Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Arkadaşım Zeynep (Özkartal) ile Milliyet eklerin yayın yönetmeni Deniz Alphan önderliğinde bir yemek pişirme etkinliği düzenledik bu hafta sonu. Ana aşçı takımı üçümüzden oluşuyordu, yeme ve son yardımlar bölümüne Melis Alphan ve iki kadim dostumuz da dahil oldu.
Yediğimizi içtiğimizi şimdilik kendimize ayırarak, “Bu denemelerimizden bir gün bir kitap çıkar mı acaba?” diyerek ve yemek pişirmenin sahici bir terapi olduğunu belirtip herkese tavsiye ederek asıl konuma geçiyorum...
Zeynep çıkmamız gereken saatte beni almaya geldi ve bilgisayarın başında buldu. “Bir dakika, çileklerimi toplamam lazım” dediğimde yüzünde beliren ifade cidden endişeliydi.

Çiftçi olduk
Sanal Country
“Farmville oynuyorum da” dedim, “Facebook’ta bir oyun...” Baktım, hâlâ aynı ifade. Belli ki kendisi bu salgından habersiz, sakin bir hayat sürmekte. Halbuki biz Farmville’ciler neredeyse zamanımızı çiftliğimize uydurur durumdayız.
Farmville şöyle bir oyun, size bir toprak parçası, bir miktar da tohum veriliyor. Başlıyorsunuz ekip biçmeye. Giderek büyüyorsunuz, hayvanlarınız oluyor, ev inşa ediyorsunuz, komşular ediniyorsunuz... Sonu nereye varıyor henüz bilmiyorum.
Bildiğim, sanal alemde epey bir dönüm arazim, asla kesmediğim keçi, koyun, inek, domuz, ördek ve tavuklarım ve aralarında koca koca gazeteci ve oyuncuların olduğu komşularımın bulunduğu.
Habire birbirimize ağaçtı hayvandı çiçekti böcekti, hediyeler yolluyoruz, komşu çiftlikleri ziyaret ediyoruz, böyle tuhaf bir Sanal Country hayatımız var.

Sen ne ektin?

Bir partide karşılaşıp “Sen ne ektin?”, “Pirinç ama galiba toplamaya yetişemeyeceğim, ölecekler” gibi bir konuşma yaptığımızı söylesem bilmem inanır mısınız?
Velhasıl, Zeynep’in dediği gibi “Evinde bir saksı sardunyası olmayan insanlar burada domates biber yetiştiriyorlar”, bunu neyle açıklamak lazım?
Acaba hayatta gittikçe sahici bir şeyin sorumluluğundan kaçarken bir yandan da insan olma gereği bir şeylere bağlanmaya çalışıyor olabilir miyiz? Rahat da hem, senden bir şey talep etmiyor ama yine de sana ait... Formülü belli, şaşırtmıyor. Zaman ayırırsan büyüyor, değilse öylece durup bekliyor.
Şimdi ne yapmalı? Gerçek hayatı formüllere uyduramayarak insanla, doğayla ilişkisi gitgide bozulan bir türe dönüşmemize üzülmeli mi? Her şeyi bu kadar kurcalamayıp koşup çilekleri toplamalı mı?

Haberin Devamı

Tavuklar firar etse
İki tane sevimli tavuk sohbet halindeler... “Aaa sesler geliyor, kokteyl var herhalde” diyor biri, “Ne yiyorlar acaba?” diye soruyor öteki... “Hadi gidip bir bakalım” diyorlar sonra...
Ve son bir “Gıtgıtgıdak” sesi duyuluyor... Ardından o sinir bozucu slogan: “Burger King’e girin, karlı chicken”.
Reklamı ilk izlediğimde, “Yok yok, kesin yanlış anladım” dedim. Kimsenin espri anlayışı bu kadar Hannibal Lecter’vari olamaz. “Bakın biz bu şirin tavukları alacağız, kesip pişirip size yedireceğiz” diye reklam olur mu?

Korku filmi

Fakat oluyormuş. Birkaç versiyonu var, hepsinde tavuklar aynı saflık ve şirinlikte konuşa konuşa tıpış tıpış Burger King’e giriyorlar ve ‘kanlı çıkıyorlar’. Siz de bu durumdan ‘karlı çıkıyorsunuz’...
Değil Burger King’e gitmek, et - tavuk yemeyi toptan bırakmayı düşünür oldum bu reklamları izlediğimden beri. Sordum soruşturdum, en etobur arkadaşlarıma bile iştah açıcı gelmiyor bu reklam. Çeşitli derecelerde rahatsız edici, kan dondurucu, dehşet verici bulanlar da mevcut.
Yıllarca bir sucuk firmasının reklam panosuna aynı dehşet duygusuyla bakmıştım. Sevimli bir inek, boynuna sucuk geçirilmiş. “Varlığım insana soyuna armağan olsun” der gibi bir memnun bakış yüzünde. Kimi kandırıyoruz ki? Bilmiyor muyuz, vahşi bir durum bu. Süsleyip püsledikçe sevimli hale gelmiyor, aksine bir korku filmine dönüşüyor. Kendimi bir seri katil gibi hissetmeden nasıl yiyeceğim o tavukları ki ben?
Bu ürkütücü reklamlara karşı “Tavuklar Firarda”yı öneriyorum, tekrar izleyelim, izletelim... Espri anlayışımızı gözden geçirelim.