Bu hafta vizyona giren ‘Güzel Günler Göreceğiz’ daha seyirci yüzü görmeden polemiklerin ortasına battı. Belki bir başyapıt değil, sorunları var. Ama gözden kaybolmayı da hak etmiyor
Bu yılki Altın Portakal Film Festivali’nin hem şanslı, hem şanssız filmi gösterime giriyor bugün: ‘Güzel Günler Göreceğiz’. Şanslı, çünkü bir ilk filmdi, Dokuz Eylül Sinema Televizyon mezunu iki gencin; senarist Emre Kavuk’la yönetmen Hasan Tolga Pulat’ın çalışmasıydı ve festivalden En İyi Film ve En
İyi Senaryo dahil, dört ödülle döndü. Ama çok da şanssız, çünkü ödül aldıkları için bir dayak yemedikleri kaldı.
Festival sonlarında alışık olduğumuz eleştiri rüzgarları bu kez sert esti. En İyi Film Ödülü’nü nasıl bu film alabilirdi? Filanca filanca varken? Üzerine bir de ‘Nar’ın yönetmeni Ümit Ünal’ın aslında jüriyi hedef alan eleştirileri geldi. Bu eleştirilerden Kavuk’la Pulat da bolca nasibini aldı. Ünal, ‘Güzel Günler Göreceğiz’in son 40 dakikasına dayanamayıp çıktığını söyledi. Ardından bana göre en gereksiz bölüm geldi, Hasan Tolga Pulat da “Festival at pazarı değildir ki, en çok sesi çıkana ödül verilsin” gibi açıklamalarla ona yanıt vermeye girişti. Neticede, ‘Güzel Günler Göreceğiz’, daha seyirci yüzü görmeden polemiklerin ortasına battı.
Şimdi diyeceğim ki, film bunu hak etmiyor. Evet, bir başyapıt değil ama bu yılın festivalindeki film kalitesinin düşüklüğü de sır değil. ‘Güzel Günler Göreceğiz’ de “Nasıl olur da ödül alır?” denecek bir film değil.
Oyunculuklar gayet iyi
Bir gün içerisinde, zamanda ileri-geri gidişlerle kesişmeleri anlatılan beş karakteri var filmin. Portakal’da Nesrin Cavadzade’ye Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü kazandıran Rus fahişe Anna, biriktirdiği parayla ülkesine, ailesine kavuşmayı hayal ediyor. Ancak son gün, eline hayatı ona bağlı bir oğlan çocuğu düşüyor ve birlikte John Cassavetes’in filmi ‘Gloria’dakine benzer bir maceraya atılıyorlar. Cumali (Buğra Gülsoy), 18 yaşındayken aile kararıyla kız kardeşini öldürmüş, 12 yıl hapis yatmış, şimdi tek derdi kimsesizler mezarlığındaki kardeşini bulup ondan af dilemek. Figen (Feride Çetin), Cumali’nin çocukluk aşkı. Köyünde tecavüze uğramış, öldürülmemek için kaçıp İstanbul’da adını, kimliğini değiştirmiş. Kendisini seven Ali’yle (Barış Atay) yurt dışında yeni bir hayata başlamayı planlıyorlar, ama Figen hâlâ Cumali’yi sevmekte. Üstelik Figen’le yeni bir hayata başlamayı hayal eden bir tek Ali değil, bir de göçmen bürosu başkomiseri İzzet (Uğur Polat) var ki, o da genç kadına saplantılı bir şekilde aşık. Ve Cumali’nin tahliye oluşuyla işler arapsaçına dönüyor.
Neticede ‘Güzel Günler Göreceğiz’ bu karışık durumdan az hasarla çıkıyor. Üstelik ülkemizin lanet olası bir meselesine, her gün bir daha, bir daha anlatılsa az olan töre cinayeti konusuna da duyarlı bir yerden, kafanıza mesajlar fırlatmadan yaklaşıyor. Oyunculuklar iyi, özellikle Nesrin Cavadzade. Bu rol için Sovyet marşını bile okuduğunu söylediği röportajımız Milliyet Sanat dergisinde yayımlandı, hem bilgisi ve kültürü, hem sözünü sakınmamasıyla hasret kaldığımız bir oyuncu portresi, okumanızı öneririm.
Bence filmin en tartışmalı ödülü, kurgu... En zayıf noktası. Ve dediğim gibi bir başyapıt değil, sorunları var. Ama bir jüri kararının altında ezilip gözden kaybolmayı hak etmiyor...