Bir üniversite şenliği bütün bir şehrin iklimini bu derece etkileyebilir mi? Gaziantep’te oluyor. Her yer yemyeşil, dağ taş gelincik ve 20 -24 Mayıs arasında gerçekleşen 15. Bahar Şenliği’nin kokusu her tarafa sinmiş vaziyette. Neredeyse kebap kokusunu bastıracak kadar...
Bir şehir düşünün, 24 saat kebap yensin, hakikaten akıllara zarar. Sadece sabah 5 ile 7 arasında dükkânını açan bir ciğerci var mesela Kalealtı’nda, Haydar Usta. Şafak vakti kalkacaksın, yetiştin yetiştin, hiç derdi değil daha fazla et satmak. Hep aynı miktar hazırlıyor, bitirip kapısına kilidi vuruyor. Yiyemezsen sen kaybedersin...
Baklavacılara hiç girmeyeceğim bile, “Yabancı Damat” zaten yeterince meşhur etti onları. Ama gene
Kalealtı’ndan Dayı’nın Yeri’ne bir selam edeceğim. Billuriye tatlısını yemeden Antep’ten gitmemeli insan.
İçimdeki BaharPardon, konumuz Gaziantep Üniversitesi’nin şenliği. Rektör Prof. Dr. Yavuz Coşkun ve sinemacı - yazar - akademisyen Sadık Battal başta olmak üzere bütün kadronun büyük heyecanla sahiplenip koşturduğu şenliğin “İçimdeki Bahar” gibi cazip bir başlığı var. Ve de Bülent Ortaçgil’den Ezginin Günlüğü’ne, Feridun Düzağaç’tan Gündoğarken’e, Lale Müldür’den Sırrı Süreyya Önder’e, Zeki Demirkubuz’dan Hülya Koçyiğit’e seçkin konukları... Akşamları konserler, gündüz film gösterimleri, söyleşiler, atölyeler...
Sırrı Süreyya Önder bir gün içinde üç ayrı panelde konuştu,biz dinledik, Eyüphan Erkul’un sonbaharda Doğan Kitap’tan çıkacak “Karayılan” romanıyla ilk tanışanlar olduk, “Mustafa”nın görüntü yönetmeni Candan Murat Özcan’ın atölyesine katılıp bir katmer belgeseli çeken öğrencilerin heyecanına şahit olduk.
“Sultanımız geliyor”Ve de Kapanışı Kayahan ile yapacak şenlikte türkülerin usta yorumcusu Sabahat Akkiraz’ın konserine denk geldik. Saatler öncesinden yolların tıkandığı, on bin kişinin birlikte halay çektiği acayip bir konserdi. Daha sabahtan zaten ortalığı “Sultanımız geliyor” heyecanı kaplamıştı. Kendisini ‘sultan’ diye isimlendirdiğinden değil, gerçekten gönüllerde taht kurduğu için.
Konser sonrası sohbet ettik biraz. Sultanlık taslamak şöyle dursun, coşkulu, sevinçli, bir o kadar da alçakgönüllüydü. Kendine mal etmiyordu o gecenin büyüsünü. “Ben aracıyım” diyordu, “Malzeme zengin”.
Malzeme zengindi evet, aracı da muhteşemdi, fakat Antep’in baharı ise bir başkaydı...
Aşkın iade-i itibarıYer Gaziantep Üniversitesi, günlerden cumartesi, bir salon dolusu insan oturmuş ‘aşk’ üzerine konuşuyorlar. Daha doğrusu sahnede konuyu ‘edebiyat’ ekseninde masaya yatıran iki usta konuşuyor, biz dinliyoruz.
Yazar Sadık Yalsızuçanlar ve söyleşiye son dakikada korsan olarak dahil olup ziyadesiyle renk katan yönetmen Sırrı Süreyya Önder Yunus Emre’den giriyor, Dostoyevski’den çıkıyorlar. Müthiş keyifli bir sohbet.
Aşkı hastalıklı, tehlikeli, arızalı ilan edip insanı hep daha yüzeye, daha hafife, daha kolaya çağıran çağ hiç değilse hâlâ sorgulanabiliyor, bu da bir şey. Genel eğilim “Aman âşık olmayın, kimselere yakayı kaptırmayın, acı çekebilirsiniz sonunda” ya hani...
Bu söyleşi işte, sefasıyla cefasıyla aşka teslim ve talip olmak üzerine tam tersine.
Aşkın hâlâ bir yerlerde üzerine konuşulmaya değer bir mevzu muamelesi görmesinin hoşluğu bir yana, arada “Erkekler âşık filan olamazlar, böyle bir kudretleri yoktur” gibi, “Erkeklere atfedilen yiğitlik aslında kadınlara mahsustur” gibi yüzümüzü güldüren cümleler de duyuyoruz. Kadın konuşmacı yok belki ama sıkı iki müttefik var ortada.
Sadık Yalsızuçanlar’dan dinlediğimiz Lale Müldür şiirinin son dizeleriyle bitirelim sözü... Tamamını “Saatler / Geyikler” kitabından bulup okuyabilir isteyen, aşkın izin verilirse ne sürprizli, şaşırtıcı bir şey olabildiğini de hatırlar yeniden...
“bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla
yıllarca görüşsen de
bir şey olmaz”