Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir kızınız var, 16 yaşında. Diyor ki bir gün: “Anne, baba, ben bir televizyon programına katılmaya karar verdim. Bir yarışma programı, BBG evi gibi bir şey. Ucunda şan, şöhret, para, pul var. Ama iki ay boyunca benden hiç haber alamayacaksınız...”
Ne yaparsınız?
Belki kimse hemen cevap vermemeli buna. Belki asıl mesele, bu ülkede böylesi bir teklifin artık ‘kabul edilebilir’ olmasında. Kulağa öyle bir bilim kurgu filmi gibi gelmemesinde...
Yeni bir meslek sayılır oldu yarışma programlarına katılıp şöhret kapılarını zorlamak. Bir yeteneği varsa onu, yoksa saniye saniye hayatını ekranlardan pazarlamak.
Çocuklar hayatta çıkışı oralarda görüyor. Anne babaların da aklına yatıyor...
Ekranlarda para, ekranlarda koca, ekranlarda umut arıyorlar.

İki ay hapis
En son, dokuz genç kızın BBG benzeri bir programda yarışmacı olmayı hayal ederken kandırılıp iki ay bir villaya hapsedildiklerini okuduk gazetede. Bir gazete ilanına cevap vermiş, yarışmacı olarak seçildikleri haberiyle güle oynaya Riva’daki villanın yolunu tutmuşlardı.
İmzaladıkları uyduruk sözleşmede yarışmayı iki ay dolmadan terk ederlerse 50 bin TL ödeyecekleri yazılıydı. Yetmezmiş gibi anne babalarıyla da haberleşemeyeceklerdi bu süre boyunca. Değerdi, ucunda şöhret vardı. Bedel biçilmez mutluluk kaynağı şöhret...
İki ay boyunca, onlar kendilerini yarışmada zannederken evin her yanındaki kameraların kaydettiği görüntüler internet üzerinden satıldı. Kontör karşılığında...
Kimse sorgulamadı neler olduğunu. “Neden haber alamıyoruz kızlarımızdan?” demedi ana babalar. “Bizi kim, nereden izliyor?” diye sormadı kızlar.
Alışıktık ekranda görünmek için yapılan her türlü tuhaflığa... Sofralarımızı mümkün olsa bizi bir kaşık suda boğacak düşman bakışlı yabancılara açıp onlara yemek pişirmeye, beğenmediğimiz kocalarımızı ‘uzmanlara’ emanet edip onları ‘adam etmelerini’ ummaya, gencecik kızların tanımadıkları oğlanların bilmiş annelerine kendilerini ‘gelin’ diye beğendirmeye çalışmasına...

Haberin Devamı

Bal gibi olur
Olmayacak şey yoktu, olmazı olur yapardık. Madem sonunda saadet vardı, hasrete de katlanırdık.
İki ayın sonunda kızlardan birinin ailesi işkillenmiş de kızlar sağ salim çıkabildi villadan. Ruhlarında ne gibi yaralar açıldı, tahmin etmek zor değil.
Şimdi birileri çıkar “Çocuklarına sahip çıksalarmış” der kuşkusuz. Kolay, faturayı birkaç kişiye kesip rahatlamak.
Halbuki asıl sorulması gereken soru şu: İnsanlar neden bu kadar umutsuz, kendine inançsız? Nasıl bir gelecek hayali nasıl aşılandı bizlere?
Okumanın, çalışmanın, kendi hayatını kendi çabasıyla kurmanın hiçbir geçerliliği kalmadı artık. Bunun olabilirliğine inanan da yok zaten. Devir şov devri. Kendini ele güne göstermenin bir yolunu buldun mu yırttın. İster şarkı türkü söyle, ister skandal yarat, soyun, dökün, hayatını sat. Rezil olamazsın, ünlü olursun ancak...

Haberin Devamı

Ne zaman hazır oluruz?
İstanbul bir koca afet alanı bugün. Geçen haftadan beri ‘geliyor’ denen yağmur, sonunda geldi, şehrin üstünü çamurlu bir suyla örttü, yolları, evleri, canları aldı altına. Dere yataklarına kurulu iskambil kağıdından hayat çöküverdi bir hamlede. Gene seyirci kaldık.
Sadece biz değil, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) de seyirci kaldı. “Yağmur geliyor, sel tehlikesi var” uyarıları oraya önceden ulaşmamıştı anlaşılan... İnsanlar kendileri düştüler kayıplarının peşine.
Yetkililer “Ulaşılamayan nokta yok” açıklamaları yaparken, sel önüne kattığını götürüyordu.
Çarşamba sabahı itibariyle tablo gitgide kararıyor, bilanço artıyor. Her karda, her yağmurda, her depremde, her ‘doğa olayı’nda böyle mi olacak? Olan olacak, giden gidecek, biz vah vahlanıp aynı derme çatma köprülerle, temelsiz binalarla, yatağında akar görünüp taşmaya fırsat kollayan derelerin kenarında yaşayıp gidecek miyiz?
Sonra da “Hay allah, hazırlıksız yakalandık” mı diyeceğiz? Sahi, biz ne zaman hazır olacağız?