Bergüzar Korel ile Tan Sağtürk’ün ayrılmasına neden olan esrarengiz ‘istisnai durum’u çözmedikçe rahat yüzü yok bize. Başkalarının hayatları söz konusu oldu mu, dedektif ruhluyuz ya hepimiz. Eh, taraflardan biri ‘istisnai bir durum doğdu’ gibi bir açıklama da yapmışsa, içimizdeki Miss Marple’ın görev başına geçmesi kaçınılmaz.
Her gün yeni bir tahmin gazetelerde... İstisnai durum evlilik sözleşmesi mi? Bergüzar Korel’in Halit Ergenç’ten aldığı borç mu? Dün gene “İşte istisnai durum!” başlıklarıyla uyandık yeni güne. Bir gazeteye göre Bergüzar Korel’in yeni başlayan ilişkisiydi ‘istisnai’ olan, bir diğerine göre de Tan Sağtürk’ün...
Aldatma istisnai mi?
Sağtürk bir şey söylemiyormuş gibi yaparaktan “İstisnai durumun ne olduğunu hepimiz görüyoruz” diye kendince son noktayı koymuş olaya. Ama işte o da aynı gün bir dansçı kızla görülmüş, hadi bakalım, buyrun istisnaya...
Sadece gazetelerde değil, sohbet konularımızın da baş köşesinde bu mevzu. “Sen bilirsin, neymiş bu istisnai durum?” sorusuyla bir hayli muhattap oldum.
Vallahi bilmiyorum...
Bana göre aşk ilişkilerinde ‘istisnai’ durum diye bir şey pek yok. Hele hele aldatma hiç mi hiç istisnai değil. Vaka-i adiyeden.
Çok daha ‘istisnai’ şeyler geliyor insanın başına yaşadıkça. Konuşuyorsun konuşuyorsun, bakıyorsun karşındakine tek kelimen bile ulaşmamış. Kendini anlattığını sanıyorsun, eğer anlaşılmak buysa hiç konuşmamak daha iyiymiş.
Bir gün önce sevgilin, dostun zannettiğin kişinin baş düşmanından daha gaddar, daha tehlikeli olabildiğini görüyorsun bir anda.
“Ama daha dün şöyle şöyle demişti” diye düşünmenin faydası yok, kelimeler hiç bu kadar hükümsüz olmamıştı.
Üçüncü kişi yeğdirDolayısıyla ben babadan kalma ‘üçüncü kişi’ sebebini bin kere tercih ediyorum. En azından bir sebeptir. Anlarsın. Aşık olmuş dersin, Sezen Aksu’nun dediği gibi “Yeni bir ten, yeni bir heyecan, bilirim üstelik” şarkısını mırıldanaraktan uzaklaşırsın.
Yaşananlar senin için değerlidir hala. “Bu ne saçma sapan şeymiş meğer” demezsin, zaman zaman özlersin, bir süre sonra da gülümseyerek hatırlarsın, içinden ona mutluluk dilersin... “Ben olmasam bile hayat gülsün sana...” gibi hani.
Bu güzeldir işte hâlâ. Bilirsin ki bitmiş olsa da yaşadığın gerçek bir şeydir, birçok kişinin başından geçmiştir, daha da geçecektir. Acıdır belki ama gerçektir, anlamlıdır. Sanal değildir, ‘istisnai’ hiç değildir...
Kemal’in saplantısına yazılmış şarkıNazan Öncel’in her albümünü heyecanla beklerim. Her birinin içinde benim için çok özel şarkılar olur, ta “Bir Hadise Var”dan beri. “Göç” baştan aşağı özel bir albümdür, bence “Demir Leblebi” de öyle.
Diğerlerini dinledikçe sevdim, içlerinden kendime şarkılar seçtim. “Hatırına Sustum”u da aynı heyecanla aldım elime. Şimdilik iki adet seçilmiş şarkım var, “Ankaralı Sevgilim” bir, albüme adını veren “Hatırına Sustum” iki. Eminim dinledikçe daha da olacak. En derindeki yaraların sözlerini bulup çıkarıyor Nazan Öncel, insanın içine işlememesi mümkün değil.
Canım benim nasılsın?Ve fakat benim bu sefer bir sıkıntım var, o da “Canım Benim Nasılsın” şarkısı. Daha albüm çıkmadan “Nazan Öncel ‘Masumiyet Müzesi’ne şarkı yaptı” haberleriyle müjdelenmişti zaten.
Orhan Pamuk’un “tavan arasında çoktan unutup gittiğimiz bir sürü şeyi, kalbin ötelerine itelediğimiz aşkı, hayatın derinlerinden bulup çıkarması” Öncel’e bu şarkıyı yazdırmış.
Tabii, neden olmasın? Yalnız ben romana bir itirazım olmamakla beraber kahramanımız Kemal’den hiç hazzetmemiş bir okur olarak şarkıyı her duyduğumda tüylerim diken diken oluyor. Onun o fazla bencil, fazla takıntılı haliyle bir yakınlık kurmak, buna aşk adını vermek istemiyorum.
Sıradaki parçaDolayısıyla da Kemal’in saplantısının kol gezdiği o şarkıyı mırıldanmak da, duymak da gelmiyor içimden, Nazan Öncel’in hatırına da çekemiyorum, o “Canım benim nasılsın?” dedi mi, derhal sıradaki parçaya atlıyorum.
Yıllarca ünlü şarkısındaki “Gül Pansiyon nerede?” sorusuna sinirlenen, çok haklı olarak bunu cevaplamayan, böylelikle muhayyilemizi özgür bırakan Nazan Öncel’in neden bunu yaptığını anlamış değilim.
Belki de anlamak istemiyorum, bilemiyorum...