Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Önceki gün, Gümüşlük’ün en ücra köşesi olduğunu düşündüğümüz evin balkonunda oturuyoruz. Dört kız arkadaş... Koyun en sakin noktası. En azından biz öyle zannediyoruz. Sonra önümüzden geçen tanımadığımız bir arkadaş selam veriyor, “Gazeteciyim ben“ diyor, işte o zaman uyanıyoruz... Çünkü dört kız arkadaştan biri Sumru Yavrucuk

Sumru o sırada dizine kadar denize girmiş durumda, “Dal!” diye sesleniyoruz hemen. “Yok yok” diyor çocuk, “Alakam yok benim”... Ve devam ediyor yoluna. Ama tabii o an bizim gözümüz etrafı tarıyor ve cazır cazır güneşin altında kendi kendine dikilmekte olan pembe şortlu bir vatandaşı seçiyor. Denizdeyiz, o bize bakıyor, biz ona. Böyle çooook uzaktan bir bakışma hali. Yere çömeliyor beyefendi,
hiçbir şey yapmıyor gibi. Ama tedirgin edici bir durum var, o kesin.

Tuhaf bir duygu
Sonsuza dek suda kalacak halimiz yok, çıkacağız mecbur. Çok tuhaf bir duygu, evin önünden denize girmek için sağı solu kollamak zorunda olmak. Öyle sonradan yazıldığı gibi
“Yakalanınca sinirlendi” filan gibi
bir durum yok, ama tabii ki tercih
edilesi bir durum değil.

Bazı ünlüler de var ki...
Neden değil? Çünkü ünlü diye her an her halini herkesle paylaşmak istemeyebiliyor bir insan. İnanması zor belki ama plaj mevsimini bütün ülkeye yeni bikini kreasyonunu sergilemek için bir fırsat olarak görmeyen ‘ünlü’ler de var. Onların tek isteği sakin sakin yüzmek olabiliyor.
Sonra kendinizden düşünün lütfen, eş dost arasında iPhone’la çekilen bir fotoğrafınızın 40 kez kontrol etmeden Facebook’a bile konmasını istemiyorsunuz, “Aman sakın koyma, kötü çıkmışım” şeklinde. Ya da çok teşhirci bir ruh değilseniz zaten bikinili fotoğraflarınızı paylaşıma pek açmıyorsunuz, kendi özel albümünüze koyup, sadece eşinize dostunuza gösteriyorsunuz. Burada, görmediğiniz biri gizli bir yerden sizin sudan çıkan halinizi çekip bütün ülkeye göstermeye çalışıyor. Size rağmen.
Basının en ‘özgür’ olduğu alan da burası, anladığım kadarıyla.

Kaçamamışız!
O güne dönersek, denize girerken de çoktan görüntülenmiş olduğunu pekala tahmin ederek, yine de arkadaşımızın getirdiği peştemala sarınarak çıkıyor Sumru denizden. Neredeyse hiç şüphemiz yok, yarın gazetelerde göreceklerimizden. Başlık tahmini filan yapıyoruz artık kendi aramızda, çaresiz. Birkaç gün önce Nihal Yalçın’ın aynı sahillerdeki fotoğrafının altına yazılan “Uzun süre denize dalamayınca arkadaşları yardım etti” cümlesinin ne anlama geldiğini konuşuyoruz mesela. Burada muhabirimiz ne kast etmektedir? A) Arkadaşları Yalçın’ı itti B) Islattı C) Batırdı...
Neyse, insanoğlu kuş misali,
ben ertesi gün gazetedeyim. Algıda seçicilik, kulağıma CADDE ekibinin toplantısından iki sözcük takılıyor: Sumru ve Bodrum. Diyorum ki,
“Fotoğraf mı var, görebilir miyim?” Baktım, evet, o pembe şortlu arkadaşın bulunduğu noktadan olsun, denizin ortasındaki görmediğimiz tekneden olsun, bir sürü kare çekilmiş.
“Tüh, kaçamamışız” diyorum...

Bizde olmasa başka yerde...
Ve dünyanın en dayanışma içindeki muhabirleri magazin muhabirleri olduğu için birisi hepsi için demektir, bizim gazeteye basılmasa başkasına basılacaktır, bunu da biliyorum.

Sahiden hakkımız var mı?
Nitekim ertesi gün görüntülenmemek için arkadaşlarından ‘elbise’ isteyen ama yine de ‘kurtulamayan’ Sumru Yavrucuk haberi çıkıyor, birkaç yerde. Başka sayfalarda benzeri
başka fotoğraflar, bitmeyen bir kaçma-kovalamaca, sahillerde.
Bunu artık yaz mevsiminin bir rutini olarak görmeyi bırakıp magazin camiasına iki soru önermek istiyorum: Sahiden hakkımız var mı insanları gizli gizli görüntülemeye? Ve okurların bu bikinili fotoğrafları görmek için yanıp tutuştuğundan emin miyiz?