var. Hareme giren kadın, padişahla karşılaşmadan önce en az üç sene terbiye görür. Karısı bile olsa ’Sülüman, Sülüman’ diye padişahın peşinde koşulmaz. Olur mu böyle şey?”
Unutulması mümkün değil
Ama insaf ediniz. “Olur mu böyle şey?” diye sorarken zamanında kendi çektiğiniz filmlere hiç mi bakmıyorsunuz? ‘Gavurların’ her koşulda çirkin, kötü, ‘kahpe’ olduğu ve fakat esas adamımıza topluca değil teker teker saldırdığı ve her koşulda yenildiği, buna karşılık kadınlarının dört gözle Kara Murat’ı, Malkoçoğlu’nu beklediği, görür görmez ona vurulmak ve onunla yatmak koşuluyla Müslüman olmaya can attığı filmler yapıldı yıllarca Yeşilçam’da. Unutulması mümkün değil, yaşı yetmeyenler televizyondan tekrar tekrar izledi, şimdi hepsini internetten bulabiliyoruz ve biz onları ait oldukları ‘absürd komedi’ kategorisinde bir yere yerleştirip benimsedik, aldık kabul ettik.
Ama lütfen eğri oturup doğru konuşalım, hiçbiri gerçekçilikten, samimiyetten, sahicilikten filan zerre kadar nasibini almış filmler değil. Biliyoruz, yani biz ‘sizin zamanınızı’.
Acaba bir zamanlar bir işin içinde olmuş olmak aradan yıllar yıllar geçse de insanın gözlerinin ona bakarken tamamen kapalı olmasını mı gerektiriyor? “Evet, yaptık bir şey, matraktı, o zamanlar durum öyleydi” deyip gülüp geçmek, yaşını başını almış, ‘olgunlaşmış’ bir aktöre daha çok yakışmaz mı?
Hadi bunu yapamıyorsunuz diyelim, girmeyin bari bu topa. Eleştirmeye çalıştığınız dizi, tarih danışmanlarıyla, özenli senaryo grubuyla, televizyonun enikonu düzgün işlerinden biri. O Kara Murat’larla, Malkoçoğulları’yla kıyas kabul etmeyecek kadar ‘gerçekçi’, aradığınız buysa.
Her fırsatta (hatta fırsat yokken de) onu yerden yere vurmaya kalkışmanız hiç kimsede “Ya evet, haklılar sahiden” duygusu yaratmıyor. Tam tersi, “Gene mi bu konu?” diye fenalık veriyor.
Bir de bu var
Aynı şekilde temcit pilavı gibi önümüze getirilen başka bir “Bizim zamanımızda böyle miydi?” nostaljisi de müzik alanında mevcut. Misal, Yonca Evcimik, geçen gün gene “Kulaklar eskiyi arıyor” demiş Günaydın’daki röportajında. “Son birkaç yıldır yapılan müzikten insanlar pek hoşnut değil. Hiçbir kalıcılığı yok!”
Hakikaten üzülüyor insan, ben eski şarkıları severim, 90’ların da kendi hayatımda denk geldiği yaş bakımından gönlümde özel bir yeri vardır ama çok şükür şu anki müzikle aradaki farkı kulaklarım ayırt edebiliyor. ‘Aboneyim abone, biletleri cebimde’ de bir anı olarak hoş, ama ‘anı’ olarak sahiden...
Şu an, internet albüm satışlarını bu derece düşürmüşken, sektör alternatif arayışlara girmişken, yine de iyi işler çıktığını fark etmemek için kulakları tamamen dış seslere kapatmış olmak gerekiyor. Kendi şarkılarını yazan gençler günden güne artıyor, iyi aranjörler yetişiyor ve yıllardır müzik yapmaya devam eden ‘ustaların’ birçoğu da günün gerisinde kalmayarak üretmeye devam ediyor.
Evcimik’in “Madonna’ya verilen imkanlar bana verilseydi..” dediği kadın, 54 yaşında ve “Ben Madonna’yım, ne yapsam alırlar” demeden habire çağa ayak uydurmanın, hatta bir adım öne geçmenin yollarını arıyor. (Yeri gelmişken bu ay Milliyet Sanat’ta Alişan Çapan’ın Madonna yazısını okumanızı öneririm.)
Bizse bu “Aaah, ah eskiden...”lerle bir yere gelemeyeceğimizi anlayamadık bir türlü. Üzgünüm ama hafızamız yerinde, eskiden de
hiçbir şey daha iyi değildi.