Tolstoy’un (Christopher Plummer) çevresi tarafından baş belası gibi görülen Sofya’nın (Helen Mirren) tek derdi, sevdiği adamın önceliği olmak.
Michael Hoffman, 'Aşkın Son Mevsimi'nde, Tolstoy'un karısı Sofya ile ilişkisini anlatıyor. Bir dehayı anlatırken karısını harcamadan...
İki insan birlikte, yanyana, kol kola 48 yıl geçirirse ikisinin hayat hikayesini birbirinden ayırmak ne derece mümkün olur? Biri ünlü bir yazarsa, ölümsüz eserler bırakmışsa ardında, göçüp gittikten 100 yıl sonra da aynı iştahla okunan, bilinebilir mi hangi satırlarda diğerinin izlerinin olduğu?
Sofya Tolstoy'un ağzından duyduğumuz "Sen benim hayatımın eserisin, ben de senin" cümlesi, 'Aşkın Son Mevsimi' adıyla izlediğimiz Michael Hoffman filminin en çarpıcı anı oldu benim için. Bu arada, adam 'The Last Station' koymuş filminin adını, yani 'Son İstasyon'. Zira Tolstoy bir tren yolculuğunda rahatsızlanıp ölüyor. Peki biz niye bütün film adlarına ısrarla 'aşk' ekleyip duruyoruz?
Neyse ki, işin içinde aşk yok değil. 48 yıllık bir aşk, bağlılık, bağımlılık, çılgınlık, birbirine dönüşme, birbirini için için öldürme ama yine de birbirinden vazgeçememe hali var ortada.
Bir aşkın, bir ömrün son yılı
Hayli sıradışı bir kişilik olduğu anlaşılan ve 'önemli' adamların hayatlarındaki kadınların kaderini paylaşarak Tolstoy'un (Christopher Plummer) çevresi tarafından tam bir baş belası gibi görülen Sofya'nın (şahane Helen Mirren) tek derdi, 48 yıl boyunca sevdiği adamın önceliği olmak, ondaki hakkının teslim edilmesi. Gelin görün ki çevresi 'kuma'dan geçilmiyor, pek çoğu Tolstoy'dan çok Tolstoy'cu ve bu durum zaten pek kontrollü bir kimse olmadığını anladığımız Sofya'yı sık sık çığrından çıkarıyor.
Ama izlerken ona hak vermeden edemiyorsunuz... Tolstoy'un satırlarında onun da emeği var, kim inkar edebilir? Zaten bizzat yazarın ağzından dinliyoruz, yeni tanıştıkları sırada nasıl Sofya'nın ondan habersiz olarak onun cümlesinin aynısını kurduğunu. Belli ki büyük de bir akıl uyuşması var aralarında. Evet, Sofya'nın dediği doğru, biriyle bir ömrü paylaşıyorsan o senin hayatının eseri de oluyor bir yandan.
Michael Hoffman'ın filmini en çok bu yüzden sevdim. Bir dehayı anlatırken, karısını da adamın hayatını zindana çeviren bir meczup ya da onun gölgesinde yaşayan bir hayalet gibi çizmediği, bir kadın olarak, bir insan olarak onun da hakkını teslim ettiği için.
Onlar nasıl son kertede karşılıklı birbirlerine ettikleri için özür diliyorlarsa, bağışlayarak - bağışlanarak vedalaşıyorlarsa, Hoffman da iki insana eşit mesafede durmuş, saygıyla bir aşkın, bir ömrün son yılını anlatmış. Yargıçlığa soyunmamış. Tolstoy'un seçtiği, sevdiği kadını sorgulamaya kalkışmamış.
Galiba bizdeki biyografik filmlerin en büyük sorunu bu... Hep taraf tutmak... Kraldan çok kralcılık...
Kısa mesafe terörü
Hem devlet tiyatrosunun hem şehir tiyatrolarının sahneleri var Üsküdar'da, bu yüzden sıkça düşüyor yolum oralara. Her defasında korkulu rüyalar görerek biniyorum motora ve hiç de yanılmıyorum. Neden? Çünkü İstanbul'un her tarafında kabus gibi olan taksi sisteminin en korkunç örneği tartışmasız Üsküdar'da bulunuyor. İniyorsunuz vapurdan, motordan, karşınızda boş taksilerden oluşmuş uzun bir kuyruk. Sanıyorsunuz ki gideceğiniz yere hemen gidebilirsiniz. Ne mümkün?
Misal benim bu cumartesi yaptığım gibi Doğancılar'a Müsahipzade Celal Sahnesi'ne gidecekseniz, sizi kimse beğenmeyecektir. Öyle mesafeye burun bükerek, söylenerek götürmek filan da tarih oldu, düpedüz arabaya bindirmeyeceklerdir. "Gidin şu ilerden binin" ile "Yürüyün" arasında muhtelif önerilerle karşılaşacağınız, oyun öncesi sinirlerinizin tel tel olacağı garanti.
Ben duraktan afaroz edilip yoldan bulabildiğim taksinin şoföründen "Bu memlekette ne doğru ki?" öğütleri aldığım halde yılmadım, bardağımı taşıran son damlayı şikayet etmeye kararlıyım. Bu 'kısa mesafe' terörüne bir çözüm bulunsun artık. İskeleden yakın mesafedeki tiyatro salonuna - veya evimize, işimize her neresiyse - uçacak halimiz yok. İstanbul Belediyesi şikayetler için 544 71 82 - 544 73 36 nolu numaraları ve topluulasim1@ibb.gov.tr adresini vermiş. "Bu ülkede ne doğru ki?" demekten vazgeçip bir yerden başlayalım artık.