Reha Erdem'in 'Kosmos'unun bütünüyle beni çok düşündürdüğünü, ama bir cümlenin özellikle aklımda kaldığını hatırlıyorum. 'Hatırlıyorum' çünkü Altın Portakal'da izlediğimiz, festivali ödülle kapatan film, ancak altı ay sonra gösterime girebiliyor. Dolayısıyla hatırladığım cümle ve sahne sayısı azaldı ama filmin bütününün bıraktığı şaşırtıcı, çarpıcı, kafa karıştırıcı etki capcanlı.
Karlarla kaplı bir sınır kentine adeta tepeden düşen bir yabancı, filmin kahramanı. Adı Battal. Ya da Kosmos. Boğulmakta olan bir çocuğu kurtararak, hatta düpedüz 'dirilterek' giriş yapıyor kent ahalisinin hayatına. Dolayısıyla ilk anda minnet, giderek saygı ve hayranlık uyandırıyor tüm 'tuhaflığına' rağmen.
Tuhaf, çünkü ağzını açtığı anda yaptığı uhrevi konuşmalarla kahvedekileri şaşırtıyor, sadece avuç avuç yediği kesme şekerlerle besleniyor, yaraları anında iyileşiyor. Bir tür 'ermiş' olduğuna karar veriyor ahali.
Ancak hesaptan kitaptan, paradan puldan anlamayan bu adamın mevcut ahlak kurallarıyla da, kurulu düzenle de işi yok. İşte başta söz ettiğim cümle de bu noktada devreye giriyor. Kosmos, son derece mutsuz görünen öğretmen hanımla birlikte oluyor. Kendince 'sevgisini' veriyor ona.
Fakat bu sevişmeyi izleyen zamanda kadının beklentilerini karşılamamış olmalı ki kapıyı bir daha çaldığında bir öfke patlamasıyla karşılaşıyor. "Hayvanlardan ne farkımız var o zaman?" diye haykırıyor kadın. O da anlamaz gözlerle ve en şaşkın haliyle soruyor: "Ne farkımız var ki?"
Kendisini doğanın sıradan bir parçası kabul ederek yaşayan, para lazımsa çalan, aslında kendi bakışına göre sadece 'alan', ihtiyaç duyunca sevişen bu adamın yerleştirildiği 'ermişlik' katından alaşağı edilmesi de uzun sürmüyor dolayısıyla. Kent sakinleri hep iyilikten, güzellikten söz eden, muhtaçlara şifa dağıtan bu adamın meğer bir ırz düşmanı olduğuna hükmediveriyorlar. Battal'a da bir kez daha yol görünüyor bu durumda.
'Kosmos'un oyuncularını tek tek tebrik etmek lazım. Başroldeki Sermet Yeşil büyük bir keşif. Kosmos'un adeta özel bir kuş dili konuşarak anlaştığı Neptün'ü oynayan Türkü Turan da öyle. Bir dönemin en karizmatik mankenlerinden Sabahat Doğanyılmaz'ı öğretmen rolünde görmek ise hoş bir sürpriz.
Çok özel bir sinemacının belki en özel filmi 'Kosmos'. Dikkat istiyor, çaba istiyor izlerken. Ama karşılığını da fazlasıyla veriyor. Almak isteyene...
Emek'siz festival biterken...
Bu yıl festivalden önce kavuşacağımızı beklerken Emek Sineması'nda işler gittikçe tatsızlaşıyor. Önceki gün İKSV binasında düzenlenen toplantıda, sinemanın 'yıkılmadan' dördüncü kata taşınacağı gibi gülünç bir iddiayla karşılaştık. Giriş katına gelmesi planlanan Madame Tussauds Müzesi ise olabilecek en korkunç şey herhalde.
Bu kentin pek çok sinemaseveri Emek'ten yetişti. Biz Hikmet Bey'le selamlaşmadan, ayaklarımızın dibinden meşhur kedi geçmeden, o görkemli perdeyi görmeden film izlediğimizi, hele hele festivalde olduğumuzu anlamayanlardanız. Ve oranın her taşında anılarımız var.
Ama benim bu kez umudum da var. Emek'in ve Serkldoryan binasının belleklerimizden silinmesine o kadar kolay izin vermeyeceğimize dair.
Bunun için pazar günü saat 17.00'de Taksim'de buluşuyoruz. İstiklal Caddesi'nde yürümek üzere. Bir sonraki festivali Emek'siz geçirmemek için...