“Sürekli onun yüzüne baktım” diyor, “Ama o kafasını kaldırıp benim gözlerimin içine bakamadı.” Pippa Bacca’nın annesi Elena Manzoni barış mesajı vermek için çıktığı yolu tamamlayamayan kızının katilinin gözlerini görmek istiyor. Kızının hayatta son gördüğü gözleri...
Murat Karataş bakmıyor ama Elena Manzoni’nin gözlerine. Baksaydı ne olurdu, birinin gözlerine bakmanın - bakabilmenin anlamı nedir onun için?
Bu tabii çok uç bir örnek ama zaman zaman yaşadığım, gördüğüm kimi olaylarda hep bunu merak ederim: Şimdi bu kişi benim - onun - şunun yüzüne nasıl bakacak? Gözlerine? Nasıl bir pervasızlıkla?
Tedavülden kalktı
Küçük yaşlardan “Gözüme bakarak söyle” diye eğitilmiş bir çocuk olduğumdan belki... Annem insanın gözünden bütün hikayeyi, söylediklerini ve söylemediklerini okurdu çünkü. Ya da beni buna inandırmıştı. Gözüne bakarak anlatamadıklarım gece bir bir kabus olarak dönerdi bana.
Sonradan başkaları tarafından densizlik derecesinde doğrucu bulunduğum olduysa sebebi buydu. Bir de gözüme bakarak söylenen her söze inandıysam...
Gazete için Hümeyra’nın hayat hikayesini yazarken bir şeyden çok etkilenmiş, yazıya koyamamıştım... Yıllar önce annesi için yazdığı bir şarkıdan... Birebir hatırlamıyor olabilirim ama “Malike, bana ne öğrettiysen kalktı tedavülden” gibi bir sözü vardı.
Aynadaki gözler
Ben de bu duyguya kapılmaktan alamıyorum kendimi zaman zaman. “Gözüme baka baka yalan söylüyor” cümlesi artık pek bir şey ifade etmiyor kimse için. Yok nereye bakarak söyleyecekti ki? İnanıyorsan saf olan sensin...
Elena Manzoni’nin sözleri çok dokunaklı geldi bu yüzden. “Gözüme bakamadı”. Utanç mı görmek istemişti acaba o gözlerde? Suçluluk? Pişmanlık?
Bir çocuğa hayata dair bir şey öğretilecekse şayet, birinin gözlerine rahat rahat bakabilmenin konforu öğretilmeli bence evvela. - Pişkinlikten söz etmediğimi belirtmeme gerek var mı? - Hepsinden önce de aynadaki gözlere ama. Bunu bilen insandan kötülük gelmeyeceğine inanıyorum çünkü.
Hüzünlendirici...Hüsnü Şenlendirici ile Deniz Seki’nin aşkını baştan beri saygıyla karşılıyor, hiçbir ‘kutsal’ yuvanın bir üçüncü şahıs tarafından yıkılamayacağına da canı gönülden inanıyorum.
Ve fakat kendilerini getirdikleri bu tahammülfersa hali anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. İnsan müdemadiyen ilişkisiyle ilgili konuşup her cümlesini müzik çalışmalarıyla ilgili haber yapılmasını rica ederek bitirebilir mi?
Gerçekten arzu edilen bu ise, Saba Tümer Deniz Seki’yi konuk ederken Hüsnü Şenlendirici’nin cep telefonu marifetiyle programa katılmasının anlamı nedir?
Rant sağlıyorlar!
Üstelik de öfkeli... “Aylardır bizi malzeme yapmaya hâlâ devam ediyorlar.” diyor, “Bizim bir tarafla iyi olmamız işlerine gelmiyor. Yaşanmışlıkların adına bir tarafı rencide etmeden bunu söylemeye çalışıyorum. Çünkü hâlâ o sorumluluğu üstümde taşıyorum. Ama bunu anlamamaya çalışmak insanların hoşuna gidiyor ve bundan rant sağlıyorlar. Hâlâ bunu devam ettirmeleri çok ayıp.
Yeter artık bizden para kazandıkları. Lütfen herkes kendine başka malzeme arasın”...
Malzeme olmak
Tabii ki ertesi gün bu cümleler gazetelerde - internet sitelerinde baş köşede. Televizyonlar kaç kere döndürecek, allah bilir... “Ben malzememi vereyim, sonra kullananları azarlayayım” demek istiyor herhalde Şenlendirici.
İnsanın cidden içi kaldırmıyor artık. Geçen yıl bu zamanlar Laço Tayfa anısına bir Hüsnü Şenlendirici portresi yazmışım, onun yetenekli bir müzisyen olarak sürekli magazin programlarında boy göstermekten acı çekiyor olduğunu varsaymışım...
Son cümlem “Sadık Laço Tayfa dinleyicileri için çok ‘hüzünlendirici’ bir tablo bu. Muhtemelen Hüsnü Şenlendirici’nin kendisi için de. Şimdi ‘daha çok’ yurtdışında tanındığı günleri ne kadar özlüyordur kim bilir...”
Geri alıyorum, bir türlü vazgeçmediğine göre besbelli kendisini şenlendiren bir tablo imiş bu, eski dinleyicileri için ise hüzünlendirici bile değil artık...