Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Show TV’nin yeni dizisi ‘Eve Düşen Yıldırım’, ezberlediğimiz ve çok sıkıldığımız bütün klişeleri bir kez daha önümüze getiriyor

Fare doğuran dağ

Aslında fragmanlarından belliydi ne olacağı... 80’lerin Türk filmlerinden fırlamışa benzeyen fettan bir genç kız... “Çok genç... Çok güzel... Çok çekici... Ve çok tehlikeliydi...” diyen ‘iç fıcıklayıcı’ bir erkek sesi... Belli ki kız bir eve gelecek ve orayı yıldırım çarpmışa çevirecek. Dizinin adı ‘Eve Düşen Yıldırım’ zira. Yine de dizinin hazırlıkları neredeyse bir yıldır sürdüğü için, birinci bölüm çekilip çöpe atıldığı, her şeye sıfırdan başlandığı için beklentiler de daha yüksekti. Bu kadar emek verildiğine, silinip silinip yeniden yapıldığına göre bir bildikleri olmalıydı...

Haberin Devamı

İzlenecek hali kaldı mı?
Meğer bunca zaman ve emek bütün klişeleri bir kez daha üst üste dizmek içinmiş. ‘Eve Düşen Yıldırım’, Nahid Sırrı Örik’in 1930’larda yazdığı -ve başyapıtlarından hiç sayılmayan- bir hikayenin uyarlaması. ‘Türk ve dünya edebiyatında diziye uyarlanmamış tek bir satır kalmasın’ merakının son örneği. Ama zaten eserin kendisi de bir ‘Aşk-ı Memnu’, bir ‘Yaprak Dökümü’ olmadığı için ortaya çıkan iş ilk bölüm itibariyle ‘suyunun suyu’ kıvamında. Diyaloglar maalesef çok acemi, oyunculuklarsa (Seda Akman, Mehmetcan Mincinozlu gibi birkaç isim dışında) çok abartılı. Özellikle başroldeki genç kız, Gizem Karaca. Ne de olsa birinin Türkiye güzeli olması aynı zamanda iyi oynayabilmesini getirmiyor beraberinde.
Zamanında bir sebepten araları açılmış, 20 küsür yıldır birbirinin yüzünü görmeyen iki kardeşten küçüğü, abisine bir mektup yazıyor. Diyor ki, “Ben ölmek üzereyim, kızım Muazzez sana emanet.” Abi, iki yetişkin oğlu ve bir geliniyle yaşayan, hali vakti yerinde bir esnaf (Ergun Uçucu). Derhal büyük oğlu Namık’ı (Murat Han) İzmir’e yolluyor, amcasını bulmaya. Ama Namık gittiğinde amcasını ölmüş, 18’ine yeni basan kızı Muazzez’i ortada kalmış buluyor. Namık Muazzez’i alıp İstanbul’a, kendi evlerine götürüyor ve o an itibarıyla evde huzur düzen kalmıyor. Niye? Çünkü kız çok güzel ve amca oğulları dahil hiçbir erkeğin ona ‘iyi’ gözle bakması mümkün değil.
Bu arada babası ölmüş, kira borcu birikmiş kıza “Senden para isteyen kim?” diye ‘yumulan’ bir yaşlı ev sahibi ve bu sahneye tanık olduğu gibi “Demek kocamı ayartıyorsun” diye kızın saçına yapışan karısı, “Etraftaki kurtlar kan kokusu alır gibi gençliğin, güzelliğin kokusunu alırlar” diyen bir komşu teyze, “Sen bize amcamızın emanetisin” derken kızın bacaklarına bakan bir kuzen, “İnsan böyle bir kızı eve sokar mı?” diye kızının evliliğinin çatırdamasından korkan bir kayınvalide dahil olmak üzere artık ezberlediğimiz ve çok sıkıldığımız bütün klişeleri bir kez daha izliyoruz. Rica ediyorum, böyle bir konunun artık izlenecek hali kaldı mı?
‘Suskunlar’ gibi hem derdi olan, hem derdini son derece sürükleyici ve sinema tadında anlatan bir diziyle yeşeren ‘ekranda daha fazla özenli ve iyi işler görme’ umudumuz da, bir kez daha suya düşüyor böylece.

Haberin Devamı

Fare doğuran dağ

Beklediğimize değdi

Bir albümün prodüktör koltuğunda Demir Demirkan’ı görünce ona olumlu bir önyargıyla yaklaşıyorum Model’den beri. Bir de söz konusu uzun zamandır Hayal Kahvesi’nde müdavimler yaratan Özge Fışkın olunca, bu ikiye katlandı. Kimi için Fender Blenders grubunun solisti, kimi için Sertab Erener’in vokalisti, ama esasında iyi müzisyen, yetkin bir şarkıcı olan Fışkın’ın ikinci albümü ‘Bir Avuç Fotoğraf’, her şarkısıyla insanın içine su serpen cinsten. Kendi şarkıları var içinde, Demir Demirkan’ın besteleri var. Sertab Erener’in eli de hiç eksik olmamış üzerinden. Beş yıl gibi uzun aradan sonra kendisine yakışan bir iş çıkarmış Fışkın. ‘Bir Avuç Fotoğraf’ ve ‘Boşverdim’i şimdilik playlist’imin vazgeçilmezleri arasına katarken, ‘iyi pop’ müziği özlüyorsanız kaçırmayın diyorum.