İnsanın biten bir ilişkiden kendisini böyle hop diye sıyırıp rahatlatabilmesi ne enteresan... “Canım yanıyor, üzülüyorum, kıskanıyorum” filan yok, “Meğer ne aşağılık bir kadınmış, bu kadınla 8 senemi nasıl geçirdim ben; inanın bilemiyorum...”
En yakın arkadaşına içki sofrasında dert yanmıyor Nurettin Hasman, bir gazeteciyle ‘dertleşiyor’. Her gün haber almasaydık bu yazın nasıl geçeceğini tahüyyül edemediğim eski sevgilisi Eda Taşpınar’ın ardından sarf ediyor bu sözleri.
Ne sebeple? Eda Taşpınar 8 senenin ardından “Sıkıldım artık, bitirelim” demiş onu terk etmiş. Ama “Hayatımda kimse yok inan olsun” demiş. Üç gün sonra da sörf hocasıyla görünmüş, bir de üstüne evlenme kararı almış.
Ortaçağ’da yakarlardı
Rezalet! Nurettin Hasman feveran halinde. “Ben onu iffetli bir kadın sanmıştım!” diye haykırıyor. Hesaba göre Eda Taşpınar ile o 19 yaşındayken birlikte olmaya başlamış bu arada. 19’unda birini iffetli kadın sanamazsın, çocuktur o daha...
Ve ondan sonra iyice ne dediğini bilmez hale gelmiş: “Ortaçağ’da Eda gibi kadınları taşlayıp yakıyorlardı, Allah onun cezasını verecek!”
Bir kere “Ya benimsin ya toprağın” kültürünün bu derece yaygın olduğu bir memlekette yaşı başı, konumu münasebetiyle aklı başında olması gereken insanların bu tür sözler sarf etmesini de medyanın bu hezeyanlara bunca yer vermesini de son derece tehlikeli buluyorum.
Mülkiyet duygusu
Kimse seni bırakıp da başka birisiyle beraber olmaya karar verdi diye iffetsiz sayılmaz, taşlanmayı hak etmez. Kimsenin tapusunu bir ömürlük almıyoruz, gönül bu, bir günde başka yere uçuverir, sana arkasından bakmak kalır.
O giden de ‘aşağılık’ bir kadın değil, hâlâ senin 8 sene ‘kendince’ sevdiğin insandır. ‘Kendince’ diyorum, çünkü arkasından bu sözleri söyleyebildiğimiz kişiyle olan bağımıza sevgi değil olsa olsa mülkiyet duygusu denebilir.
50 yaşında bir adamın da kendisine bunca genç yılını vermiş bir kadının gidişini daha olgunlukla karşılaması beklenir. Oyuncağı elinden alınmış bir ilkokul çocuğu gibi sızlanıp ağzına geleni söylemesi değil...
Neşeli bir İstanbul gösterisi
İstanbul Şehir Tiyatroları’nın “İstanbul Efendisi” oyununu bir senedir dinliyorum izleyen herkesten. “Ne eğlendik, ne güldük, bayıldık...”
Nihayet yakalama fırsatı buldum, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda. “İstanbul Efendisi”, Müsahipzade Celal’in 1914 yılında yazdığı bir seyirlik oyun. Bugüne kadar muhtelif topluluklarca tekrar tekrar sahnelenmiş.
Olaylar, ‘İstanbul efendisi’ Savleti Efendi’nin (Sezai Aydın) kızı Esma’yı (Derya Çetinel) evlendirmek için damat arayışı, ancak Esma’nın halihazırda gönlünü Safi Çelebi’ye (Arda Aydın) kaptırmış oluşu etrafında dönüyor. Türlü oyunlar, numaralarla âşıkların kavuşmasına kadar sürüyor...
Engin Alkan’ın elinde şarkılı türkülü, keyifli bir gösteriye dönüşmüş “İstanbul Efendisi”. Çıktığınızda “Gönlüm seher yeli gibi...” dolanıyor dilinize veya “Sakın geç kalma erken gel...”
Ekip oyunculuğu
Ve eğlenceli bir ekip oyunculuğu kalıyor aklınızda... Dilaram rolündeki Sevinç Erbulak ile ‘Arap bacı’ Özlem Türkad’dan da söz etmek lazım, ama en çok galiba Savleti Efendi’nin oğlu İrfan’ı oynayan Çağlar Çorumlu’dan.
Aklı bir karış havada İrfan, yıllar önce Ahmet Uğurlu’dan izleyenler için unutulmaz bir karakterdir. Ama Tiyatro Kılçık’ın oyuncularından Çağlar Çorumlu da rolün hakkını veriyor, en çok alkışı da kapıp gidiyor...
“İstanbul Efendisi” bu sezonun da neşesi olacak Şehir Tiyatroları’nda, haberiniz olsun...