Öyle nazik bir davetti ki, kıramadım, güneşli bir Cihangir sabahında Kaktüs’ün yolunu tuttum... Hava güzeldi, cadde huzurlu, bizim konu başlığımız son derece sevimsiz... “Rahim ağzı kanseri”. Yani bir sabah kahvesi davetine ayaklarımın geri geri gitmesine şaşmamalı.
Fakat konuştukça aydınlandı, öğrendikçe ürkütücülüğü azaldı sanki. Duymadıkça, bilmedikçe tehlikeyle burun buruna yaşıyorduk. Kadınlarda en sık görülen ikinci kanser türüydü, iki dakikada bir bir kadının ölümüne neden oluyordu.
Kuşkusuz bu verilerde insanın içini rahatlatacak bir yan yok. Ama ne var biliyor musunuz, bu kansere karşı elimiz kolumuz bağlı değil. Daha doğrusu, bundan ‘korunmak’ mümkün. Zira rahim ağzı kanserine bir virüs neden oluyor. Son derece bulaşıcı, 10 kişiden birinde görüldüğü ve 10 kadından 8’ini 50 yaşına gelmeden etkilediği bilinen bir virüs. Tabii aşılanmamışsa...
Utanılan hastalık
Yani biz kansere karşı önlem olsun diye hangi sebzeyi meyveyi yesek peşinde koşarken, en yaygın ve tehlikeli türlerden birinin aşısı var ve bundan bihaber yaşayıp gidiyoruz. Zira araştırmalar gösteriyor ki Türkiye’de HPV’ye karşı hiçbir önlem almayanların oranı yüzde 92! Dehşet verici değil mi?
Ama daha can sıkıcı olan, bu kanserin en çok ‘utanılan’, hatta saklanan hastalıklar arasında olması. AIDS gibi tıpkı... Cinsel yolla bulaşan bir virüs zira HPV. Ve rahim ağzı kanseri de büyükkentli, ‘özgür’ kadın hastalığı muamelesi görüyor. Oysa Türkiye’de en çok görüldüğü bölgeler arasında Karadeniz ön sırada. Virüsün baş taşıyıcısı erkekler, kadınlara ise utanıp susma ve göz göre göre gelen hastalığı bekleme bölümü düşüyor.
Biliyorum, anlatıyorum
Sonuçta rahim ağzı kanseri çok tehlikeli bir hastalık. Konuşulmadıkça da daha tehlikeli hale geliyor. Erken teşhis için düzenli yapılacak Pap tarama testi, korunma için aşı şart. MSD tarafından geliştirilen aşı, birçok ülkede zorunlu artık. Bizde henüz değil, onun için özellikle kız annelerine çok iş düşüyor. Çünkü aşı 9 yaşından itibaren ne kadar erken uygulanırsa o kadar iyi.
Hastalıkla savaşmayı görev edinen derneklere ve tüm bilgilere www.rahimagzikanseri.org adresinden ulaşmak mümkün. Kampanya “Biliyorum, anlatıyorum” sloganıyla başlamıştı, bu sene “Virüsten korunmak için ne yapardım?” diye bir soru soruluyor size... Cevap: “Elimden gelen her şeyi!” Ve karşılığında hayat kurtaracağınızı da düşününce, elinizden gelecek çok şey var... Önce bilmekle başlamalı.
Bu kumpanya başka kumpanya
“Nazım Kumpanya yola çıktı”. Kumpanya sözcüğünün öteden beri neşeli çağrışımları vardır bende, yol hatırlatır, macera, ortak bir hayat...
Nazım Kumpanya bir müzisyenler topluluğu. Ama “Bir yol ve hayat arkadaşlığı”na soyundukları için almışlar kumpanya adını. Ekim ayından beri çalışıyorlar ve ilk konserlerini pazartesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde verdiler.
Vedat Sakman gibi, Emin İgüs gibi, Burhan ve Gökhan Şeşen gibi yılların ustaları var kumpanyada. Ve çok yetenekli genç müzisyenler... Ortaya çıkan işin güzelliği bir yana, sırf bu insanların oradaki gönüllü varlığı, yedi ay verdikleri mesai insanı şaşkına çeviriyor. Bu devirde neyle açıklanır bilemiyorum, başka bir ruh bu...
3 Haziran’da bahçede
Ama bu ‘ruh’ konsere de yansıdı zaten. Salon tıka basa doluydu, ama insanlar ayakta da kalsalar, sahneyi göremeseler de kimse kıpırdamadı yerinden. Korodan çoksesli parçalar, sözleri Hazım Hikmet’e ait Mes’ud Cemil ezgileri, Vedat Sakman ve İmge Mıngıroğlu’ndan eşsiz Sakman parçaları, artık bayrağı iki kişi taşıyan Şeşen kardeşlerden Gündoğarken klasikleri dinledik.
Ufuk Karakoç sazıyla Nazım Hikmet şiirine ses verirken, Gülcan Altan bir “Hasta Siempre” söyledi, artık başkasından duymak istemez insan şarkıyı. Nazım Kumpanya’nın repertuvarında Çerkezce de vardı, Macarca da, Sefarad şarkısı da, Tatar türküsü de... Cidden ‘başka’ bir geceydi, tekrarı 3 Haziran’dan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesinde olacak. Ve belli ki bu kumpanya oralara sığmayacak...