Bu haftaya ayrılık yazılarıyla başladık. Tuna - Yasemin Kiremitçi çiftinin ayrılığını yazarken kendi ‘gidişini’ de bildiren Ayşe Özyılmazel kadınların ‘durup dururken’ pat diye gidiverişini ve karşı tarafın buna şaşırışını pek güzel özetlemişti.
“Bir karar aldım! Bu kararımı çok sevdim. Bu sabah aynaya baktığımda gördüğüm kadını daha çok sevdim.” demiş, ne mutlu ona... Dünyanın en ferahlatıcı hissidir...
Ama bir türlü karar alamayanlar ya da o kararı bir türlü sevemeyenler... Özetle ayrılık acısıyla baş etmekte zorlananlar, ‘unutamayanlar’ ne olacak?
Nilay (Örnek) Cafe Milliyet’teki pazartesi yazısını ‘unutamama’ virüsü tüm bedenini sarmışlara ithaf etmişti. Oysa dediği gibi devir Demet Akalın, Hande Yener şarkıları devri, “Bir anda unuturum” devri... Bu unutuverme halinin güzel hatıraları da alıp götürdüğünde, efendi gibi acı çekmenin de ‘sevdaya dahil’ olduğunda kendisiyle hemfikir olmakla beraber, gene de fazlaca sürünmeye de gerek yok bence.
Tavanarası temizliği
O aşk sizi sadece mutsuz ediyorsa, durumu kurtarmak için elinizden geleni yaptığınıza inanıyorsanız, kendinizi kurtarın artık. Önce Perihan Mağden’in başucu eserlerinden “Tavanarası Temizliği”ni okuyun. Bütün yaşanmış ve yaşanmamışları çöp torbalarına doldurup kapının önüne koyun diyor, özetle. Buna kıyamıyorsanız hiç değilse üzerlerine kilit vurun.
Şarkılar, bu durumda hem dost hem düşmandır. Biz oturduk birkaç arkadaş aşk acısı halinde dinlenecek - dinlenmeyecek şarkılar listesi hazırladık. Tabii içiniz kaldırıyorsa bütün o “Sana kırmızı çok yakışıyor”larla coşabilirsiniz. Bizimkiler nispeten daha ‘duygulu’ ve 45’lik merakımızdan dolayı daha ‘demode’ şarkılar...
Dinlenmeyeceklerin başında “Unutama Beni” geliyor, Esmeray’dan. “Ben nasıl ki unutmadım, sen de unutma beni”. Maalesef böyle bir anlaşma olamıyor, hükmünüz sadece kendinize geçer, iyisi mi siz de unutun... Banu’dan ya da Zuhal Olcay’dan “Unutulur unutulur”u dinleyerekten...
“Sensiz Olmaz”lar... Bizim bulabildiğimiz üç adet var bunlardan. Birincisi Bülent Ortaçgil’in şahane şarkısı, Müslüm Gürses de söyledi, Levent Yüksel de... İkincisi Gündoğarken’den, üçüncüsünü de Nilüfer söylemişti fi tarihinde. Çok güzeller evet ama hiç zamanı değil. Üçünü de erişemeyeceğiniz bir yere kaldırın, yerine İlhan İrem “İşte hayat sensiz de yaşanıyor, zaman her şeyi siliyor” desin en genç ve neşeli sesiyle...
Bambaşka Biri
Ayten Alpman’dan da uzak durmamız gerekecek bir süre. “Tek Başına”dan kurtulsanız “Ben Varım”, ondan kaçsanız “Ben Böyleyim” var. Hepsi birbirinden iç acıtıcı. “Memleketim”i dinleyin isterseniz döne döne.
Sezen Aksu, Nazan Öncel ne yazık ki yasaklılar listesinin bir numarasında. Nil Karaibrahimgil dinleyin bence, en ‘acılı’ olduğunu düşündüğünüz şarkısında bile daha o akıtmaya pek meraklı olduğunuz gözyaşınız burnunuzun ucuna gelmeden gülmeye başlayacağınız kesin. Yeni Türkü’den “Aşk Yeniden”, Gündoğarken’den “Sevinçle Uyan” son derece umut veren, gülümseten şarkılardır, her sabah birer doz öneririm. Ve tabii ki tüm zamanların en ‘güç veren’ şarkısını en sona sakladım: Ajda Pekkan ve “Bambaşka Biri”. Bakın bahar geldi. Siz yıkılmadınız, ayaktasınız ve aynada gördüğünüz kadını - adamı çok seveceksiniz, şüphe yok buna.
Okumuyorum, gururluyum
Miraç Zeynep şahane bir Şahan Gökbakar söyleşisi yapmıştı Milliyet Pazar’da. Bir sanat servisi ekibi olarak en çok okumakla ilgili söylediklerinden etkilendik kendisinin. “Bir iki kitap okumuş, aradığını bulamamış” ve ‘bırakmış’ kitabı.
“Suç ve Ceza” ya da “Karamazof Kardeşler” değil onu okumaktan bezdiren. “Kaşağı” (Ömer Seyfettin) ve “Suna’nın Serçeleri” (Gülten Dayıoğlu). Ömer Seyfettin’in sadece “Kaşağı”yla değil, “Falaka”yla, “İlk Cinayet”le ve pek çok öyküsüyle bir çocuğu fena halde üzebileceği doğru.
“Suna’nın Serçeleri”, yatağa çakılı bir kıza her gün bir serçenin gelip bir masal anlattığı sevimli bir kitaptır, onda perişan olunacak, “Yeter artık, yüreğim kaldırmıyor!” deyip okumayı bırakacak bir durum yok.
Ya Tuğcu okusaydı
Biz “Aaa, çocuk samimiyetle söylüyor kitap okumadığını” dedik önce. Çünkü bize göre kitap okumamak biraz utanılacak, “Okuma alışkanlığı edinemedim pek” diye hayıflanarak ‘itiraf edilecek’ bir şeydi. Ve tabii sorun bizdeydi.
Çok ‘zeki’, çok ‘parlak’, çok ‘matrak’ yeni kuşak için övünülesi bir hal bu. “Sigara kullanmam” gibi bir şey “Kitap okumam”. Onların iç dünyası doğuştan çok ‘zengin’, yeteneklerinin beslenmeye ihtiyacı yok. Gökbakar kitap mevzuunu şu cümleyle bağlamış: “Sonra soruyorlar sizin kuşak neden bir garip diye...” Ömer Seyfettin ve Gülten Dayıoğlu okudukları için mi yani? İnsanın Kemalettin Tuğcu okumadıkları için şükredesi geliyor...