Bu toplumda dostluktan, insanların birbirini farklılıklarıyla kabul edip benimsemesinden, kendisine benzemeyeni yargılamamasından, hatta sadece onun haklarını savunmak için kendisinin olmayan meseleleri sahiplen- mesinden, bir de neşeden, renkten, mizahtan yana ne zaman umudum kırılacak olsa... LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) Onur Haftası etkinlikleri ve finalde gökkuşağı altındaki yürüyüş imdadıma koşuyor.
100 BİN KİŞİ KATILDI
Bu yılki Onur Haftası da, pazar günü 100 bin kişinin katıldığı yürüyüşle sona erdi.
100 bin kişi Taksim’de toplandı, en renkli kılıkları, en yaratıcı pankartları ve şahane sloganlarıyla İstiklal Caddesi’nde yürüdüler ve görüldüğü gibi kıyamet kopmadı.
Gene caddeyi ‘Nerdesin aşkım, burdayım aşkım’ atışmaları inletti, gene eşcinsel aileleri “Annenim, babanım, kardeşinim, yanındayım” diyerek gözlerimizi yaşarttı.
FARKLI AMA YAKIN
‘Freddie Mercury’nin askerleriyiz’den ‘Diren dedi Zeki Müren’e, ‘Erkek adamın erkek sevgilisi olur’a kadar bir sürü birbirinden parlak cümle katıldı literatürümüze...
Oldu yani, bir kez daha oldu...
Bu yılki başlığı 'Temas' idi; hakkını verdi. Hepimiz birbirimize temas edebildik. En azından parmaklarımızın ucuyla dokunduk.
“Eşcinsel olmayanların eşcinsel haklarını savunması saçma” diyenlere ağzının payını veren çok oldu bu kez...
BÖYLE GÜZELDİK
Arkadaşımız bize benzemek zorunda değildi, böyle güzeldik biz. Birbirinden farklı ama yan yana...
Sonunda yapılan basın açıklamasından bir cümle aslında her şeyi özetliyor:
“Bizi birbirimizden koparan, izole eden bu şehirde, kendimize benzeyen insanları bulmaya çalışarak geçirdiğimiz tüm o zamanı nasıl da boşa harcadığımızı gördük. Çünkü benzemeyenlerin yan yanalığıydı bazen en özgürleştirici olan.”
Hani şimdi bir adet var ya, hayattan beklediklerini, kendinde değiştirmek istediklerini filan bir kağıda yazıp günde bilmem kaç kez okuyorsun...
Gerçekleşsin diye...
Ben diyorum ki bu cümleyi bir kağıda yazıp okuyalım defalarca...
Çok ihtiyacımız var, en büyük derdimiz bu:
Dili, dini, mezhebi, ırkı, cinsel yönelimi, siyasi görüşü bizim gibi olanları arayıp bulma, onlarla yan yana durup diğerlerinin tamamını tukaka etme huyumuz...
Mümkün olsa hepimiz susturacağız, bizim gibi düşünmeyeni... Bu zorbalık her yanımıza sirayet etti.
Halbuki gelin, bir daha okuyalım: “Benzemeyenlerin yan yanalığıdır bazen en özgürleştirici olan...”
AHMET KAYA DA İSTEMEZDİ BUNU
Benim için de Magazin Gazetecileri gecesinde Ahmet Kaya’ya yapılan linç kabul edilip sindirilecek bir olay değildir ve o olayın aktörlerine karşı öfkeyi de her zaman haklı buluyorum.
Fakat aradan yıllar geçmişken, Serdar Ortaç kendince pişman olmuş ve çeşitli şekillerde özür dilemişken, her şeyden önemlisi de MS gibi ciddi bir hastalığa yakalanmışken bu ne acımasızlık, bu ne insafsızlık, bu nasıl bir nefret dili? Sosyal medyada yazılıp çizilenleri gördükçe korkuyorum ciddi ciddi. Neredeyse zil takıp oynayacaklar var. Nasıl bir ruh halidir bu?
Hastalandı diye kimse kimseyi bağrına basmak ve birden sevmeye başlamak zorunda değil elbette ama sözü ilahi adaletlere, etme bulma dünyalarına getirmek, sanki gideni geri getirecekmiş gibi şimdi de onun derdinden mutluluk payı çıkarmak olacak şey mi Allah aşkına?
Her şeyden önce dünyada bir sürü insanın mücadele ettiği bir hastalık bu... Sanki bir şeylerin cezasıymış gibi davranmak onları da yaralayacak bir şey değil mi?
Aslında dolandırılacak yanı yok, lafın... Hastalıkla, hele böyle ciddisiyle ‘intikam’ olmaz... Kendisini çok az tanımış olsam da, Ahmet Kaya’nın da böyle bir şeyi istemeyeceğini; bir insanın hastalığından mutluluk duymayacağını düşünüyorum...
Bu yazılanları görseydi de eminim üzülürdü... Bu dünyada çok uzun tutunamayan, nasırlaşmamış bir yüreği vardı çünkü...