Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Adalar macerasına devam ediyoruz, sırada Heybeliada var. Buradan hareketle de ‘beach club’da haraç kesilen sisteme dair söyleyeceklerim. Durumumuz içler acısı

Birkaç hafta önce Sedef Adası’na gitmeye çalışma maceramı yazmış, motor saatleri önceden kestirilemediği için başarısız oluşumu anlatmıştım. Ve maceranın mecburi olarak Heybeliada’da geçen ikinci bölümünü bir başka zaman anlatacağımı belirtmiştim. Hâlâ yaza veda etmediğimizi hesap ederek, güneşin son demlerini Adalar’da değerlendirmek isteyeceklere bir hizmet olarak oradaki manzarayı aktarmayı da bir borç bilirim.

Yeşiller aslında halı!
Heybeliada’ya gitmek tabii ki Sedef’ten çok daha kolay, hem şehir hatları vapurları, hem motorlar var fakat nedense çoğunlukla beş dakika arayla kalkıyorlar. Sonra bir boşluk olluyor, ikisi de yok o arada. Yine de epey sık seçeneğiniz var. Motordan indiğiniz anda sizi yeni birtakım tekneler karşılıyor: “Gel vatandaş gel, Antalya, Bodrum İstanbul’a geldi” nidalarıyla. Bu şu demek: Adanın diğer taraflarında birtakım ‘beach’lerimiz var, sizi oraya ücretsiz motor servisimizle götürebiliriz. Ellerinde birtakım fotoğraflar var, eh yeşilin mavinin buluştuğu birtakım sahiller. Neden olmasın? Gidince hayretle göreceğiz ki yeşiller aslında halı.
Böyle fiyat Bodrum’da, Çeşme’de yok
Neyse efendim, burası bir zamanlar İsmet İnönü’nün ünlü çivileme atlayışlarını yaptığı Sadık Bey Plajı’nın ta kendisi. Artık halka açık değil,
40 TL vermen gerekiyor oradaki tesislerden birinin kapısından girebilmen için. Sadece şezlong, şemsiye, soyunma kabini kullabiliyorsun bunun karşılığında. Çeşme’nin, Bodrum’un cennet plajlarında bulunmayan bu fahiş fiyat uygun görülmüş İstanbullulara. Oralarda zaten gittiğin plajda yiyip içeceğin hesap edildiği için çoğunlukla giriş, şezlong parası filan alınmıyor, alındı mı da 10 TL civarında.
Bizim örneğimizdeyse nasıl olsa para peşin alındığından öyle pek bir yeme-içme seçeneği sunmaya gerek duyulmamış. İşte vasat bir hamburger, soğuk patates kızartması... Birasının yanına çerez bile bulamayan gençler var yan şezlongumuzda ki burası çıkıp da bir şey alma seçeneğinin olmadığı, ücra bir köşesi adanın.
Yine de keyfimizi bozmamaya çalışıyoruz ama gel gör ki yağmur başlıyor aniden. Ve o
40 TL verip girdiğimiz tesisin
10 kişiden fazlasını altında barındıracak bir çatısı bile yok. Millet ıslanıyor, plaj yöneticileri şezlongları, sandalyeleri topluyorlar, fakat ıslanmasına engel olamadıkları insanlar bir saat bile kalamadan gitmek zorunda kalınca giriş paralarını geri vermeye yanaşmıyorlar. “Bize oturacak bir yer bulun” diyen müşteriye “Al ordan bi sandalye, çek otur” filan diyen biri, plajın sahibi.

Layık görüldüğümüz durum bu
Plajların kamu malı mıdır, işletmelerin mi, konusu, yalnız Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde tartışılıp durur. Ama bu derece kapısına kilit vurulup girerken haraç kesilen bir sistemi ben daha önce görmemiştim. Denizine girersin, şezlong ve şemsiyelerini kullandırmayabilir sana en fazla. Bu kadarı nasıl olabiliyor diye düşünürken, Leyla Tavşanoğlu’nun Cumhuriyet’te Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu’yla yaptığı röportajı gördüm. “Kıyı yağması konusunda belediye ne yapıyor?” sorusuna “Adalılardan binlerce şikayet alıyoruz” diye cevap vermiş Başkan: “Haraç ödemeyen denizden yararlanamıyor. Adamlar kıyıya şezlong, şemsiye koyuyor. Belediye zabıtası bunları kaldırıyor. Yine koyuyorlar. Bir süre sonra da organize olarak saldırmaya başlıyorlar.” Sonraki sözlerinden anlıyoruz ki, neticede araya ‘güçlü abiler’ girip meseleyi kökünden çözüyormuş. “Bazı siyasetçileri,
bürokratları devreye sokarak güvenlik desteğinin zayıflatılmasına neden oluyorlar. Büyükşehir’in etkin denetimiyle buralarda halkın güvenli biçimde denizden yararlanmasının sağlanması lazım” diyor.
İddialar böyle. İşgalcilik, kaba kuvvet, yine her şeyi çözüyor. Belediye Başkanı bile baskı karşısında aciz kaldığını söylüyor. Dünyanın nadir rastlanır doğal güzelliklerine sahibiz ve layık görüldüğümüz durum budur. İçler acısı.