Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kabul etmek zorundayız, bize bizden fayda var... ‘Kadın nazlıdır, çiçektir, aman efendim başımızın tacıdır’ diyen zihniyetle geldiğimiz nokta belli. Yok tayt giydi, yok yan kaykılarak oturdu diye tahrik olup mazur görülen erkeklerce patır patır öldürülüyoruz.
Hiçbir şey daha iyiye gitmediği gibi, giden canlar da üçüncü sayfalarda o günkü kadına şiddet haberleri arasında yer buluyor kendisine ancak. Bir de istatistiklerde, bu ay öldürülen kadınlar listesinde...
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, “Yetti artık” demek için bir yürüyüş düzenliyor bugün. Saat 19.30’da Tünel’de buluşup Galatasaray’a yürüyorlar.
Yürüyüşe çağrı videoları çekerek destek olan sanatçılar arasında Serra Yılmaz, Şenay Gürler, Selin Şekerci ve Deniz Türkali de var.
Beş temel istekleri var kadınların: Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis’teki bütün parti liderleri kadına yönelik şiddeti kınasın, 6284 Sayılı Korunma Kanunu etkin olarak uygulansın, Ceza Kanunu’na caydırıcı ceza konsun, kadın bakanlığı kurulsun, cinsiyet ve cinsel yönelim eşitsizliği anayasada kendine yer bulsun.
Biber gazından, coptan filan korkmayın, gelin. Bu sesin hepimizin geleceği için yükselmesi gerekiyor. Artık anlayalım, kadına yönelik şiddetin sosyal sınıfı, eğitimi yok. Failler cezalarını gerçekten hak ettikleri şekilde bulmadıkça, giden gittiğiyle kaldıkça her an herkesin, hepimizin başına gelebilir. Üzerine gelsin tahrik unsurları, gitsin hafifletici sebepler, namus, ahlak kriterleri... Bir insanın canını almanın hafifletici sebebi mi olur Allah aşkına?

Haberin Devamı

DÜŞÜNDÜREN ‘HAFTA SONU’

Bu hafta vizyona girenler arasında bir tane film var... 2011 tarihli, neden bunca yıl sonra gelebiliyor, biz aslında uzun zamandır olmadığımız kadar özgürlükçü bir dönem yaşıyoruz da farkında mı değiliz orası muamma, ama er ya da geç görülmeye değer, orası kesin.
Adı 'Hafta sonu', yönetmeni Andrew Haigh. Bir cuma gecesini heteroseksüel arkadaşlarının evinde yemekte geçirdikten sonra kendisini bir gay bar’a atan Russell’ın orada tanıştığı Glen’le geçirdiği hafta sonunu anlatıyor.
Herhangi bir hafta sonu değil, kendisi üzerine, cinsel yönelimi, bunun hayatındaki yeri üzerine düşündüren ve neticede onu değiştiren bir hafta sonu bu... O ana kadar heteroseksüellerin aşkı, ilişkilerini yaşayışı ile kendisininki arasındaki fark üzerine kafa yormamış muhtemelen.
Onlar neden çalıştığı spor salonunun soyunma odasında birlikte oldukları kadınları bütün gereksiz detaylarıyla pervasızca anlatabilirken kendisine mahcup bir gülümsemeyle susmak düştüğünü sorgulamamış örneğin. Ya da barda, içinden sevgilisini öpmek geldiğinde neden öpemediğini, bunun nasıl bir çifte standart olduğunu...
Ama hayatını Amerika’da geçirmeye niyet eden Glen, giderayak bütün bunları ters yüz ediyor Russell’ın kafasında.
Eğer sizin de bu tip kalıplarınız varsa; size de daha önce sormadığınız birkaç soru sorduruyor bu arada.
Bir de sade, süssüz püssüz anlatımı var, adeta Russell ile Glen’le bir hafta sonu geçirip ayrılıyorsunuz.
Siz de bir değişim yaşadıysanız o da yanınıza kar kalıyor...