Geçen hafta Hürriyet’in ‘insan hakları’ treniyle dolaşırken, e-postamı açtım ve “Yalnızca siz sorarsanız hakları var” başlığıyla karşılaştım... Gönderen Özgün Öztürk... O sormuş ve cevapları bizimle paylaşıyor, hayvanlar dile gelmiş sayesinde: “Biz yemek değiliz, herkes bilsin”, “Bizler canlıyız, spor malzemesi değiliz...”, “Biz deney tüpü değiliz...”
Bu cümlelere eşlik eden fotoğraflara bakarken insanın kendi vahşetinden dehşete düşmemesi zor...
Beş altı yıl önce tanımıştım Özgün’ü. Küçüklükten beri kulağı her tür yavru kedi-köpek sesine duyarlı bir çocuk olarak büyüyünce çantasında mama kavanozuyla gezen bir ‘deli’yi dönüştüm doğal olarak.
Ve bir gün kendim gibilerle biraraya gelip ortak bir şeyler yapayım dedim. Muhtelif hayvan hakları gruplarına yanaştım usul usul... Sonuç hüsran oldu. Gördüm ki konu ne derece ‘kutsal’ olursa olsun üç insan ortak bir noktada buluşamıyor bir türlü. Kimse kimseyi beğenmiyor, herkesin bildiği kendisine en doğru. Hani zaten bütün dünya size deli gözüyle bakıyor bari birbirinizi yemeyin güzel kardeşlerim, yok, olmuyor...
Neyse, ben gene bireysel faaliyetlerime dönerken hayvan hakları alanındaki o ‘örgütlü’ dönemimden de geriye tanıdığım hoş insanlar kaldı.
Mesela gördüğüm en azimli ve gözüpek kadınlardan olan Özgün. O tuttu kendi hayatını nasıl pat diye değiştirebildiyse, aynı kararlılıkla karşısına çıkan diğer canlılara da el uzatmaya karar verdi: “Yaşam Hakkına Saygı” diye bir grup kurdu.
Yaşam hakkına saygı
Şamata yapmadan, tanrıcılık oynamadan sessiz ve derinden sürdürüyor ‘yaşatma’ çalışmalarını. Gerçekten ‘saygıyla’. Evet çünkü hayvanların da yaşama hakkı var, saygı duymak zorunda olduğumuz... Avı, boğa güreşini, horoz, köpek dövüşünü ‘spor’, ‘eğlence’ diye adlandırma, başka canlıların hayatına keyif için kastetme hakkını bize kim verdi, bir düşünsek ya...
Dünyanın yalnız sizin olmadığınızın farkındaysanız, www.yasamhakkinasaygi.com sitesine bir uğrayın. Küçücük bir adımla neler değiştirebileceğinizi göreceksiniz. Diyelim bu sıcaklarda kapınızın önüne bir kap su koyarak...
Yok değilseniz, bir an önce fark edin o zaman... Yoksa doğa zaten fark ettirecek...
Kızların sevgisi...
İstanbul Caz Festivali’nin en merak edilen isimlerinden biriydi Rufus Wainwright. Melekler gibi sesi olduğunu biliyorduk, müthiş bir ozandı, evet... Ve şeytan tüyü nedir, onu da gördük canlı canlı.
Konser başlamadan bir “Ne giyecek?” sorusu dolaşıyordu ortalıkta. Öyle ya, bu gözler ne topuklu ayakkabılar, ne ince çoraplar görmüştü Rufus’un üzerinde, hayranı olduğu Judy Garland’ın şarkılarını söylerken...
İstanbul’u nispeten daha mütevazı bir kılıkta selamladı ama. Kırmızı beyaz desenli bir ceketi, çapa şeklinde ışıl ışıl bir kolyesi vardı. Çok neşeli, çok tatlı, çok geveze, çok yakışıklı ve çok ‘gay’di. “Thanks God I’m gay” (Tanrıya şükürler olsun ki gay’im) derken de, haykırarak kendisinden şarkı isteyenlere “Burada imparatoriçe benim” diye hadlerini bildirirken de...
İmparatoriçe kim?
Gerçi cümlesini bitirir bitirmez asıl ‘imparatoriçe’nin kim olduğu çıktı ortaya. Meraklı bakışlı bir dişi kedi Aya İrini’nin sahnesinde yerini aldı ve seyircinin ilgisini de aldı götürdü. Rufus’un bütün konsantrasyonu ile birlikte...
Konser çok güzel, Rufus çok göz ve gönül alıcıydı. Onu izlerken hep şunu düşündüm: Çok iyi bir ozan, çok yetenekli bir müzisyen olduğu kadar fiziğiyle de, giyip çıkardıklarıyla da, şovlarıyla da konuşulan bir yıldızdı Rufus Wainwright.
Sahtekâr olmazsan...
Salonda kadınlar çoğunluktaydı ve o “Ben erkekleri seviyorum ama onlar beni sevmiyor. Kızlar seviyor Rufus’u” diye kıkırdıyordu mesela. Ve bu kızların ilgisinden - sevgisinden hiçbir şey götürmüyordu, gene kapıda bir dolu Rufus’tan imza almak için bekleyen, “Ne yakışıklı değil mi...” diye kalp çarpıntıları yaşayan kız gördüm.
Aklıma bizden bazı örnekler geldi sonra... Sevilmek uğruna kendilerine bambaşka kılıklar, içlerini hiç yansıtmayan imajlar biçen... Halbuki endişeleri boş, söylemek isterim... Kızların sevme kapasitesi geniş. Kendini olduğun gibi ortaya koyar, sahtekar olmazsan da hayranlarını kaybetmiyorsun... Gene seviyor kızlar seni... Bu kez ‘sen’ olduğun için üstelik.